|
Fernando Pessoa
Bir Mektup
Zeki Z. Kırmızı / Ocak 2015
Size nasıl sesleneceğimi kestiremedim Bay Pessoa. Hem hiçbirisiniz, hem de ölü. Üstelik, bir daha
olup
olamayacağını bilemediğim, yapıtınızla, aslında sizinle beş-altı aylık ilk buluşmamızda üzerimde öyle
bir izlenim bıraktınız ki karşınızda dostunuz ya da düşmanınız olarak duruyor olabilir(d)im. Ve içten
içe biliyorum ki gerçekten karşılaşsaydık birbirimizle kolay kolay tanışmaya gönül indirmezdik ama
uzaktan kulak kabartırdık, elbette iki Lizbon'lu olarak (Doğrusu ben başka bir Lizbon'luyum, yani
İstanbul'da yaşayan herhangi bir Hiç-biri.) ve tanışsaydık, ince dengeler üzerinde yine de
içtenlikli bir Araf çizgisi oluşturabilirdik.
 |
Baştan belirtmem gereken şeyler, çerçeveler var kuşkusuz ve daha tümcem bitmeden vazgeçme isteği ağır
basmaya başladı bile. Siz matematik deyince dört işlemli değil, iki işlemli bir matematikten söz
ediyorsunuz. Toplama ve çıkarma yok sizin dünyanızda, yalnızca çarpıyor ve bölüyorsunuz. Ama kusura
bakmayın, kendinizi bölüp çarpmakla yetinseydiniz bunca ileri gitmez, kıpırdamazdım bulunduğum yerden
bir milim bile. Siz önünüze geleni de bölüyor çarpıyorsunuz. Sizin karşınızda insanın kendisi gibi
olması, kalması olanaksız... Hem, eklenmeden (yani toplama) ya da eksilmeden (yani çıkartma) söz etmek
anlaşılır ve kolay olurdu. Hayır, siz karşınızdakini ya bölüyor ya çarpıyorsunuz. İkisi aynı şey mi
bilmiyorum.
Bayım,
Görünmemek için bunca çabanıza karşın yine aynı sıra dışı çabanızın sonucu olsa gerek, sizi
görmemek olanaksız. Hayır, bir çelişkiden ya da tutarsızlıktan daha işin başında söz etmek
istemem. Belki sırası gelir (ya da gelmez.) Doğaçlama seslenişimde tam bu noktada neyin sırası gelip
gelmeyeceğini söylemem çok zor. Sizde tutarsızlık, çelişki bulmak kolay, tersi ise olanaksız ve
yalnızca
siz istemediğiniz için… Yanlış anlaşılmasın. Siz istemezsiniz, başkalarında (okurunuzda) bütünlük
izlenimi uyandırmayı en başta. Sizi bir nedene bağlamak, sizden sonuç çıkarmak tüm neden-sonuç
önermeleri tüketildikten sonra (bunu özenle yaptığınızı kaç kez gördüm) sahiden olanaksız mı? Benim
boyumu çok aşan bir girişim kuşkusuz. Çevirmeniniz Tabucchi, yurttaşınız Saramago, sizi
Yüzyılın (20.) özgün ve yeni bireşimi olarak görmeye yatkın Olay kuramcısı Badiou ve
daha niceleri (artık başlı başına küresel bir uzmanlık konusu, nesnesi sayılırsınız) hakkınızda
açıklamalarıyla beni kandırabilmiş değiller. Okurunuz olarak sizden yana olduğum, olmak
zorunda
olduğum için böyle üstelik. İstemeye istemeye tüm bu açıklamalara sizin arkanızda, sizin bile
bilmediğiniz bir dış ya da altkimliğiniz olarak karşı çıkmak zorundayım sanki. Beni de böldünüz çünkü.
Beni de bir ölçüde Siz'lediniz. Çünkü ikileşmeden okumak olanaksız sizi… Herkesten,
karşınızda
ve yanınızda olmak üzere iki kişi (!) yaratıyorsunuz daha yazılarınızın başında. Ne yazmış olursanız
olun. Hepimizin karşınızda tek parça us, kimlik olarak kalmasına yıkıcı bir karşı çıkışınız var. Siz
de
buna katlanamıyorsunuz. Ne adına söyler misiniz yarı-dost ve düşmanım Fernando Pessoa. Gerçi aranızda
en
az inandırıcı olanınız sizsiniz, bunu biliyorum.
Daldan dala atlamamı bağışlayın. Usuma takılanı unutmadan yazıya geçirmeliyim, yoksa iş işten geçmiş
oluyor.
Size hiç inanmadım. Size hiç inanılmaması için yoğun, akıl almaz girişiminize karşın, size
inanamadım.
Oysa bu beklenirdi. Beklenirdi, tinbilimi, toplumbilimi, insanbilimi vb. bunu yeterince öğretmişti
bize.
Usunuz yaşınızın çok ötelerinde yemlenirken, neredeyse ilkgençliğinizde uzamsız/zamansız anlağınızın,
ben deliyim, diye şakımaya başlaması ve kısa ömrünüz boyunca buna başvurmanız (Sığınmanız
demiyorum Bay Pessoa, mayına basmamalıyım.) beni 60'lı yaşlarımda tedirgin edebildi. Sözde
anlayışlılığım dibinden su almaya başladı şu Felsefi Denemeler'inizle
birlikte. Yok artık, dedim, us eleştirisi için bu yaşta ne ivecenlik! 15 yılın
içinde us ne zaman kendini buldu da çoktan vazgeçti bile. Benim takıldığım, annenize yazdığınız
ünlü mektubunuzda (evet ünlü) bile dile gelen, delirme kaygınız. Bana benziyorsunuz, en azından
geçmişime. Kendinizi silerek, görünmez kılarak neye dönüşüyorsanız ondan çıkacak gürültüye, pırıltıya,
etkiye sığınmak. Delilik imgenize sığınmışsınız siz de. Ben de ilgisi yokken lise çağlarımda, belki de
ortaokulda, topallar, topallayarak yürürdüm. Deli olduğumu savlayacak denli cesur olamadığımı kabul
ediyorum. Bana kalırsa siz de cesaretinizle kalmış gibisiniz. Anneniz size inanmamıştır, diğerleri de.
Oysa gerçekten delirseydiniz bunun yaratabileceği etkinin düşüncesi sizi orada, o an mutlu
edebilirdi.
Mutluluktan söz ettim. Bir yanılgı olduğunu bilerek… Sizle bir araya gelmemesi gereken bir sözcük bu,
size karşın hem de. Bugün dünyayı kuşatmış, ele geçirmiş imgenizin sizin gündelik keyiflerinizle,
imgenizle ilişkisini kursam, haksızlık etmiş olur muyum? Bunu söylerken zavallı Ophelia'yı ve onu
çıldırttığını, en azından öfkelendirdiğini düşündüğüm davranışınızı düşünmemek elimde değil. Hayır,
hayır, lütfen yanlış anlamayınız. Size bir kastım yok. Oysa olmalıydı.
Niye mi? Şu Beşinci İmparatorluk meseleniz ve başkaları geliyor aklıma. Gördüğünüz gibi,
konu
siz olunca ben ne ve kim olduğumu unutuyorum, sizi elimden kaçırırken kendimi bir arada, bütün olarak
tutmam sözün gerçek anlamında olanaksızlaşıyor. Beni sizden kurtarmanızı rica ediyorum Fernando,
Bayım,
gelin iki tek atalım Brasileira'da, anlaşabiliriz. Olmaz mı? Size, sizin melekten artmış, iyi
şeytanınıza tinimi artık kaçıncı bilemeyeceğim, bir başka ve uzak dışkimliğiniz olarak pazarlamaya
hazırım. Hiç olmazsa azıcık kazançla çıkmalıyım bu pazarlıktan. Ne vereceksiniz karşılığında?
Gülümseyerek, Hiç, bile demeyişinizi duyar gibiyim.
Tanımıyorsunuz ya Bachmann'la anlaşabildim örneğin, paramparça olmanın, dağılmanın önüne geçilemeyen
anlatılması zor acısını ve bu acının yıkıcı, dayanılmaz sesini paylaşabildim. Thomas Bernhard'ın
dolambaçlı dili beni eze eze ufaltıp da kapının önüne koyduğunda, kovulmanın, aşağılanmanın bu
biçiminden yine de canlı çıkabildim ve tek parça. Sizin yazılarınızda ise beni sinirlendiren bir şey
var. Tam size inanmış, algımı sanki yazınız üzerinden dünyaya bağlamış, duyumsama dediğiniz aşkınlığa
yatmışken; kendine yalan öykü uydurup başkalarının gönüllerinde ve buluncunda yankılanmak isteyen ama
arkasından inceden hesaplılığı, duygusuz, yapay arzu göndergeleri, sahte kocacığım
seslenişleri
ile yalnızca uydurma öyküsünü, kendini değil tüm insanlığı da ayaklar altına atıp çiğneten, insanı
kendinden, kendi saflığından, hatta budalalığından utandıran sokak kadını ya da fahişenin yalanıyla
yüzleşmenin ne anlama geldiğini, rica ediyorum sizden, bir düşünün!.. Diyorum ya bu sizin kastınız
zaten, tam da istediğiniz şey. Sizi okuyanın size güvenmesini istemezsiniz, bu güveni her
sözcüğünüzle,
tümcenizle kökten reddedersiniz. Neden? Açıklamadan hoşlanmadığınızı, benim açıklama girişimlerimi
küçümseyeceğinizi öngörmek zor değil. Desem ki daha beş yaşında yitirdiğiniz babanız, kız kardeşiniz,
kıtalararası ve ekinsel göç, yeni (üvey) baba (sorunsuz bir ilişkiniz olduğunu bilmiyor değilim), vb.
Bana öyle geldi ki anneniz size, karmaşık ama anlaşılabilir kimi nedenlerle yaşınızın çok ötesinde bir
oğul gibi davranmış, sizi yaşınızın ötesinde görevlendirmiş... Anneniz sizi yerinizden, sizliğinizden
ornatmış… Bir kere oynamanız da yetmiş, her oynama, gittiğiniz yerde sizden bir başkası çıkarmış
anladığım. Yani benim anladığım… Sonuç: Yazınız bar bar bağırıyor (Aslında hiç bağırmıyor ama bu onu
daha az yıkıcı yapmıyor.) : Ben, (bu) ben değilim. Önünüze serilen yazı, limanda gemilere bakan
Ben'le başlasa da, okyanusa açılan gemideki Başka Ben'le dönüşecek, yine limana döndüğünde kim
olduğunu hiç bilemeyecek belki de.
Umarsızlıktan mit çıkar mı? Geçen yüzyılda (20.yüzyıl) bunun ilginç örnekleri var. Mitleştirme
kitlesel
boyut kazandı. Popüler ekine, soyutlanmış tikellikler ikonikleş(tiril)erek aktarılıyor birçok ortam
(medya) üzerinden ve sanki tinsel beslenme kaynaklarına döndü bu yeni mit üretimi odakları. Sizin
kendiniz olamayışınızdan yüzyıla özgü usuçuran bir mit çıkarabilmek için başkaları denli büyük çabalar
gerekmemiştir diyeceğim ama yanılabilirim. Bir sandığınız vardı, içi dosya, yazı dolu. Bilinmeyen,
daha
bulunmamış, aranan 8. Kıta oldunuz. Haritalarınız çıkarılıyor, iziniz sürülüyor,
polisiye türüne düşkünlüğünüzü ardıllarınız büyük bir zevkle sürdürüyorlar. Blooms Day, Borges, vb.
hızlıca belleğime çarpıp geçen adlar… Bir suç değil, deyip geçiyorsunuz. Siz, yapmamayı
yeğle(r)diniz. Ama Melville'le ilişkinizi kuran oldu mu bilmiyorum. Olmuştur tabii. Conrad'dan,
Kafka'dan, hele Whitman'dan söz edense çok. Peki, işte Lizbon sokaklarında bir fotoğrafınız. Az buz
bir
fotoğraf değil kuşkusuz. Siz bilemezsiniz ama biz 80 yıl sonra fotoğraflarınıza baktığımızda
görüntünün
düzanlamı dışında hemen her şeyi görür olduk. Yaratıcı görsel (grafik) evrenimiz, eline su dökülmez
yaratıcılığıyla sizde ne düzlük, hatta ileri gittiğim için bağışlayın, ne de ıstırap
anları, yağmur(u cam arkasından izleyen adam), Lizbon, Tejo vb. bıraktı. Yaşıyor olsaydınız,
biraz daha sıksaydınız dişinizi, (İnanamıyorum, öldüğünüzde benden 15 yaş daha gençmişsiniz.) o
yağmura
ya da ırmağa öyle bakamayacaktınız. Hoş, o zamanki bakışınızın da su götürür bir yanı olduğunu
düşünmüyor değilim, üzgünüm. Hiç üzülmeyin dostum, dediğinizi işitmiş olabilir miyim? O
resmin,
görüntünün arkasında yatan duyumun yapılmışlıkla, yarı ve ustalıklı yapaylıkla, hazcılıkla (hedonizm)
ilgisini kurarak gerçekten sınırları aştığımı düşünür müsünüz? Olabilir. Bu yarım doğrulama
da
sizin sesinizden. Ama bir düzeltme borçluyum size. Haz derken düşündüğüm şey yazı (sanat) hazzıyla
ilgili. Bunu, bu yazı zevkini başkalarında da izledim Sevgili (!) Fernando. Bizden birkaç örnek
vereyim,
örneğin çağdaş şiirimizin kurucusu sayılan Yahya Kemal, tek Nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamuk yazıyı
fetiş-nesneye, ama daha ötesi var, kendi yazısını hayranlık konusuna dönüştüren iki yazarımız.
Gereksiz
bunu söylemem, biliyorum. Pişman oldum bile. Ama deneyimli bir okurun bu haz çizgisini (ve özdoyumu,
otuzbiri) onlarda ayrımsaması size göre daha kolay. Siz kendinizle çelişmeyi görünümü
kurtarmak
için göze alanlardansınız. İyi mi kötü mü bilemiyorum. Öte yandan bir yeraltı sanat(çı)ları var ki
onlar
açıktan okurunun gözleri önünde otuzbir çekiyorlar. Yani diyeceğim yazınızdaki lezzet, etlilik, hatta
özür dilememi gerektirebilecek bir deyişle, geçirimsiz nesnelik (bir tür kösnüllük, erotizm) hali, bu
tapıncınızla ilgili. Siz inançlı rolü yapan birisiniz. Dua eden Pessoa'yı, kendinizi seyrettiniz.
İçerik
umurunuzda değildi.
|
Öyle bir yere geldim Bay Pessoa, kavşakta durakaldım, sayısız yönde çıkışı olan bir kavşakta. Size
yazmam gereken bir yığın konu var ve zaten okumayacağınızı, sizi bırakalım, büyük usta Caiero, doğasız
doğacı; şu şimdisi sürgün (ishal) olmuş, geçmişte geleceğin ya da gelecekte geçmişin taşkın
şarkılarına
kendini bağlamış futuristo/tradicionalisto Campos ya da öteki duyumcu, üçüncüsü, klasikçi
(ve
diğerleri denli) sahtekâr Reis'in de okuma isteği duymayacağını bildiğime göre ne diye uzatayım ki...
Örneğin adınız çevresinde son 30 yılda koparılan fırtınaya, mite biraz dokunabilmek, bu dokunma
üzerinden yaşadığımız dünyaya da orasından burasından dokunmak isterdim. Beni ilgilendiren şu olurdu:
Siz ne derdiniz? Siz Fernando Pessoa, yazman çevirmen kişi (Hangi kişi?) ne söylerdiniz? Hiç kimse
yüzünüze yekten, görünmeyi, dikkati çekmeyi istediğinizi söylemeye cesaret edemez. Çünkü istemsiz,
sessiz bir gölge olmayı, aslında Hiç olmayı, dışarıda kalmayı anlatıp durdunuz. Kendinizden
sıkça söz ettiniz bu minval üzre. Gerçekten öyle mi? Kusuruma bakmayın, beni inandıramadınız. Hoş
bunun
için özel bir çaba içine girmiş de değilsiniz. Umurunuzda olduğumu düşünemem. Siz delirebilirim derken
gerçekte yüksek, üstün anlağınıza mı işaret etmiştiniz? Yani usunuzun sizden taştığına, düşleminizin
ufkun ya da sınırın ötesine uzandığına? Delirme düşünüzden beslendiniz, avuttunuz kendinizi diyeceğim,
hafif bir şey söylemiş olma duygusu tedirgin ediyor beni. Siz mit (kalıcı) olmanın gelecek yüzyılda
olabilir yolunu sezinlemiştiniz ve günümüz çıkarcı çevrelerindeki ünlü borsacı tiplerle sizi
karıştırdığımı yine de düşünmenizi istemiyorum. Sizinki daha temel ve anlaşılabilir bir kaygıya
bağlanabilir. İpleri koparmaya gelince, geri dönülemeyecek kerte ipler kopmuş durumda artık.
Sorum şuydu: Günümüz dünyasında nasıl odak(ta) oluruz? Dünyanın ilgisini nasıl toplarız? Her şey
tüketildiğine göre, geriye az kullanılmış tek ürün kalıyor. Silinmek, silinmiş yerimiz, yanımız,
hiçleşme tasarımız. Çok erken geldiniz dünyaya. Ama çatkınız yemişlerini yeni yeni veriyor:
Çağcılardıcılık (Postmodernizm). Erken öncülerden birisiniz.
Görüyorsunuz. Usunuzdan geçmeyen şeylerle bile ilişkilisiniz. Öte yandan bir tutkuya, yer yer
saplantıya
bile dönüşmüş durumdasınız. Bulmaca çözmeyi seven Quaresma'lar çoğaldı. Enigma sizsiniz. Joker kim?
Soares? Campos? Reis? Caeiro? Pessoa? Küçük bir araştırma birçok ekinden değişik donanımda, yerde
insanın başlıca konusu olduğunuzu kanıtlayacaktır. Akademik tezler, araştırmalar, fonlar,
ulusal/uluslararası izlenceler, vb. Bunların tümü anlamlı, önemli olmakla birlikte yurdunuzdaki
yeriniz,
ağırlığınız bir başka. Geride kalan yurdunuz sizden yararlanıyor, besleniyor, onurlanıyor.
Şu ünlü 3F ilkesine göz atmanın tam sırasıdır. Ama nasıl gözümde büyüyor Bay Pessoa, bilemezsiniz.
Oysa
şu duyumculuk ve ne ilgisi varsa fado meselesine dokunmak isterdim. Bir deneyeceğim ama orta
yerde kuruyup oyunbozanlık yaparsam bağışlayın beni. (Lafın gelişi elbette. Mektubumu
okumayacaksınız.)
Saf duygu ya da duyum kavrayışında ciddi bir sorun var bana kalırsa. Saltık duyumculuk yeterince
kuşkulu
bir varsayım. Bu yönde girişim ya da biçimlendirmeler yanıltıcı bir işlev görürler eninde sonunda.
Çıplak, giydirilmemiş, kendinde bir duyum dokunaklılık, arıklık, yücelik vb. izlenimi verebilir.
Aslında
olan, yüklenmiş içeriğin yeterince yanılsama ya da çarpıtma ile olguya (varlığa) giydirilmesi. Mitler
de
(Lizbon, Tejo, imparatorluk, okyanus gibi) buralardan köklenir. Siz de soluduğunuz havanın içinde bir
anlamda zehirli içerikler çektiniz ciğerlerinize. Bunu doğal buldunuz. Eleştiriyle barışık değildiniz.
Eleştiri için us kaçınılmazdı ve sizin us(çuluk)la derdiniz vardı. Woolf gibi kendinizi bir iklimde,
yağmur altında bulmuştunuz. Seçmemiştiniz, oradaydınız, ama eleştirebilirdiniz. Köşeye kıstırılmış
yurdunuzun (Portekiz) küçülmüş varlığı, geçmişin büyük düşlerini, yelkenlerini, karavelalarını
taşıyamaz
oldu. Büyük Britanya'nın ufuklarında güneş batıyor. Bu çelişik durumdan öteki Pessoa'yı, bugünde
geçmişi
ve geleceği yaşayan ya da tüm zamanları (zamanlarüstülüğü) düşsel tarlasında süren Pessoa'yı çıkararak
kurtulmayı denediniz. Siz geçmişi bırakmayı bir an usunuzdan geçirmiş olsanız bile geçmişin sizi
bırakmaya niyeti yoktu. Görkemli geçmişi bugünün düzgüleriyle yeniden tanımlamayı seçebilir, geleceğe
eksodos yolu açmanız gerekirdi. Babil, Pers, Yunan, Roma ve eksodos: Portekiz evreni
(küresel uygarlık). Elbette buna inanmış bir dava adamı değilsiniz. Herhangi bir şeye inanmayacağınızı
bilen biri kanmayacaktır. Öyleyse nasıl anlayalım kurduğunuz imparatorluğu? Yapay, tumturaklı dile,
başka görünümlere, yüksek anlatımlara, rokoko süse düşkünlük diyorum ben buna ve bunu söylerken
suçlayıcı, eleştirel bir tını kullanmıyorum. Hiç hem de. Çünkü işte tam da bu Hiç'in ortaya
çıkarılabilmesinin yolu çarpıcı bir kavkı, etkili bir sunum, dil oyunları, görkemli anı(t)sal
çağrışımlar, aforizmalar, yer yer de inanılması zor coşkulu (romantik) sahnelerdir. İmparatorluk düşü
ve
söylemi elinizin altına olağanüstü bir araç (enstruman, alet) olarak yerleşti. Ama yalnızca sizin mi?
Bakın, çok değerli hemşeriniz, büyük dünya yazarı Jose Saramago (Yeri gelmişken ona saygılarımı
sunuyorum.) sizi ve Reis'i konu yapan olağanüstü bir roman yazdı 1984'te: Ricardo Reis'in
Öldüğü Yıl. Orada liman, gemi, ırmak, Fatıma, fado imgelerinin uzaktaki bizler için
çok zayıf çağrışımları olsa da, herhangi bir Portekizli için (aydın, işçi, orta sınıf, asker, vb.)
varoluşsal bir çağrışım gücü taşıdığını öğrendik. Anlamdan koparılmış hüznün, yaşamından ayrı düşmüş
bireyin, duygusu kurmaca ve özkaynaklı, kendinden esinli fadonun, tansıksız Fatıma tansımasının, içten
içtenliksizliğin (Neden körinançtan söz edemiyorum acaba Bay Pessoa?) sizde yankılanması da demek
böyle
oluyormuş. Sanırım tüm Portekizlilerin bir beşincisi vardı.
|
Nedense birçok şeyi geçiştirdiğim duygusu içerisindeyim. Ama sanki hangi konuya el atsam aynı şeyi
söyleyecekmişim gibi bir duygu taşıyorum bir yandan. Sol düşmanlığınız örneğin. İnandırıcı değilsiniz
ama konuya ilginizin yüzeydenliği de olabilir hafifliğinizin (Bağışlayın!) nedeni, yukarıda
dokundurmaya
çalıştığım tininiz de. (Büyük laftı, tamam. Geri alıyorum.) Size bu konuda söyleyecek şeyim yok.
Kendinizi retorik biçimlerle bağladığınız bir yer, konum, basamak var. Tinsel değil aslında.
Dinsel de. Ama dilsel. Yurdunuz gerçekten Portekizce. Daha en baştan sizi bunun için bağışlamıştım (!)
zaten. (Ben kim mi oluyorum? Ben kimseyim biliyorsunuz, yani Pessoa, bir dışkimlik…)
Anarşist Banker'inize ne demeli? Aynalı oyunlarınızın, anlak
çık(ar)malarınızın (Çıkıntılılık mı desem, sivrilik mi?) yorucu olduğunu söylesem bir şey demiş olur
muyum? Okumaktan sıkılmayı usundan kolay geçiremeyen ben, sizi okumaktan işte yukarıda yazdığım
nedenlerle sıkılabildim ve bunun açıklamasını yapmak için yazıyorum bir bakıma. Beni sıkan şey, sizin
için çok şey anlatmasa da, metinlerinizin çağcılardı estetik(sizliğ)i gerçekte. Ters çevrilmiş bir
sahicilik ne anlatır? Sahicilik ama içi yok, boşaltılmış. Yokluğun, hiçliğin sahiciliği… Okurunuza,
yani
bana elinizi uzatıyorsunuz, ama sıktığım el sizin değil, bir başkasının. Belki de boş bir eldiven.
Bunca
eli nerenizde tutuyorsunuz, şaşıyorum. Kesin olan şu: Yazınız kendini silen, gülüşünü silen, yok eden
yazı. Şiiriniz için bunu söyleyebilir miyim peki? Konuşmam elbette yanlış olur ama yine de durum orada
başka sanırım. Orada dili çekici bir nesne-varlığa dönüştürmeyi yeğliyorsunuz. Ama bu, nesne-varlığın
kurmaca olduğu gerçeğini değiştiremiyor.
Badiou ve başkaları, örneğin Bloom, Ramalho, Zenith vb., sizi doğrudan Whitman'a bağlamakta pek
duraksamıyorlar. Hele Campos'un tek Ben'le çığırından çıkmış Biz arasında savrulduğu
ürpertici şiiriniz Denize Övgü, Çimen
Yaprakları'ndan (1855) ne sağmış olabilir? Ben'i ormana salmak,
Biz
ormanında Ben-Kendim olmak. Yani şunu mu söylemek istediniz Fernando? Size yetsin, onunla
oyalanın diye Caiero-Ben, Campos-Ben, Reis-Ben, hatta yetmedi Soares-Ben verdim. Diğerlerini
saymıyorum bile. Görüyorsunuz, neredeyse bir orman. Ormanı bırakıp da, yalnız ve gereksiz, yararsız
olduğunca inançsız, var mı yok mu belirsiz, kurucu mu yıkıcı mı bilinmez, bir ayağı tarihte ama
diğeri
tarihsiz, aşkı(nlığında) boyutsuz Pessoa Ağacını arıyorsunuz ormanda. Öteki Pessoa için bir şey
diyemem ama kendi adıma benim istediğim bu (değil).
Walt Whitman dişkıran türünden, çetin ceviz. Onun animasında daltaşak bir çılgınlık ve elbette neşeli
bir hüzün var. İyiden kişiselleştirilmiş bu Epikür'de dünyayı oburca tatmak bir kaygıya dönüşmüyor.
Oysa
sizin Epikür'ünüz utangaç, belki de suçlu ya da inançsız. Koca sakallının derdebederliğinden çok
etkilendiğinizi, gemilerle kendiniz olacağınız yerlere okyanus aşırı yolculukları yaşamınız boyunca
çok
özlediğinizi anlamak zor değil. Ama koca ozanın coğrafyası, yurdu kendi içinden koptu geldi ve
çağlayanları, ırmakları, yağmuru, ormanları, dağları kuşattı, kucakladı ve büyüdü. Sizin yurdunuzsa
çoktan, sizden önce küçülmüştü, şiiriniz limanda eylemsizlik momentumunda demir alan gemiyi seyreden,
sararmış bir fotoğraftaki adamın şiiri olarak kaldı. Ben-kendim sılanız oldu ve yasınız
haliyle. Kimi, neyi yitirdiniz kendi içinizde Dostum? Anlaşılmaz, açıklanamaz olduğunu düşünüp belki
de
yanıldınız. Bunu size söylediğim için gerçekten üzgünüm. Büyük şair, yeni doğanın kurucusu
Caiero öldüğünde kaç yaşındaydı? 20'lerinde mi? Ama asıl yitrdiğiniz şey Whitman'da olan şeydi değil
mi:
Ben-kendim. Öyle gürlemek, öyle sevişmek, öyle kirlenmek…ti.
Niye öyle içtiğinizi ama yine de esriyip dağıtmadığınızı anlamak zor değil. Görüyorsunuz değil mi
sizi
nasıl da açıklık, durulukla, kesinlikte inceliyor, lamdaki kemik dokunuzdan mikroskop altında tüm
varoluşsal genetiğinizi, künyenizi çıkarıyorum. Ben ki; buradan, bu kıyıdan ve kıtlıktan, zurnanın son
deliğinden bir çırpıda çıkarıverdim topoğrafyanızı. Bağışlayın Bayım, Ben-kendim'e
saygısızlık
değil niyetim, ne de size elbette. Neden olmasın, der gibi bakıyorsunuz, sonra bezgin, yoksa
yorgun mu, sigaranızı söndürüyorsunuz küllükte.
Bakın ne diyeceğim. Çok mu güçtü Pessoa olmak? Yazmakla, görünmekle, bir şey olmakla neden
çelişiyordu?
Kulağıma fısıldasanız… Ah, özür dilerim. Çok özür dilerim.
Yokluktan varlık getirmek yaşam içinde başarılabilecek bir şeymiş gibi görünmüyor bana. Geriye
gerçekten
bize ait ucuz, ne işe yaradığı belirsiz, saçma sapan şeyler kalıyor. Sola düşmanlık, Salazarcılık
(diyelim), kadın düşmanlığı, soğuk cinsellik algısı, vb. Geriye kalandı, çöptü. Oyundu sanırım.
Buralardan düş, sanat ne gelir, ne giderdi. Bunu ben de aslında sizin gibi ciddiye almadım ama yer yer
kendimi tutamayıp öfkelendiğimi itiraf edeceğim. Oysa aynı, hatta fazlası bir güçle, başka belki
karşıt
bir yerde de olabilirdiniz. Beni sinirlendiren şey de tam buydu. Bir şey kolayca ötekinin yerine
geçirilebilir miydi? Bir parçanın öteki parçaya göre duruşu çok mu önemsizdi? Sonuçta dünya, yalnızca
anlar, anlardan bize çarpanlar (duyum) ve geçenler miydi? Büyük anlamı tartışmakta sonuna değin
gidebilseydiniz çağcılardı düşünce zırvalarına duyamadığım saygıyı sizden esirgemezdim. Ama
girişiminizi
kendi içinde indirgediniz. Çağdaşlarınız, yanlış bilmiyorsam, usu otopsi masasına yatırıyor, bedeni
yeniden kavramaya çalışıyorlardı (fenomenoloji). Ama sizin çözümünüz umarsızca bir yapısızlık yönünde
oldu. Yalnız değildiniz. Prag'da biri vardı, benzeri kaygılarla kıvranan biri. O öteki bedenini kendi
dünyasının ateşine tuttu, yakmayı göze aldı. Siz göze alamadınız. Kızmayın ama siz yakmayı göze
al(a)madınız. En ileri gittiğiniz yer, başkalaşıp kurtulmaktı. Bay K. da başkalaştı, dönüştü ama
kurtulamadı. Bir böcek gibi ezildi.
Böylece Bay Fernando Pessoa, mektubumun sonuna gelmiş oldum. Sonuna dediğime bakmayın. Gereksizliği
duygusu, artık bir sözcük daha eklememi olanaksız kılıyor, o noktadayım. Her kimsem (Pessoa
türevlerinden bir Hiç-kimse.) hiç kimseye seslenmenin kolay olmadığını bilmeliydim yine de.
Boşunaydı evet. Üstelik size bilerek ya da bilmeden haksızlık yapacağımı biliyordum. Bolca yaptım, hiç
değilse bu konuda içim rahat olmalı. Ama değil. Niye biliyor musunuz? Bunca laf ettim ama ölü, ölmüş
olduğunuz gerçeğini değiştiremedim. Hem de 47 yaşında. Sizin bilmediğiniz bir matematik işlemi
yapacağım
şimdi ve şaşıracaksınız. Çıkartma diyoruz buna. 62-47=15. Bu sayının, 15'in tonlarca ağırlığı altında
ne
yapacağımı söyler misiniz bana? Bir çıkış yolu önerebilir misiniz? Hayır mı? Yapmayacağınız şey varsa
işte budur. Berthleby gibi yapmamayı yeğlersiniz.
Yani öldünüz bunca şeye karşın. Bu sizin kanıtlarınızı da çürüttü, benimkileri de.
Ne diyebilirim. Belki silecek birkaç damla gözyaşı bulabilirim.
Notlar, Alıntılar:
Bloom:
- O yeniden doğmuş bir Whitman'dır (438)
- Pessoa-Campos Whitman'da demlenmiş ve ateşlenmiş…(443)
- "Whitman'a yarı uyup yarı nefret ederek yalnızca Whitman'ın şiirini değil onun cinselliğini ve
politlkasını okuması." (Maria Irene Ramalho).
- 26 yaşında ölmüş eğitimsiz ve saf ya da doğal şair Alberto Caiero Pessoa, Alvaro de Campos,
Ricardo
Reis'in ustası. Campos duyguya, Pessoa sembollere, Caiero hiçbir şeye inanmaz.
- Pessoa'nın güçlükle bastırılmış homoerotizmi.
Badiou (Estetik):
- Modernliğin hiçbir yerleşik figürü Pessoa'nın açtığı müstesna düşünce çizgisinin gerilimini
taşımaya
kadir değil. (Felsefi modernlik: Deleuze'den esinlenerek: Platonculuğun ters yüz edilmesi.)
- Pessoa felsefeye yönelik benzersiz bir meydan okuma.
- Onun şiir düşüncesi: Platoncu da anti-Platoncu da olmamayı başaran bir yol açması.
- 'Pessoa bize aurasız bir şiir önerir. Şiir-düşünce harfi harfine kesinliğinde aranmalı. Ayartma ya
da telkin yoktur. Daima sımsıkı ve yoğun biçimde kendi kendisinin hakikatidir.
- Platon'a karşı: Yazı, ideal bir başka yerin her zaman için kusurlu olan karanlık bir anısı değil.
Tersine düşüncenin ta kendisidir, olduğu gibi düşüncedir. Bir şiir maddi bir işlemler ağıdır asla
yorumlanmaması gerekir.
- Platonculuğu ise: 1)Dile cebirsel kesinlik kazandırmak, 2) Görünür olana başvurmanın arketipsel
ontolojik kaidesi; idea şeyden ayılmaz, şey ideasıyla özdeştir. 3)Başka-adlılığın kendisi, anlaşılır
yerin olanaklı imgesi. İdeal-yer. 4) Mesaj: Bir amblemler sistematiğinden hareketle ideal bir
yeniden
inşa:
- Beşinci imparatorluk.
- Yalnızca çoklutekilliklerin varolduğunu düşünmek, ama bundan ampirizme benzer bir şey çıkarmamak.
Gerçek evren çoklu ve olumsaldır, bütünleştirilemez.
- Hakiki bir çokluk, boşluk ve sonsuzluk felsefesinin yolunu tutmak. Tanrıların ebediyen
terkettikleri
bu dünyaya hakkını verecek bir felsefe.
Badiou (Yüzyıl):
- Tarihsel Portekiz'in geri çekildiği gezegen çapındaki tarihsel duruma yakışır şair.
- Eşi görülmemiş şiirsel bir karmaşıklık icat ederek zamansal köhneleşmeye karşı mücadele eder.
- Karmaşıklığın poetikasıyla sadeleştirmeye karşı savaşım.
- 20.yy.ın önemli temasi vahşet: Korsanlık metaforu. Özne ben'in yerini özne-biz'in alması için
vahşet kaçınılmaz. Fikir ancak özne-biz içinde bedenlenebilir ve özne-ben kendi çözülüşüne ancak
işkenceyi/eziyeti üstlenme, hatta arzulama riskiyle katılır.
- 20.yüzyılın sorunu ideaya hissedlir gücünü vermek. (Ters Platonculuk)
- Düşen bir anti-diyalektik. Yalnızca ideada gerçek vahşet vardır. İdea/Tanrı öldü mü?) cellat da
ölür.
- Denize Övgü yalnızlıktan yalnızlığa gider, son sözü biz değildir.
Kolektif
vahşet geçiştir.
- Orji halindeki vahşetin Biz'i içinde Ben'in kozmik bir benimsenişi ve özne-ben özne-biz'le
bağlantıya girer.
- Özne-ben korkusu. Kolektife katılmaya ve yaratıcı aşkınlığa yönelten ilk hareket artık korkmamak.
Ödlekliğin tersi irade değil akışa kendini bırakmaktır (Dişi Campos). Çünkü pasiflik özne-ben'in
çözülmesidir. Ama öznenin başka oluşunun bulunduğu yerde hümanist sulugözlülük gelir. Farklılıklara
hoşgörülü çokluk. Her zaman her yerde aynı olan hayat.
YK Sergi Kataloğu:
Clara Ferreira Alves
- Bernardo Soares: alterego.
- Pessoa karavelaların dönüşüdür.
- Dörtgen anayurt. Ben'in kendini yok etmesi.
- Ya da Portekiz Varlığının kendini yok etmesi.
Richard Zenith
- Dışkimlikler (heteronyms). Fernando Pessoa diye biri yoktur.
- 13 Haziran 1888 Lizbon.
- 5 yaşında iki ölüm. Baba ve küçük kızkardeş. Annenin ikinci evliliği.
- Afrika Natal'da Durban. 1905 Lizbon'a kesin dönüş.
- İlk yarattğı kişi: Charles Robert Anon. (15-16 yaş).
- 1913'te Huzursuzluğu yazmaya başladı.
- 1914'de kendisiyle birlikte 4 şair yarattı.
- Üç dışkimlikte duyumsalcılığın dışavurumu.
- Pessoa'ya göre;
Caiero: Şeyler oldukları gibi hissedilmeli.
Reis: Şeyler aynı zamanda belirli bir klasik ölçü ve kural idealine de bağlanmalı.
Campos: Şeyler yalnızca hissedilmeli.
- Whitman belki de en büyük ve tek etkidir.
- Beş İmparatorluk Öğretisi: (Kutsal Kitap Daniel 2. Bölümde imparatorluk kehaneti. Babil,
Pers, Yunan, Roma, gelecekte Portekiz.
- Dışkimlikler ve Yeni Paganlık davası aynı bütünün aslında dağılmanın parçası.
- Pessoa 'nın inanmadığı tek şey birlikti. "Doğa bütün olmaksızın, parçalardır."
- Batıni disiplinlere bağlanışı: hakikati aramak. Yıldız falı, Kabala, Gül haç, masonluk gibi
hermetik
gelenekler, ispiritizma. Teosofi, simya, nümeroloji, büyü.
Tabucchi:
- Yarı Portekizli sayılabilecek Tabucchi (eşi Portekizli) Pessoa'yı İtalyanca'ya kazandırmış.
Bir Sayıklama altbaşlığıyla Tabucchi anlatısı, Kasım 1935'de hastaneye
yatan
ve oradan sağ çıkamayan Pesso'nın öteki kimliklerince ziyaret edilişini canlandırır. Vedalaşma.
- Bağışla beni Ophelia, yaşam benden ve aşkımdan daha güçlüydü (9)
- İlk ziyaretçi Campos, Pesso'nın Ophelia'dan ayrılması için çabalamıştır. Senin iyiliğin için
yaptım,
der. "Elveda Fernando. Sonra fısıldadı: Belki de aşk mektuplarının hepsi gülünç değildir."
(18)
- Arkadan üstad Caeiro gelir. Size yazdıran bendim (İtiraf). Ayrıca siz çocukken daha, ölen
babanızım
sizin. Joaquim de Saebra Pessoa'nın yerini ben doldurdum. Pesso onu da biliyordum, diye yanıtlar
Caiero'yu.
- Ertesi günü ziyaretçisi Ricardo Reis'tir. Onun itirafını da Pessoa bilmektedir. Portekiz'i hiç
terketmemiştir aslında.
- Bernardo Soares: Bay Pessoa korkarım gevezeliklerimle sizi yordum, kusura bakmayın, rahatsız
ettim.
(43)
- Del Antonio Mora (filozof deli: Paganların Dönüşü) der ki: "Ya
kendiniz hakkında ne anlatıyorsunuz. Sevgili Pessoa?" (49)
- "Şu yaşam diye adlandırdığımız imgeler tiyatrosunu terk etme zamanı geldi. Ruhumun gözlüğüyle
gördüğüm şeyleri bir bilseniz, yukarıdaki sonsuz boşlukta Orion'un kollarını gördüm, şu yeryüzü
ayaklarıyla Güneyhaçı takımyıldızında yürüdüm, parlak bir kuyrukluyıldız gibi sonsuz geceleri,
imgelemin şehvetin ve korkunun yıldızlararası boşluklarını aştım, erkek, kadın, ihtiyar, küçük kız
oldum, Batı başkentlerinin geniş caddelerindeki kalabalık oldum, sessizliğine ve bilgeliğine
imrendiğim Doğu'nun dingin Buda'sı oldum, kendim ve başkaları, olabileceğim herkes oldum, onurlar
ve
onursuzluklar, coşkular ve yılgınlıklar yaşadım, erişilmez nehirler ve dağlar geçtim, huzur dolu
sürüleri seyrettim ve başıma güneş ve yağmur geçti, kızışmış dişi oldum, sokakta oynayan kedi
oldum,
çünkü yaşam yeterli değildi. Artık yeter, sevgili Antonio Mora, benim yaşamım bin yaşam demekti,
yorgunum şimdi, mumum eridi artık, rica ederim gözlüğümü verin bana."
- Aşırı alkolün neden olduğu hepatit krizinden öldü (30 Kasım 1935) Sao Luis dos Franceses
Hastanesi'nde.
Saramago: Ricardo Reis
- 3 alıntıyla açılır.
- Ricardo Reis: 'Bilgedir dünyayı seyretmekle yetinen.'
- Bernardo Soares: 'Hayatımı büyük bir titizlik ve özenle, hareket-etmeme biçimini arayarak
geçirdim.'
- Fernando Pesso: 'Bana hiç varolmamış birinden böyle söz etmenin saçma olduğu söylenirse,
cevabım, Lizbon'un var olduğuna, yazmakta olan benim varolduğuma ya da herhangi birinin herhangi
bir
yerde var olduğuna ilişkin elimde hiçbir kanıt bulunmadığıdır.'
- Şöyle başlar Saramago romanı: "Burada bitiyor deniz ve kara başlıyor. Solgun kent yağmur
altında, nehir çamurlu, kıyıları hep su basmış." (11)
- "Haydi öyleyse, gidelim, dedi Fernando Pessoa. Gidelim, diye karşılık verdi Ricardo Reis." (406)
- Arka Kapak Notu: Pessoa, ben yazılacak bir romanın kahramanıyım' demiş. Saramago, Pessoa'nın
kendisi, tıpkısı, başkası, ayrısı, aynası olan Ricardo Reis'i romanlaştırdı.1984.
Pessoa Pesso'yı Anlatıyor:
- "Sonuç dehşet, esrar, fazla zekâdan kaynaklı korkudur." 1912
- "Karakterimi bütünüyle niteleyecek olan şey önemli eylemlere girişmekten ve fikirleri enine boyuna
tasarlamaktan duyduğum tiksinti, dehşet ve imkansızlıktır." 1912
- "Ben deliyim. Hem de tahayyül edilmesi güç bir deliyim." 1912
- "Ne diyeceğimi bilmiyorum. Ben gemicilerin ve imparatorluk kuranların soyundanım. …ben susarak
anlaşılmamayı tercih ederim." 1929-30
- "Kendini bir ideale vakfedenler aşağı insanlardır. yalnızca hiçbir ideale vakfetmeyenlerden
üstündür." 1929
- "Salaklık! Senin adındır mutluluk!" 1929
- "sosyalizm, anarşizm, midenin bağlam değiştirdiği (ve midenin kafadan geçtiği) bütün bu –izm'ler,
ideal olanın biçimleri değil, ideolojinin güçsüzlükleridir." 1929
- "Bir taş bir işçiden çok daha ilginçtir." 1929
Pessoa: Felsefe Denemeler
- Genç yaşlarında felsefe okumalarına bağlı felsefe notları.
- Aslı İngilizce.
- İlk kez 1968'de basılıyor.
- "Akılcılık dogmatiktir… Akıl kendi başına ahlaki değildir çünkü akıldan türemiş ahlak yoktur….
Ahlaklılık akıldışıdır. Yine de yaşamın kendisi akıldışı olduğu için ahlaklılık bu özelliğiyle
yaşamın temelidir." 76
- "Pessoa'nın edebi ve felsefi çalışması, bir benlik ve bir insan olmanın başka bir yoluna,
varlık
ötesinde yatan bir varlık olma yoluna doğru bir deneydir. Bir insanın, içimizde hiç olmayan ama
ancak insandışı olmadan insan olabilecek olanı açığa çıkaran, insanötesine dönüşme
deneyimidir." (Paulo Borges)
Pessoa: Şeytanın Saati
- "Ben zavallı bir efsaneyim Bayan, der Şeytan. Beni teselli eden tek şey evrenin de bir efsane
olmasıdır."
- Kadın, şeytana büyük bir merhamet duyacaktır
- Pessoa'nın yapıtı aslında bir negatif yapıt. –Işık Ergüden.
Pessoa: Anarşist Banker
- Antik çağ Sokratik diyalog yöntemiyle iki arkadaş sohbet eder. Aslında monolog.
- Kapitalist banker aslında anarşist olduğunu kanıtlar (?) Bankerlik, gerçekleştirilebilecek tek
anarşıst eylemdir.
- "Proleterya diktatörlüğü'nü savunan salaklar…" (19)
Pessoa: Bulmaca Meraklısı Quaresma
Pessoa: Ophelia'ya Mektuplar
(21 Ekim 1935)
Bütün aşk mektupları
Gülünç.
Aşk mektubu olmazlardı
Eğer olmasalardı
Gülünç.
Bir zamanlar ben de aşk mektupları yazdım;
Öbürleri gibi onlar da
Gülünç.
Aşk mektupları, aşk varsa eğer
Olmalıdırlar
Gülünç.
Ama yine de
Yazmayanlar hiç
Aşk mektubu
Asıl onlardır
Gülünç.
Ne kadar isterdim dönmek
O eski günlere
Hiç farkına varmadan
Yazdığım o aşk mektupları
Gülünç.
Gerçek şu ki bugün artık
Bendeki anıları
Bu aşk mektuplarının
Asıl onlar
Gülünç..
(Bütün aşırıya kaçan sözler,
Bütün aşırıya kaçak duygular
Elbette ki
Gülünç.)
- 1920'de sevgilisi Ophelia'ya mektuplar (Aynı iş yerinde çalışan genç kadın.)
- "Benim mektuplarımdaki belirli özsözlülük seni şaşırtmasın. Mektuplar, artık içimizde
kendileriyle konuşma isteği duymadığımız kişiler içindir; onlara seve seve yazarım. Anneme
sözgelimi, hiç seve seve yazmadım, gerçekten çünkü onu çok seviyorum." (23 Mart 1920)
- "İyi ki neşeliydin ve beni (Alvaro de Campos) görünce sevindiğini belli ettin." (27 Nisan 1920)
- "İzliyor musun, anlıyor musun beni? Gerektiği gibi söylendiğinde bunlar babanın aklının bir
köşesine
yazılacaktır kuşkusuz." (28 Mayıs 1920)
- "Sil gözyaşlarını, yavrucuğum! Genellikle sana karşı olan eski dostum Alvaro de Campos bugün
senden
yana." (28 Mayıs 1920)
- Seslenişler: Nininhu Bebek, Küçük Bebek.(1920,) Haşin Bebek 1929).
- "Sonuçta ne olup bitti? Beni Alvaro de Campos'le değiştirdiler." (15 Ekim 1920)
Pessoa : Düşsel Ve Gerçek (Şiirler)
- Pessoa, Portekizce Kimse demek.
Alberto Caiero
…
Tutkum ve isteklerim yok benim.
Şair olmak bir tutku değil benim için.
Bu benim yalnız olma yolum. (16)
…
Sonu olmayan bir masumiyettir sevmek
Tek masumiyet de hiç düşünmemek… (1
Alvaro de Campos
Denize Övgü'den:
Rıhtımda kimsesiz, yapayalnız, bu yaz sabahı
Bakıyorum kumsalın kıyısından, bakıyorum Belirsizliğe,
Bakıyorum ve küçük, siyah parlak bir vapurun
Yaklaştığını görmekten mutluluk duyuyorum.
…
İçimde bir bulantı gibi kabaran tatlı hüzünle,
Düşsel bir deniz tutmasının başlamasıyla birlikte.
…
Ah, kim bilir, kim
Bir zamanlar, daha ben ben olmadan önce, benim de
Böyle bir limandan yola çıkıp çıkmadığımı, gün doğarken
Güneşin eğik ışınları altında, bir gemiyle
Bir başka limandan ayrılıp ayrılmadığımı?
…
Ah, Ulus-gemilerle ayrıldığımız o büyük Rıhtım!
O büyük İlk Rıhtım, ölümsüz ve kutsal!
…
Rastgele bir siren sesi duyuluyor nehirden, tek bir siren,
Birden temelinden sarsılıyor ruhum
Ve giderek hızlanıyor içimdeki volan.
…
Ve denizlerin geçmişte yaşanmış bütün çağları beni çağırıyorlar.
…
Sizinle yitirmek her türlü ahlak kaygısını!
İnsanlığımın artık değiştiğini hissetmek!
Güney denizlerinde sizinle yeni vahşetler,
Yeni yürek sarsıntıları ve yanardağ ruhumdan
Yeni ateşler içmek! Sizinle yola çıkmak
Ve geride bırakmak –ah, haydi, düşün önüme!-
Uygar giysilerimi, kibar davranışlarımı,
…
Kırılmış omurgalar, batık gemiler, kanlı denizler!
Kana bulanmış güverteler, parçalanmış cesetler!
Filika küpeştelerinde koparılmış parmaklar!
Dört bir yana saçılmış çocuk başları!
…
Dünyanın bütün korsanlarının kurban-bireşimi olmak!
Edilgin bedenimle korsanların ırzına geçtikleri,
Öldürdükleri,
Yaralayıp parçaladıkları kadınlar kadını olmak!
Varsın saldırılmış bedenim onların hepsine hizmet eden
Ve bütün bunları, bunların hepsini bir anda belkemiğinde
Hisseden kadının bedeni olsun!
…
Ah, iyileştirmek için işkence edin bana!
…
Biz hepimiz çanak yalayıcıları çağdaş hayırseverliğin!
Veremliler, sinir hastaları gibi bitik, içi geçmiş,
Vurup kırmaktan, erkekçe dövüşmekten kaçan
Ruhlarını iplikle bağlı bir tavuk ayağı gibi
Sürükleyenler!
…
Ey benim çocukluğum, kırılmış oyuncağım!
Dönememek o geçmişe, o eve, o sevgiye,
Orada kalamamak hep çocuk, her zaman mutlu!
…
Gemi rıhtımdan ayrılıyor, güneş yükseliyor,
Altın rengi,
Işımaya başlıyor rıhtımda damlar.
…
Ufukta giderek belirsiz bir nokta (ah, çilem benim!)
Ufukta giderek belirsizleşen küçük bir nokta…
Sonra hiç, yalnız ben ve yokluğunun acısı
Ve artık güneşle ışıyan koca bir kent
Ve gemileri olmayan bir rıhtım gibi gerçek
Ve çıplak bu saat
Ve bir pusula gibi ağır ağır dönen vinç
Kimbilir hangi duyguyu izlercesine yarım daire
Çizen
Tedirgin ruhumun sessizliğinde…
Ricardo Reis:
Tanrıların hiçbir şey
Bağışlamadıkları kişi özgür olabilir ancak.
Fernando Pesso:
Numaracı biridir şair.
Öyle ustaca numara yapar ki,
Gerçekten acı çekerken bile
Rol yapıyormuş gibi görünür.
…
Ey tuzlu deniz, tuzunun ne kadarında
Portekiz'in gözyaşları var?
Pessoa (Bernardo Soares): Huzursuzluğun Kitabı
Yarı dışkimlik: Soares.
1913'te yazılmaya başlanmış, ölümüne dek yazılmış. İlkin 1982'de basılmış.
- Müstakbel çiftler geçiyor, ikişer ikişer küçük terzi kızlar geçiyor, haz peşinde koşan
gençler…
Bütün bunlar gelip geçiyor ve hiçbiri bana hiçbir şey ifade etmiyor, hepsi yazgıma yabancı – hatta
kendi yazgılarına bile yabancı. (24)
- Olaysız yaşamöykümü, hayatksız hikayemi anlatıyorum. 31
- İnsan ilginç ya da yararlı ne anlatabilir? 31
- Yaşamak, başkalarının niyetleriyle örgü örmektir. 31
- Ne zevk, ne ün, ne iktidar: özgürlük, yalnız özgürlük.
- İnancın hayaletlerini bırakıp aklın hortlaklarıyla haşır neşir olmak, sadece ve sadece yeni
bir
hapishaneye geçmek demektir. Sanat bizi eskimiş, resmi putlardan olduğu gibi, gene alelade birer
put
olan yücegönüllülükten ve toplumsal meselelerden de kurtarır. 47
- Dolayısıyla, ırmağa eğilmiş, gerçeğin beni terk etmesini, beni yeniden bir hiçlik ve bir yalan
olarak, akıllı ve doğal olarak bırakmasını bekliyorum. 52
- Anlamak için kendimi yok ettim. Anlamak, sevmeyi unutmaktır. 60
- Kimse bilmeyecek, çünkü bu ölümlü dünyada kimse bir şey bilmez….
- Ve kumlar her şeyi örtecek – yaşamımı, yazılarımı, sonsuzluğumu.
- Bozguna uğramamın bilincini götürüyorum yanımda, bir zafer sancağı gibi. 68
- Ey okurlar, mutlu olup olmadığımı soruyorsanız, cevabım hayırdır. 75
- Ben genellikle kendi derinliklerimde bile henüz tasarlanmamış eylemlerin, dudaklarımı
uzatırken
aklıma bile getirmediğim sözcüklerin, tamamına erdirmeyi umursamadığım hayallerin kuyusuyum.
76
- Ne mutlu yaşamlarını kimseye emanet etmeyenlere. 76
- Yazmayı bırakıyorum, çünkü yazmayı bırakıyorum, hepsi bu. 81
- İşte özgürüm, yitip gitmişim.
- Hissediyorum. Aeşten titriyorum. Ben, benim. 83
Sırtı uyuyan adam….
- Ey Lizbon'um, yuvam benim! 89
- Eyüp'ün kitabındaki şu çok yalın, çok engin cümleye dilim dönmediğinden: 'Ruhum hayatımdan
yoruldu!' 93
- Her şey beni yoruyor, yormayan şeyler bile. Neşeyle acının tadı, benim için bir. 94
- Ve tüm bunların ortasında bir ben kalırım, hiçbir Sevgi'nin evlat edinmediği, hiçbir
Dostluk'un
oyunlarına almadığı, yüzüstü bırakılmış, zavallı bir çocuk. 103
- Yaşamak, bir başkası olmaktır.110
- Yaşamak zorunda olmanın dehşeti yataktan benimle birlikte kalktı. Her şey gözüme boş göründü
bir
an ve içimden buz gibi bir ses, hiçbir derdin çaresi yoktur, dedi. 113
- Biz aslında insanları sevmeyiz. Sevdiğimiz, bir insan hakkında oluşturduğumuz
fikirdir.125
- Otuzbir çekmeden yapamayan insanlar iğrenç insanlardır, ama iyi düşünüldüğünde, aşkın
mantığını
kusursuzca ortaya koymaktadırlar. Ne bir başkasını ne kendini: hiç kimseyi aldatmayan bir onlar
vardır. 125
- Söylemek! Söylemeyi bilmek! Varlığı yazıya dökülmüş sesin, zihindeki görüntülerin üzerine
kurabilmek! Hayat daha fazlasına değmez. 129
- Yazdıklarımı kimsenin okumamasına üzülüyor muyum? Bunları yaşamaktan kopmak için yazıyorum,
yayınlatmıyorum da. Çünkü oyunun kuralı bu.129
- Seyahat fikri midemi bulandırıyor. 131
- Hiç görmemiş olduğum her şeyi göreli çok oldu. 131
- Henüz görmemiş olduğum her şeyi göreli çok oldu. 131
- Yalnızca var olmayan manzaralar, asla okumayacağım kitaplar dağıtıyor sıkıntımı. 132
- Hissetmektir mühim olan, yaşamak değil. 135
- Karamsar değilim, hüzünlüyüm. 138
- Septimus Severus ise: 'Omnia fui, nihil expedit,' demişti; 'Her şey idim, hiçbir şeye
değmezmiş.' 142
- Özgürlük içimde yoksa, hiçbir yerde yok demektir. 145
- Yorgunluk, yok olmanın değil (…) çok daha korkunç ve derin bir şeyin peşindedir: varolmuş
olmuş
olmayı bırakmak; işte bunun hiç yolu yok. 147
- 'Yurttaşlık görevi', 'dayanışma', 'insanlığa hizmet' ve bu cinsten başka teraneler, bir
pencereden tepeme atılmış çöpler kadar sinirimi bozar. 168
- Akıl inancın bir biçimi (182)
- Özlediğim hiçbir şey yok. Hayatım acıyor. Bulunduğum yer acıyor, kendimi bulabileceğimi
düşündüğüm yer çoktandır acıyor. 187
- Bir roman kahramanı, okunmuş bir hayat olup çıktım. Hissettiğim her şey, sadece ve sadece
(bütün
çabalarıma rağmen), yazılmak üzere hissediliyor. 196
- Yazdıklarını yayınlatmak – kendini topluma mal etmek. Ne rezil bir ihtiyaçtır bu! 213
- Görüş edinmemek, varolmaktır. Bütün görüşlerin sahibi olanlara ise şair denir. 214
- Tanrım, kimin izleyicisiyim ben böyle? Kaç kişiyim? Ben kimdir? Kendimle ben arasındaki bu
mesafe nedir? 215
- Yağmurun büyüyen sesi nihayet sakinleşiyor, adeta herkesin gözyaşları onda akıyor. 223
- Peki, kim kurtaracak beni varolmaktan? Ne ölümdür istediğim, ne de hayat. 225
- Benim yüzümden birinin üzülmüş olmasına üzülüyorum; beni bir tek bu üzüyor, hepsi bu… 233
- Hayatın trajik kofluğu. 240
- Politik ve toplumsal duygular arasında bende iz bırakan olmadı. Buna karşılık kendimce, soylu
bir duyguyla seviyorum vatanımı. Benim vatanım Portekizce. 256
- Tanrıları olan birini sıkıntı asla ele geçiremez. Sıkıntı, mitolojinin olmayışıdır. 262
- Sahip olan kaybeder. Bir şeye sahip olmaksızın hissedeceğini hisseden ise o şeyi korumuş olur,
çünkü o şeyin içinden özünü çekip almasını bilmiştir. 267
- Ah! Devrimciler yüzünden insanların burjuvalar ve halk, soylular ve halk ya da yönetenlerle
yönetilenler diye bölünmüş olması ne pis bir hata, ne acı bir yanlış! 269
- Özgürlük yalnız kalabilmeye denir(...) yalnız yaşamıyorsan doğuştan kölesin demektir. 275
- Para güzeldir, çünkü özgürlüktür. 284
- Yaşamayı beceremeyişime deha dedim, alçaklığıma ise incelik. 295
- Çaba sarfetmek bir suçtur, çünkü her eylemle bir düş ölür. 296
- Başkalarına yararı dokunabilecek bir hayatı heder etmek, güzel olacağı kesin bir yapıtı asla
gerçekleştirmemek, başarıya giden yolu yarıda bırakmak büyüklüktür! 313
- Sanat niye bu kadar güzel? Çünkü yararsız. Hayat niye bu kadar çirkin? Çünkü amaçlardan,
tasarılardan ve niyetlerden örülmüş. 312
- İdealim her şeyi bir romanda yaşayıp hayatta dinlenmek- heyecanlarımı okumak, onları
küçümseyişimi ise yaşamak. 325
- Sanat: bütün değerini bizi buradan uzaklaştırmakla kazanır. 335
- Sevmeyiz, sadece öyleymiş gibi yaparız. 340
- Tanrılar, biz her ne olamayacaksak onun cisimleşmesidir. 347
- Galiba benim gibilere dekadan diyorlar. (…) Böyle yaratıldığımı ve saçma olduğumu
hissediyorum.
357
- Umut etmek mi? Ne var ki umut besleyeceğim? 366
- Bir taşta, bir toz tanesinde tekrar dünyaya gelsem – ruhum bu arzuyla ağlıyor. 371
Istırap molası.
- 417: Hiçbir şey okumak kadar zevk vermez bana. 384
- 418: Okumaktan nefret ederim. 385
- Kadın ideal düş kaynağı. Sakın el sürme. 391
- Aralarından bir yabancı gibi geçtim, ama hiçbiri öyle olduğumu anlamadı. İçlerinde casus
olarak
yaşadım ama kimse –ben bile- benden şüphelenmedi. Beni akrabadan saydılar. 396
- 436: Yağmur 398
- Hayat, demiş Gabriel Tarde, yararsızlıktan geçerek imkânsızı aramaktır; Ömer Hayyam da olsa
böyle söylerdi. 407
- Yaşamak, zahmetine değmiyor. Bakmak – işte buna, bir tek buna değer. Yaşamaksızın bakabilsek
mutluluğu yakalamış olurduk! Ne var ki, bütün düşlerimizin adeti olduğu üzere, bu da imkansızdır.
430
- Tamamen benim elimden çıkma bu günlüğün fazlasıyla sahte olduğunu düşünenler çok olacaktır.
Ama
sahtelik benim yapımda var. 431
- Yeniliklere karşı kaygıyla karışık bir hassasiyetim var: ben sadece bildiğim yerlerde rahat
ederim. 433
- Edebiyat –sanat ile düşüncenin o birleşimi, geçekliği lekelemeyen o icraat- bence
insanoğlunun,
uğrunda var gücüyle uğraşması gereken amaçtır, tabii insanoğlu aşırı büyümüş bir hayvani ur değil
de, sahiden insan olaydı. 434
- Kıpırdanmak, yaşamaktır; kendini anlatmak, hayatta kalmaktır. Hayatta doğru tasvir
edebildiklerimizin dışında gerçek yoktur. 435
- Yaşamaya cüret etmemiş insanın hafif soluğu, hissetmeyi bilmeyenin kaba yutkunmaları,
düşünmekten kaçınmış olanın yararsız mırıltısı –usulca geç git, silinerek geç, mecbur olduğun
kasırgalara kapıl, zorla önüne sürdükleri yokuştan çık, ister gölgeye yürü ister dünyanın kardeşi
ışığa, ister şana ister Kaos'un ve Gece'nin kardeşi yıkıma- ama kendindeki derin karanlıklarda
hatırla ki senden sonra geldi Tanrılar ve Tanrılar da zamanı gelince göçer. 436
- Nasıl bir hayat seninki? (…) Bedenin mi? İster çıplak olsun ister giyinik hep aynı, otursa da,
yatsa da, ayakta dursa da hep aynı pozisyonda. Bütün bu anlamsızlıkların anlamı ne? 446
- Sana bir cinsel organı olan, gerçek kadınlara duyduğum tiksintiden geçerek vardım. Yeryüzünün
kadınları (…) insan zevkin cinselliğin emrine gireceğini daha baştan gördüğü halde kadınları nasıl
sever, aşkın hemen pörsümesine nasıl engel olabilir? 448
- Manzaranın Hayat'ı bir hale gibi kuşattığı, hayal kurmanın ise kendi kendini hayal etmekle
sınırlı kaldığı bu saatlerde, huzursuzluğumun sessizliğinde aşkım, içindeki ağaçlıklı bir yolun en
ucunda, terk edilmiş bir evin kapılarının açıldığı bu kitabı büyüttüm. 452
- Hayatımın penceresine kuruldum ve yaşadığımı, varolduğumu unutarak ılık bir cenaze için,
sessizliğimdeki sunaklara serilen lekesiz keten örtülerden kefenler yaptım. 452
- Şimdi bu kitabı sunuyorum sana, çünkü onun gereksiz olduğu kadar güzel olduğunu biliyorum.
Hiçbir şey öğretmiyor, hiçbir şeye inandırmıyor, hiçbir duygu uyandırmıyor (…) ne bereket. Ne
felaket getiren, basit bir derecik. 452
- Dışarıda bir yaz ikindisi. Ne kadar da isterdim bir başkası olmayı… pencereyi açıyorum.
Dışarısı
yumuşacık, ama sinsi bir sancı gibi, anlamsız bir tatminsizlik gibi yaralıyor beni. 466
- Beni inciten, içimi parçalayan, ruhumu lime lime eden son bir şey daha var. Şu an, bir başıma
pencerede durmuş, böyle hüzünlü, tatlı şeyle düşünürken, tablolardaki insanlar gibi güzel, estetik
olmam gerekirdi –oysa öyle değilim, o kadarını bile olamadım… 466
- Katıksız hayaldir beni büyüleyen. 471
- Bir tek aramayan mutludur; çünkü sadece aramayan bulur, çünkü zaten sahiptir bulduğuna.
472
- Tıpkı gölgemiz gibi peşimiz sıra gelir hayat. Ve gölge ancak, gölgeler her yeri sardığında yok
olur. Hayat ancak devinime teslim olduğumuzda bırakır peşimizi. 474
- Günün birinde tablonun birindeki bir kadının evli olduğu gibi saçma bir şey öğrensem (…) gene
aynı ıstırabı çekerdim.476
- Hatta ne bugün, ne yarın, herhangi bir şey yapmaya gerek yok. 480
- Ama benim sözlerime de inanma, çünkü hiçbir şeye inanmamalı insan. 480
- Çaba göstermek boyunadır, ama bizi oyalar. Akıl yürütmeler asla bir sonuca varmaz, ama
eğlencelidir. Sevmek bir karın ağrısıdır, ama belki de sevmemekten iyidir. Buna karşılık hayal,
her
şeyin yerini tutabilir. Gerçek bir çaba yokken, çaba fikrini barındırabilir. 482
- Bir manzarayı seyrederken gururumu en çok yaralayan şey, başka birinin, benzer bir amaçla
burayı
çoktan seyretmiş olduğunu bilmenin acısıdır. 485
- Dileğimin esası, özeti şudur: hayatı uyumak. Hayatı, yaşanmış olarak arzulamayacak kadar çok
seviyorum; yaşamamayı ise, hayatı fazlasıyla yakışıksız bir şekilde arzulamayacak kadar seviyorum.
495
- İşlevimiz hiç olmaktır. 496
- Pecca fortite. (İşleyeceksen ağır günah işle!) 498
- Sevmek, yalnızlıktan yorulmaktan olur; yani bir alçaklıktır, insanın kendine ihanetidir.
499
- Geçmişe bütün saygısını, geleceğe ise bütün inancını ya da umudunu yitirmiş bir kuşağa, daha
doğrusu bu kuşağın bir parçasına aitim. 502
- Sevmekten aciziz, sevilmek için gereken sözlerse daha söylemeden yorara bizi. 503
- Belirsiz, derin bir sıkıntının münasebetsiz tazeliğinin cıvıltısı geliyor kulağıma, oradan,
bahçenin aptal dibinden, arı kovanlarının arkasındaki şelalelerden. 512
- Şunu da belirtmeden geçmeyelim ki, kadın kendisinden üstün olduğu için bir erkeğe ihtiyaç
duyar.
Kanımca, kadın kendini tek bir erkekle sınırlamamalıdır ki, gerekirse onu hayali erkeklerden
oluşan,
gideren büyüyen bir çemberin merkezine oturtabilsin. 513
- İçinden aşifte olabilmek, kocasını içinden, sarmaş dolaşken bile aldatabilmek,
kocasına
verdiği öpücüğün (gerçek?) anlamı olmayabilmek –ah, siz üstün kadınlar, ah esrarlı Beyinlerim
benim-
işte haz diye buna derler. 514
- Kadın esasen cinselliğine düşkündür. 515
- Bu kitap hiç hayatı olmamış bir adamın biyografisidir. 526
- Klasik yazarların üslubu ve dekadanların yapıtları ruhumla uyuşuyor. 531
ZZK:
- Tanrıcılık oyunu.
- Akılla inanç arasından çıkan kurtuluş: Sanat…
- Anlamak; sevmeyi unutmak?
- Camın arkasından hayata, sinema perdesine bakan Pessoa.
- Pessoa okuru sihirli aynalar labirentine girer.
- Yer yer Nietzsche'en dil, retorik. Bkz.HK 61
- Parodi- parodi- parodi…
- UZUN METİNLER I: Süleyman'ın Şarkıları, kutsal şiir dili. Naat. Biçimini
reddeden içerik… İroni.
- Tumturak. Gösterişli, şişik bir Portekiz sanat akımı (stil) var mı? Portekiz klasizmi?
- Buzzati? HK, s.464. "Çünkü güya genç barbarlar sınır boylarında görünmüş ve hayat gelip
imparatorluktan yaşama sevincinin hesabını sormuş."
- Pessoa-Unamuno ilişkisi. Araştır.
- Pessoa-Rilke ilişkisi. Araştır.
- Uzun eklerle ana (numaralı) gövde metinler arasında doku (kan) uyuşmazlığı var. Uzunlarda daha
uçlarda, çılgın (romantik) ve retorik bir anlatım var. Daha geç dönem metinleri: yalnızlık, acı
çekme,
kimsesizlik, yaşamın aşağılanması, kurtuluş izleği olarak ölüm, vb.
- Pessoa-Birhan Keskin ilişkisi. Araştır.
- Resimyazı. Duyumsallık.
- Oscar Wilde: "İnsanların çoğu aslında başka insanlardır." HK 272
Kaynaklar
- Fernando Pessoa; Düşsel ve Gerçek (Seçme Şiirler, 2004), Çev. Cevat Çapan, Dünya Yayıncılık AŞ, Birinci basım, Aralık 2004, İstanbul, 104 s.
- Fernando Pessoa; (Alvaro de Campos); Denize Övgü (Ode Maritima, 1915), Çev. Cevat Çapan, İyişeyler Yayıncılık, Birinci basım, Aralık 1995, İst., 45 s.
- Fernando Pessoa; Felsefi Denemeler (Philosophical Essays, 1906-7), Çev. Ümit Şenesen, Aylak Adam Yayınları, Birinci basım, Ekim 2013, İst., 215 s.
- Fernando Pessoa; Ophelia'ya Mektuplar (Cartas de amor de Fernando Pessoa, 1920-9), Çev. Sema Rıfat, Sel Yay., Birinci basım, Mart 2009, İst., 107 s.
- Fernando Pessoa; (Bernardo Soares); Huzursuzluğun Kitabı (Livro do Desassossego, 1982), Çev. Saadet Özen, Can yayınları, Birinci basım, Ekim 2006, İstanbul, 533 s.
- Fernando Pessoa; Pessoa Pessoa'yı Anlatıyor (2012), Der. ve Çev. Işık Ergüden, Kırmızı Kedi Yayınları, Birinci basım, Ekim 2012, İstanbul, 279 s.
- Fernando Pessoa; Anarşist Banker (Banqueiro Anarquista, 1922), Çev. Işık Ergüden, Can yayınları, Birinci basım, Mart 2006, İstanbul, 88 s.
- Fernando Pessoa; Şeytanın Saati (A hora do diabo), Çev. Işık Ergüden, Metis Yayınları, Birinci basım, Nisan 1993, İstanbul, 53 s.
- Fernando Pessoa; Bulmaca Meraklısı Quaresma (Quaresma, decifrador), Çev. Işık Ergüden, Kırmızı Kedi Yay., Birinci basım, Nisan 2013, İst., 208 s.
- Özpalabıyıklar, Selahattin, Haz.; Fernando Pessoa ve Şürekası (1998), Yapı Kredi Yayınları, Birinci basım, Aralık 2004, İstanbul, 112 s.
- Saramago, Jose; Ricardo Reis'in Öldüğü Yıl (O ano da morte de Ricardo Reis,1984), Çev. Saadet Özen, Can yayınları, Birinci basım, 2003, İst., 407 s.
- Tabucchi, Antonio; Fernando Pessoa'nın Son Üç Günü (Gli ultimi tr giorni di fernando Pessoa,1994), Çev. Münir H. Göle, AFA Yayınları, Birinci basım, Eylül 1994, İstanbul, 60 s.
- Badiou, Alain; Başka Bir Estetik (Petit manuel d'inesthetique, 1998), Çev. Aziz Ufuk Kılıç, Metis Yayınları, Birinci basım, Ekim 2010, İst., 165 (49-59) s.
- Badiou, Alain; Yüzyıl (Le Siecle, 2005), Çev. Işık Ergüden, Sel Yayıncılık, Birinci basım, Ekim 2011, İstanbul, 192 (121-140) s.
- Bloom, Harold; Batı Kanonu (The Western Canon, 1994), Çev. Çiğdem Pala Mull, İthaki Yayınları, Birinci basım, Ağustos 2014, İstanbul, 517 (419-446) s.
|
|