F.
Zeki Z. Kırmızı
F.
Zeki Z. Kırmızı
Daniel Kehlmann (d.1975) dilimize çevrilmiş önceki kitaplarını okuduğum ve beğendiğim, önemli bulduğum bir Alman yazarı. Güçlü, yaratıcı anlağı (zekâ) ile dikkatimi çekti ama asıl anlatıcı bakışındaki devingenliği ile. Anlatıcısının bakışı (kamerası) devinince dünya da devingen, oynak bir dünyaya dönüşüyordu anlatısında.
2013’te yayımladığı F. adlı romanında ondan beklediğim atılımı yapmış gibi görünmüyor, yine yazma becerisi doruk yapmış görünse de, anlatısı daha kıvrak, kurgusu daha rahat işliyor ve günümüzde bir dünya romanından beklentileri karşılıyor gibi olsa da… Yazarın, küreselleşmenin Avrupalı orta-üst sınıflarda doğrudan ve dolaylı izlerini (Büyük oyun kurucuları olan ve büyük bozgunları büyük kazançların izlediği dengesiz piyasa düzenekleri, yine de hacıyatmazlara daha çok şans tanıyor, bu açık.) daha çok düşünsel, kavramsal ilişkiler ağı içerisinde ele alması bizim gibi ülke okurlarını bir Avrupalı okur denli etkilemeyecektir. Yeni ve çağdaş anamalcılığa (kapitalizm) özgü para (finans) ve mali piyasalar evreninin yol açtığı büyük vurgunculuk; sanatın (örneğin, resim) piyasa koşullarına uyarlanması ve bu yönde yine büyük ve eşsiz yasadışı işletimler (operasyon) üzerinden insanların bu yapının bir çıktısı ya da dişlisi gibi davranması, bırakın kendini doğrulayacak bir aktörel tez ileri sürmeyi, buna gerek bile duyulmaması, çağdaş yaşamların bireylerce kazanma tutkusunun başarılı-başarısız bir dizi girişimi olarak kavranılması, özünde temel birey çatışkılarını (dram) epeyce derinlere gömen (Ki yazar çizdiği bu çerçeve içerisinde bu tuhaf insan türünü ve yabancılaşmasını oldukça ince bir gülmece tınısı, yer yer karayergiyle sergiliyor haklı olarak.) ve bu yapay, tetiklemelerle zincirleme tepkeme olarak süren düzeni ele veriyor. Ama romanın en keskin karayergisi (ironi) üç erkek kardeşten birinin düzenin dışına düşmüş, kendi bireyliğiyle en geniş anlamda sorunlu, uyumsuz bir din adamı (rahip) olarak çizilmesi. Öyle bir din görevlisi ki en önemli sorunlarından biri de Tanrı’ya inan(a)mamak. Yine görevlerini yerine getirip dinsel öğütler verirken, günah çıkartırkan tüm bunlara kendisini inandıramamıştır ve açıkça bunu önüne gelenle de tartışır. Oysa gerek kilise içinde gerek sanat piyasasında (Kardeşlerden biri resim alsatçısı ve sahte ressamdır, bir ressamın onun adına resimlerini yapar.) gerekse de finans dünyasında (Üçüncü kardeş ise böyle bir şirketin yöneticisidir ve 2007-2010 yıllarında yaşanan ‘mortgage’ bunalımında şirketi topu atmış olmasına karşın parasını elinde karşılıksız tuttuğu müşterilerini bile bile aldatmaktadır.) herkes için olması gerektiği gibi olamamak ve dolayısıyla birbirlerinin bile yüzüne bakamamak söz konusu. Aslında Kehlmann çağdaş batı dünyasında dizgenin insanları nasıl öğüttüğüne ilişkin gülmeceli (humorik) bir eleştiri yapıyor. Ben olaya roman açısından bakıyorum, yazarın bakış açısını yararlı ve önemli bulmakla birlikte... İçinde yaşadığımız dünya insanı kendisine daha çok yabancılaştırıyor, ondan yıkıcı bir düzen canavarı yaratabiliyor. Canavarın aynı zamanda kurban olduğunu anımsamamızın da tam yeri, sırasıdır ve yazar bu bilinci kuşkusuz taşıyor, böyle yazıyor.
Kehlmann’ın gülmece duygusu gerçekten önemli. Saçmanın (absurd) berisinde kalmayı her kezinde beceriyor, biraz daha ileri gitse büyük saçmayı büyük yergiyle buluşturabilir. Hangisi iyi olur, kestirmek zor.
Bölümler arasındaki boşluklar, uzun uzam-zaman aralıkları ve geçişlerde anıştırıcı belirtilere yüz vermeyen yazarın tutumu, okuru roman mı öykü mü okuduğu konusunda bocalatıyor olsa da ardçağcı (postmodern) anlatım uygulamalarının bu tür sonuçlara yol açması, yazar kendisini bu çizgide görmese de olağandır, diye düşünülebilir. Günümüz yazarı da artık romanında anlattığı kişileri gibi çılgın bir küresel pazarın, piyasanın hem vericisi hem alıcısı… Ne denebilir?
Bir alıntı:
“Sonra gitgide ufak tutarsızlıklar birikiyor. F. evindedir, dışarıda yağan yağmura bakar, ceketini giyip şapkasını takar, şemsiyesini alır, evden çıkar, yağmurun yağmadığı sokaklarda dolanır, şapkasını takıp ceketini giyer, şemsiyesini alır ve sanki az evvel öyle yapmamış gibi evden çıkar. Hemen arkasından uzak bir akrabası karşısında beliriverir; oysa daha önceki bir yan cümleden bu kişinin zaten on yıldır ölü olduğunu öğrenmişizdir. Bir dedenin torunuyla yaptığı zararsız bir panayır gezisi bir anda labirentli bir kâbusa dönüşür; F. nin aslında ağır sonuçları olan bu sakarlığı, sözü dolandırmadan hiç yaşanmamış gibi geri alınır. Elbette insan bunlara teoriler oluşturuyor. İnsan giderek anlamaya yaklaşıyormuş gibi olurken ve hatta anlamaya ramak kaldığını hissederken bir anda anlatı kesiliveriyor -öylesine, hiçbir uyarı olmaksızın, cümlenin orta yerinde.” (69)
[1] Kehlmann, Daniel; F. (F, 2013, Roman),Çev. Özden Özberber, Can Yayınları, Birinci basım, Kasım 2015, İstanbul, 279 s.