Bir Mektup
Zeki Z. Kırmızı / Ocak 2015
Bir Mektup
Zeki Z. Kırmızı / Ocak 2015
Size nasıl sesleneceğimi kestiremedim Bay Pessoa. Hem hiçbirisiniz, hem de ölü. Üstelik, bir daha olup olamayacağını bilemediğim, yapıtınızla, aslında sizinle beş-altı aylık ilk buluşmamızda üzerimde öyle bir izlenim bıraktınız ki karşınızda dostunuz ya da düşmanınız olarak duruyor olabilir(d)im. Ve içten içe biliyorum ki gerçekten karşılaşsaydık birbirimizle kolay kolay tanışmaya gönül indirmezdik ama uzaktan kulak kabartırdık, elbette iki Lizbon'lu olarak (Doğrusu ben başka bir Lizbon'luyum, yani İstanbul'da yaşayan herhangi bir Hiç-biri.) ve tanışsaydık, ince dengeler üzerinde yine de içtenlikli bir Araf çizgisi oluşturabilirdik.
Baştan belirtmem gereken şeyler, çerçeveler var kuşkusuz ve daha tümcem bitmeden vazgeçme isteği ağır basmaya başladı bile. Siz matematik deyince dört işlemli değil, iki işlemli bir matematikten söz ediyorsunuz. Toplama ve çıkarma yok sizin dünyanızda, yalnızca çarpıyor ve bölüyorsunuz. Ama kusura bakmayın, kendinizi bölüp çarpmakla yetinseydiniz bunca ileri gitmez, kıpırdamazdım bulunduğum yerden bir milim bile. Siz önünüze geleni de bölüyor çarpıyorsunuz. Sizin karşınızda insanın kendisi gibi olması, kalması olanaksız... Hem, eklenmeden (yani toplama) ya da eksilmeden (yani çıkartma) söz etmek anlaşılır ve kolay olurdu. Hayır, siz karşınızdakini ya bölüyor ya çarpıyorsunuz. İkisi aynı şey mi bilmiyorum.
Bayım,
Görünmemek için bunca çabanıza karşın yine aynı sıra dışı çabanızın sonucu olsa gerek, sizi görmemek olanaksız. Hayır, bir çelişkiden ya da tutarsızlıktan daha işin başında söz etmek istemem. Belki sırası gelir (ya da gelmez.) Doğaçlama seslenişimde tam bu noktada neyin sırası gelip gelmeyeceğini söylemem çok zor. Sizde tutarsızlık, çelişki bulmak kolay, tersi ise olanaksız ve yalnızca siz istemediğiniz için… Yanlış anlaşılmasın. Siz istemezsiniz, başkalarında (okurunuzda) bütünlük izlenimi uyandırmayı en başta. Sizi bir nedene bağlamak, sizden sonuç çıkarmak tüm neden-sonuç önermeleri tüketildikten sonra (bunu özenle yaptığınızı kaç kez gördüm) sahiden olanaksız mı? Benim boyumu çok aşan bir girişim kuşkusuz. Çevirmeniniz Tabucchi, yurttaşınız Saramago, sizi Yüzyılın (20.) özgün ve yeni bireşimi olarak görmeye yatkın Olay kuramcısı Badiou ve daha niceleri (artık başlı başına küresel bir uzmanlık konusu, nesnesi sayılırsınız) hakkınızda açıklamalarıyla beni kandırabilmiş değiller. Okurunuz olarak sizden yana olduğum, olmak zorunda olduğum için böyle üstelik. İstemeye istemeye tüm bu açıklamalara sizin arkanızda, sizin bile bilmediğiniz bir dış ya da altkimliğiniz olarak karşı çıkmak zorundayım sanki. Beni de böldünüz çünkü. Beni de bir ölçüde Siz'lediniz. Çünkü ikileşmeden okumak olanaksız sizi… Herkesten, karşınızda ve yanınızda olmak üzere iki kişi (!) yaratıyorsunuz daha yazılarınızın başında. Ne yazmış olursanız olun. Hepimizin karşınızda tek parça us, kimlik olarak kalmasına yıkıcı bir karşı çıkışınız var. Siz de buna katlanamıyorsunuz. Ne adına söyler misiniz yarı-dost ve düşmanım Fernando Pessoa. Gerçi aranızda en az inandırıcı olanınız sizsiniz, bunu biliyorum.
Daldan dala atlamamı bağışlayın. Usuma takılanı unutmadan yazıya geçirmeliyim, yoksa iş işten geçmiş oluyor.
Size hiç inanmadım. Size hiç inanılmaması için yoğun, akıl almaz girişiminize karşın, size inanamadım. Oysa bu beklenirdi. Beklenirdi, tinbilimi, toplumbilimi, insanbilimi vb. bunu yeterince öğretmişti bize. Usunuz yaşınızın çok ötelerinde yemlenirken, neredeyse ilkgençliğinizde uzamsız/zamansız anlağınızın, ben deliyim, diye şakımaya başlaması ve kısa ömrünüz boyunca buna başvurmanız (Sığınmanız demiyorum Bay Pessoa, mayına basmamalıyım.) beni 60'lı yaşlarımda tedirgin edebildi. Sözde anlayışlılığım dibinden su almaya başladı şu Felsefi Denemeler'inizle birlikte. Yok artık, dedim, us eleştirisi için bu yaşta ne ivecenlik! 15 yılın içinde us ne zaman kendini buldu da çoktan vazgeçti bile. Benim takıldığım, annenize yazdığınız ünlü mektubunuzda (evet ünlü) bile dile gelen, delirme kaygınız. Bana benziyorsunuz, en azından geçmişime. Kendinizi silerek, görünmez kılarak neye dönüşüyorsanız ondan çıkacak gürültüye, pırıltıya, etkiye sığınmak. Delilik imgenize sığınmışsınız siz de. Ben de ilgisi yokken lise çağlarımda, belki de ortaokulda, topallar, topallayarak yürürdüm. Deli olduğumu savlayacak denli cesur olamadığımı kabul ediyorum. Bana kalırsa siz de cesaretinizle kalmış gibisiniz. Anneniz size inanmamıştır, diğerleri de. Oysa gerçekten delirseydiniz bunun yaratabileceği etkinin düşüncesi sizi orada, o an mutlu edebilirdi.
Mutluluktan söz ettim. Bir yanılgı olduğunu bilerek… Sizle bir araya gelmemesi gereken bir sözcük bu, size karşın hem de. Bugün dünyayı kuşatmış, ele geçirmiş imgenizin sizin gündelik keyiflerinizle, imgenizle ilişkisini kursam, haksızlık etmiş olur muyum? Bunu söylerken zavallı Ophelia'yı ve onu çıldırttığını, en azından öfkelendirdiğini düşündüğüm davranışınızı düşünmemek elimde değil. Hayır, hayır, lütfen yanlış anlamayınız. Size bir kastım yok. Oysa olmalıydı.
Niye mi? Şu Beşinci İmparatorluk meseleniz ve başkaları geliyor aklıma. Gördüğünüz gibi, konu siz olunca ben ne ve kim olduğumu unutuyorum, sizi elimden kaçırırken kendimi bir arada, bütün olarak tutmam sözün gerçek anlamında olanaksızlaşıyor. Beni sizden kurtarmanızı rica ediyorum Fernando, Bayım, gelin iki tek atalım Brasileira'da, anlaşabiliriz. Olmaz mı? Size, sizin melekten artmış, iyi şeytanınıza tinimi artık kaçıncı bilemeyeceğim, bir başka ve uzak dışkimliğiniz olarak pazarlamaya hazırım. Hiç olmazsa azıcık kazançla çıkmalıyım bu pazarlıktan. Ne vereceksiniz karşılığında? Gülümseyerek, Hiç, bile demeyişinizi duyar gibiyim.
Tanımıyorsunuz ya Bachmann'la anlaşabildim örneğin, paramparça olmanın, dağılmanın önüne geçilemeyen anlatılması zor acısını ve bu acının yıkıcı, dayanılmaz sesini paylaşabildim. Thomas Bernhard'ın dolambaçlı dili beni eze eze ufaltıp da kapının önüne koyduğunda, kovulmanın, aşağılanmanın bu biçiminden yine de canlı çıkabildim ve tek parça. Sizin yazılarınızda ise beni sinirlendiren bir şey var. Tam size inanmış, algımı sanki yazınız üzerinden dünyaya bağlamış, duyumsama dediğiniz aşkınlığa yatmışken; kendine yalan öykü uydurup başkalarının gönüllerinde ve buluncunda yankılanmak isteyen ama arkasından inceden hesaplılığı, duygusuz, yapay arzu göndergeleri, sahte kocacığım seslenişleri ile yalnızca uydurma öyküsünü, kendini değil tüm insanlığı da ayaklar altına atıp çiğneten, insanı kendinden, kendi saflığından, hatta budalalığından utandıran sokak kadını ya da fahişenin yalanıyla yüzleşmenin ne anlama geldiğini, rica ediyorum sizden, bir düşünün!.. Diyorum ya bu sizin kastınız zaten, tam da istediğiniz şey. Sizi okuyanın size güvenmesini istemezsiniz, bu güveni her sözcüğünüzle, tümcenizle kökten reddedersiniz. Neden? Açıklamadan hoşlanmadığınızı, benim açıklama girişimlerimi küçümseyeceğinizi öngörmek zor değil. Desem ki daha beş yaşında yitirdiğiniz babanız, kız kardeşiniz, kıtalararası ve ekinsel göç, yeni (üvey) baba (sorunsuz bir ilişkiniz olduğunu bilmiyor değilim), vb. Bana öyle geldi ki anneniz size, karmaşık ama anlaşılabilir kimi nedenlerle yaşınızın çok ötesinde bir oğul gibi davranmış, sizi yaşınızın ötesinde görevlendirmiş... Anneniz sizi yerinizden, sizliğinizden ornatmış… Bir kere oynamanız da yetmiş, her oynama, gittiğiniz yerde sizden bir başkası çıkarmış anladığım. Yani benim anladığım… Sonuç: Yazınız bar bar bağırıyor (Aslında hiç bağırmıyor ama bu onu daha az yıkıcı yapmıyor.) : Ben, (bu) ben değilim. Önünüze serilen yazı, limanda gemilere bakan Ben'le başlasa da, okyanusa açılan gemideki Başka Ben'le dönüşecek, yine limana döndüğünde kim olduğunu hiç bilemeyecek belki de.
Umarsızlıktan mit çıkar mı? Geçen yüzyılda (20.yüzyıl) bunun ilginç örnekleri var. Mitleştirme kitlesel boyut kazandı. Popüler ekine, soyutlanmış tikellikler ikonikleş(tiril)erek aktarılıyor birçok ortam (medya) üzerinden ve sanki tinsel beslenme kaynaklarına döndü bu yeni mit üretimi odakları. Sizin kendiniz olamayışınızdan yüzyıla özgü usuçuran bir mit çıkarabilmek için başkaları denli büyük çabalar gerekmemiştir diyeceğim ama yanılabilirim. Bir sandığınız vardı, içi dosya, yazı dolu. Bilinmeyen, daha bulunmamış, aranan 8. Kıta oldunuz. Haritalarınız çıkarılıyor, iziniz sürülüyor, polisiye türüne düşkünlüğünüzü ardıllarınız büyük bir zevkle sürdürüyorlar. Blooms Day, Borges, vb. hızlıca belleğime çarpıp geçen adlar… Bir suç değil, deyip geçiyorsunuz. Siz, yapmamayı yeğle(r)diniz. Ama Melville'le ilişkinizi kuran oldu mu bilmiyorum. Olmuştur tabii. Conrad'dan, Kafka'dan, hele Whitman'dan söz edense çok. Peki, işte Lizbon sokaklarında bir fotoğrafınız. Az buz bir fotoğraf değil kuşkusuz. Siz bilemezsiniz ama biz 80 yıl sonra fotoğraflarınıza baktığımızda görüntünün düzanlamı dışında hemen her şeyi görür olduk. Yaratıcı görsel (grafik) evrenimiz, eline su dökülmez yaratıcılığıyla sizde ne düzlük, hatta ileri gittiğim için bağışlayın, ne de ıstırap anları, yağmur(u cam arkasından izleyen adam), Lizbon, Tejo vb. bıraktı. Yaşıyor olsaydınız, biraz daha sıksaydınız dişinizi, (İnanamıyorum, öldüğünüzde benden 15 yaş daha gençmişsiniz.) o yağmura ya da ırmağa öyle bakamayacaktınız. Hoş, o zamanki bakışınızın da su götürür bir yanı olduğunu düşünmüyor değilim, üzgünüm. Hiç üzülmeyin dostum, dediğinizi işitmiş olabilir miyim? O resmin, görüntünün arkasında yatan duyumun yapılmışlıkla, yarı ve ustalıklı yapaylıkla, hazcılıkla (hedonizm) ilgisini kurarak gerçekten sınırları aştığımı düşünür müsünüz? Olabilir. Bu yarım doğrulama da sizin sesinizden. Ama bir düzeltme borçluyum size. Haz derken düşündüğüm şey yazı (sanat) hazzıyla ilgili. Bunu, bu yazı zevkini başkalarında da izledim Sevgili (!) Fernando. Bizden birkaç örnek vereyim, örneğin çağdaş şiirimizin kurucusu sayılan Yahya Kemal, tek Nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamuk yazıyı fetiş-nesneye, ama daha ötesi var, kendi yazısını hayranlık konusuna dönüştüren iki yazarımız. Gereksiz bunu söylemem, biliyorum. Pişman oldum bile. Ama deneyimli bir okurun bu haz çizgisini (ve özdoyumu, otuzbiri) onlarda ayrımsaması size göre daha kolay. Siz kendinizle çelişmeyi görünümü kurtarmak için göze alanlardansınız. İyi mi kötü mü bilemiyorum. Öte yandan bir yeraltı sanat(çı)ları var ki onlar açıktan okurunun gözleri önünde otuzbir çekiyorlar. Yani diyeceğim yazınızdaki lezzet, etlilik, hatta özür dilememi gerektirebilecek bir deyişle, geçirimsiz nesnelik (bir tür kösnüllük, erotizm) hali, bu tapıncınızla ilgili. Siz inançlı rolü yapan birisiniz. Dua eden Pessoa'yı, kendinizi seyrettiniz. İçerik umurunuzda değildi.
Öyle bir yere geldim Bay Pessoa, kavşakta durakaldım, sayısız yönde çıkışı olan bir kavşakta. Size yazmam gereken bir yığın konu var ve zaten okumayacağınızı, sizi bırakalım, büyük usta Caiero, doğasız doğacı; şu şimdisi sürgün (ishal) olmuş, geçmişte geleceğin ya da gelecekte geçmişin taşkın şarkılarına kendini bağlamış futuristo/tradicionalisto Campos ya da öteki duyumcu, üçüncüsü, klasikçi (ve diğerleri denli) sahtekâr Reis'in de okuma isteği duymayacağını bildiğime göre ne diye uzatayım ki... Örneğin adınız çevresinde son 30 yılda koparılan fırtınaya, mite biraz dokunabilmek, bu dokunma üzerinden yaşadığımız dünyaya da orasından burasından dokunmak isterdim. Beni ilgilendiren şu olurdu: Siz ne derdiniz? Siz Fernando Pessoa, yazman çevirmen kişi (Hangi kişi?) ne söylerdiniz? Hiç kimse yüzünüze yekten, görünmeyi, dikkati çekmeyi istediğinizi söylemeye cesaret edemez. Çünkü istemsiz, sessiz bir gölge olmayı, aslında Hiç olmayı, dışarıda kalmayı anlatıp durdunuz. Kendinizden sıkça söz ettiniz bu minval üzre. Gerçekten öyle mi? Kusuruma bakmayın, beni inandıramadınız. Hoş bunun için özel bir çaba içine girmiş de değilsiniz. Umurunuzda olduğumu düşünemem. Siz delirebilirim derken gerçekte yüksek, üstün anlağınıza mı işaret etmiştiniz? Yani usunuzun sizden taştığına, düşleminizin ufkun ya da sınırın ötesine uzandığına? Delirme düşünüzden beslendiniz, avuttunuz kendinizi diyeceğim, hafif bir şey söylemiş olma duygusu tedirgin ediyor beni. Siz mit (kalıcı) olmanın gelecek yüzyılda olabilir yolunu sezinlemiştiniz ve günümüz çıkarcı çevrelerindeki ünlü borsacı tiplerle sizi karıştırdığımı yine de düşünmenizi istemiyorum. Sizinki daha temel ve anlaşılabilir bir kaygıya bağlanabilir. İpleri koparmaya gelince, geri dönülemeyecek kerte ipler kopmuş durumda artık.
Sorum şuydu: Günümüz dünyasında nasıl odak(ta) oluruz? Dünyanın ilgisini nasıl toplarız? Her şey tüketildiğine göre, geriye az kullanılmış tek ürün kalıyor. Silinmek, silinmiş yerimiz, yanımız, hiçleşme tasarımız. Çok erken geldiniz dünyaya. Ama çatkınız yemişlerini yeni yeni veriyor: Çağcılardıcılık (Postmodernizm). Erken öncülerden birisiniz.
Görüyorsunuz. Usunuzdan geçmeyen şeylerle bile ilişkilisiniz. Öte yandan bir tutkuya, yer yer saplantıya bile dönüşmüş durumdasınız. Bulmaca çözmeyi seven Quaresma'lar çoğaldı. Enigma sizsiniz. Joker kim? Soares? Campos? Reis? Caeiro? Pessoa? Küçük bir araştırma birçok ekinden değişik donanımda, yerde insanın başlıca konusu olduğunuzu kanıtlayacaktır. Akademik tezler, araştırmalar, fonlar, ulusal/uluslararası izlenceler, vb. Bunların tümü anlamlı, önemli olmakla birlikte yurdunuzdaki yeriniz, ağırlığınız bir başka. Geride kalan yurdunuz sizden yararlanıyor, besleniyor, onurlanıyor.
Şu ünlü 3F ilkesine göz atmanın tam sırasıdır. Ama nasıl gözümde büyüyor Bay Pessoa, bilemezsiniz. Oysa şu duyumculuk ve ne ilgisi varsa fado meselesine dokunmak isterdim. Bir deneyeceğim ama orta yerde kuruyup oyunbozanlık yaparsam bağışlayın beni. (Lafın gelişi elbette. Mektubumu okumayacaksınız.) Saf duygu ya da duyum kavrayışında ciddi bir sorun var bana kalırsa. Saltık duyumculuk yeterince kuşkulu bir varsayım. Bu yönde girişim ya da biçimlendirmeler yanıltıcı bir işlev görürler eninde sonunda. Çıplak, giydirilmemiş, kendinde bir duyum dokunaklılık, arıklık, yücelik vb. izlenimi verebilir. Aslında olan, yüklenmiş içeriğin yeterince yanılsama ya da çarpıtma ile olguya (varlığa) giydirilmesi. Mitler de (Lizbon, Tejo, imparatorluk, okyanus gibi) buralardan köklenir. Siz de soluduğunuz havanın içinde bir anlamda zehirli içerikler çektiniz ciğerlerinize. Bunu doğal buldunuz. Eleştiriyle barışık değildiniz. Eleştiri için us kaçınılmazdı ve sizin us(çuluk)la derdiniz vardı. Woolf gibi kendinizi bir iklimde, yağmur altında bulmuştunuz. Seçmemiştiniz, oradaydınız, ama eleştirebilirdiniz. Köşeye kıstırılmış yurdunuzun (Portekiz) küçülmüş varlığı, geçmişin büyük düşlerini, yelkenlerini, karavelalarını taşıyamaz oldu. Büyük Britanya'nın ufuklarında güneş batıyor. Bu çelişik durumdan öteki Pessoa'yı, bugünde geçmişi ve geleceği yaşayan ya da tüm zamanları (zamanlarüstülüğü) düşsel tarlasında süren Pessoa'yı çıkararak kurtulmayı denediniz. Siz geçmişi bırakmayı bir an usunuzdan geçirmiş olsanız bile geçmişin sizi bırakmaya niyeti yoktu. Görkemli geçmişi bugünün düzgüleriyle yeniden tanımlamayı seçebilir, geleceğe eksodos yolu açmanız gerekirdi. Babil, Pers, Yunan, Roma ve eksodos: Portekiz evreni (küresel uygarlık). Elbette buna inanmış bir dava adamı değilsiniz. Herhangi bir şeye inanmayacağınızı bilen biri kanmayacaktır. Öyleyse nasıl anlayalım kurduğunuz imparatorluğu? Yapay, tumturaklı dile, başka görünümlere, yüksek anlatımlara, rokoko süse düşkünlük diyorum ben buna ve bunu söylerken suçlayıcı, eleştirel bir tını kullanmıyorum. Hiç hem de. Çünkü işte tam da bu Hiç'in ortaya çıkarılabilmesinin yolu çarpıcı bir kavkı, etkili bir sunum, dil oyunları, görkemli anı(t)sal çağrışımlar, aforizmalar, yer yer de inanılması zor coşkulu (romantik) sahnelerdir. İmparatorluk düşü ve söylemi elinizin altına olağanüstü bir araç (enstruman, alet) olarak yerleşti. Ama yalnızca sizin mi? Bakın, çok değerli hemşeriniz, büyük dünya yazarı Jose Saramago (Yeri gelmişken ona saygılarımı sunuyorum.) sizi ve Reis'i konu yapan olağanüstü bir roman yazdı 1984'te: Ricardo Reis'in Öldüğü Yıl. Orada liman, gemi, ırmak, Fatıma, fado imgelerinin uzaktaki bizler için çok zayıf çağrışımları olsa da, herhangi bir Portekizli için (aydın, işçi, orta sınıf, asker, vb.) varoluşsal bir çağrışım gücü taşıdığını öğrendik. Anlamdan koparılmış hüznün, yaşamından ayrı düşmüş bireyin, duygusu kurmaca ve özkaynaklı, kendinden esinli fadonun, tansıksız Fatıma tansımasının, içten içtenliksizliğin (Neden körinançtan söz edemiyorum acaba Bay Pessoa?) sizde yankılanması da demek böyle oluyormuş. Sanırım tüm Portekizlilerin bir beşincisi vardı.
Nedense birçok şeyi geçiştirdiğim duygusu içerisindeyim. Ama sanki hangi konuya el atsam aynı şeyi söyleyecekmişim gibi bir duygu taşıyorum bir yandan. Sol düşmanlığınız örneğin. İnandırıcı değilsiniz ama konuya ilginizin yüzeydenliği de olabilir hafifliğinizin (Bağışlayın!) nedeni, yukarıda dokundurmaya çalıştığım tininiz de. (Büyük laftı, tamam. Geri alıyorum.) Size bu konuda söyleyecek şeyim yok. Kendinizi retorik biçimlerle bağladığınız bir yer, konum, basamak var. Tinsel değil aslında. Dinsel de. Ama dilsel. Yurdunuz gerçekten Portekizce. Daha en baştan sizi bunun için bağışlamıştım (!) zaten. (Ben kim mi oluyorum? Ben kimseyim biliyorsunuz, yani Pessoa, bir dışkimlik…) Anarşist Banker'inize ne demeli? Aynalı oyunlarınızın, anlak çık(ar)malarınızın (Çıkıntılılık mı desem, sivrilik mi?) yorucu olduğunu söylesem bir şey demiş olur muyum? Okumaktan sıkılmayı usundan kolay geçiremeyen ben, sizi okumaktan işte yukarıda yazdığım nedenlerle sıkılabildim ve bunun açıklamasını yapmak için yazıyorum bir bakıma. Beni sıkan şey, sizin için çok şey anlatmasa da, metinlerinizin çağcılardı estetik(sizliğ)i gerçekte. Ters çevrilmiş bir sahicilik ne anlatır? Sahicilik ama içi yok, boşaltılmış. Yokluğun, hiçliğin sahiciliği… Okurunuza, yani bana elinizi uzatıyorsunuz, ama sıktığım el sizin değil, bir başkasının. Belki de boş bir eldiven. Bunca eli nerenizde tutuyorsunuz, şaşıyorum. Kesin olan şu: Yazınız kendini silen, gülüşünü silen, yok eden yazı. Şiiriniz için bunu söyleyebilir miyim peki? Konuşmam elbette yanlış olur ama yine de durum orada başka sanırım. Orada dili çekici bir nesne-varlığa dönüştürmeyi yeğliyorsunuz. Ama bu, nesne-varlığın kurmaca olduğu gerçeğini değiştiremiyor.
Badiou ve başkaları, örneğin Bloom, Ramalho, Zenith vb., sizi doğrudan Whitman'a bağlamakta pek duraksamıyorlar. Hele Campos'un tek Ben'le çığırından çıkmış Biz arasında savrulduğu ürpertici şiiriniz Denize Övgü, Çimen Yaprakları'ndan (1855) ne sağmış olabilir? Ben'i ormana salmak, Biz ormanında Ben-Kendim olmak. Yani şunu mu söylemek istediniz Fernando? Size yetsin, onunla oyalanın diye Caiero-Ben, Campos-Ben, Reis-Ben, hatta yetmedi Soares-Ben verdim. Diğerlerini saymıyorum bile. Görüyorsunuz, neredeyse bir orman. Ormanı bırakıp da, yalnız ve gereksiz, yararsız olduğunca inançsız, var mı yok mu belirsiz, kurucu mu yıkıcı mı bilinmez, bir ayağı tarihte ama diğeri tarihsiz, aşkı(nlığında) boyutsuz Pessoa Ağacını arıyorsunuz ormanda. Öteki Pessoa için bir şey diyemem ama kendi adıma benim istediğim bu (değil).
Walt Whitman dişkıran türünden, çetin ceviz. Onun animasında daltaşak bir çılgınlık ve elbette neşeli bir hüzün var. İyiden kişiselleştirilmiş bu Epikür'de dünyayı oburca tatmak bir kaygıya dönüşmüyor. Oysa sizin Epikür'ünüz utangaç, belki de suçlu ya da inançsız. Koca sakallının derdebederliğinden çok etkilendiğinizi, gemilerle kendiniz olacağınız yerlere okyanus aşırı yolculukları yaşamınız boyunca çok özlediğinizi anlamak zor değil. Ama koca ozanın coğrafyası, yurdu kendi içinden koptu geldi ve çağlayanları, ırmakları, yağmuru, ormanları, dağları kuşattı, kucakladı ve büyüdü. Sizin yurdunuzsa çoktan, sizden önce küçülmüştü, şiiriniz limanda eylemsizlik momentumunda demir alan gemiyi seyreden, sararmış bir fotoğraftaki adamın şiiri olarak kaldı. Ben-kendim sılanız oldu ve yasınız haliyle. Kimi, neyi yitirdiniz kendi içinizde Dostum? Anlaşılmaz, açıklanamaz olduğunu düşünüp belki de yanıldınız. Bunu size söylediğim için gerçekten üzgünüm. Büyük şair, yeni doğanın kurucusu Caiero öldüğünde kaç yaşındaydı? 20'lerinde mi? Ama asıl yitrdiğiniz şey Whitman'da olan şeydi değil mi: Ben-kendim. Öyle gürlemek, öyle sevişmek, öyle kirlenmek…ti.
Niye öyle içtiğinizi ama yine de esriyip dağıtmadığınızı anlamak zor değil. Görüyorsunuz değil mi sizi nasıl da açıklık, durulukla, kesinlikte inceliyor, lamdaki kemik dokunuzdan mikroskop altında tüm varoluşsal genetiğinizi, künyenizi çıkarıyorum. Ben ki; buradan, bu kıyıdan ve kıtlıktan, zurnanın son deliğinden bir çırpıda çıkarıverdim topoğrafyanızı. Bağışlayın Bayım, Ben-kendim'e saygısızlık değil niyetim, ne de size elbette. Neden olmasın, der gibi bakıyorsunuz, sonra bezgin, yoksa yorgun mu, sigaranızı söndürüyorsunuz küllükte.
Bakın ne diyeceğim. Çok mu güçtü Pessoa olmak? Yazmakla, görünmekle, bir şey olmakla neden çelişiyordu? Kulağıma fısıldasanız… Ah, özür dilerim. Çok özür dilerim.
Yokluktan varlık getirmek yaşam içinde başarılabilecek bir şeymiş gibi görünmüyor bana. Geriye gerçekten bize ait ucuz, ne işe yaradığı belirsiz, saçma sapan şeyler kalıyor. Sola düşmanlık, Salazarcılık (diyelim), kadın düşmanlığı, soğuk cinsellik algısı, vb. Geriye kalandı, çöptü. Oyundu sanırım. Buralardan düş, sanat ne gelir, ne giderdi. Bunu ben de aslında sizin gibi ciddiye almadım ama yer yer kendimi tutamayıp öfkelendiğimi itiraf edeceğim. Oysa aynı, hatta fazlası bir güçle, başka belki karşıt bir yerde de olabilirdiniz. Beni sinirlendiren şey de tam buydu. Bir şey kolayca ötekinin yerine geçirilebilir miydi? Bir parçanın öteki parçaya göre duruşu çok mu önemsizdi? Sonuçta dünya, yalnızca anlar, anlardan bize çarpanlar (duyum) ve geçenler miydi? Büyük anlamı tartışmakta sonuna değin gidebilseydiniz çağcılardı düşünce zırvalarına duyamadığım saygıyı sizden esirgemezdim. Ama girişiminizi kendi içinde indirgediniz. Çağdaşlarınız, yanlış bilmiyorsam, usu otopsi masasına yatırıyor, bedeni yeniden kavramaya çalışıyorlardı (fenomenoloji). Ama sizin çözümünüz umarsızca bir yapısızlık yönünde oldu. Yalnız değildiniz. Prag'da biri vardı, benzeri kaygılarla kıvranan biri. O öteki bedenini kendi dünyasının ateşine tuttu, yakmayı göze aldı. Siz göze alamadınız. Kızmayın ama siz yakmayı göze al(a)madınız. En ileri gittiğiniz yer, başkalaşıp kurtulmaktı. Bay K. da başkalaştı, dönüştü ama kurtulamadı. Bir böcek gibi ezildi.
Böylece Bay Fernando Pessoa, mektubumun sonuna gelmiş oldum. Sonuna dediğime bakmayın. Gereksizliği duygusu, artık bir sözcük daha eklememi olanaksız kılıyor, o noktadayım. Her kimsem (Pessoa türevlerinden bir Hiç-kimse.) hiç kimseye seslenmenin kolay olmadığını bilmeliydim yine de. Boşunaydı evet. Üstelik size bilerek ya da bilmeden haksızlık yapacağımı biliyordum. Bolca yaptım, hiç değilse bu konuda içim rahat olmalı. Ama değil. Niye biliyor musunuz? Bunca laf ettim ama ölü, ölmüş olduğunuz gerçeğini değiştiremedim. Hem de 47 yaşında. Sizin bilmediğiniz bir matematik işlemi yapacağım şimdi ve şaşıracaksınız. Çıkartma diyoruz buna. 62-47=15. Bu sayının, 15'in tonlarca ağırlığı altında ne yapacağımı söyler misiniz bana? Bir çıkış yolu önerebilir misiniz? Hayır mı? Yapmayacağınız şey varsa işte budur. Berthleby gibi yapmamayı yeğlersiniz.
Yani öldünüz bunca şeye karşın. Bu sizin kanıtlarınızı da çürüttü, benimkileri de.
Ne diyebilirim. Belki silecek birkaç damla gözyaşı bulabilirim.
Notlar, Alıntılar:
Bloom:
Badiou (Estetik):
Badiou (Yüzyıl):
YK Sergi Kataloğu:
Clara Ferreira Alves
Richard Zenith
Caiero: Şeyler oldukları gibi hissedilmeli.
Reis: Şeyler aynı zamanda belirli bir klasik ölçü ve kural idealine de bağlanmalı.
Campos: Şeyler yalnızca hissedilmeli.
Tabucchi:
Saramago: Ricardo Reis
Pessoa Pesso'yı Anlatıyor:
Pessoa: Felsefe Denemeler
Pessoa: Şeytanın Saati
Pessoa: Anarşist Banker
Pessoa: Bulmaca Meraklısı Quaresma
Pessoa: Ophelia'ya Mektuplar
(21 Ekim 1935)
Bütün aşk mektupları
Gülünç.
Aşk mektubu olmazlardı
Eğer olmasalardı
Gülünç.
Bir zamanlar ben de aşk mektupları yazdım;
Öbürleri gibi onlar da
Gülünç.
Aşk mektupları, aşk varsa eğer
Olmalıdırlar
Gülünç.
Ama yine de
Yazmayanlar hiç
Aşk mektubu
Asıl onlardır
Gülünç.
Ne kadar isterdim dönmek
O eski günlere
Hiç farkına varmadan
Yazdığım o aşk mektupları
Gülünç.
Gerçek şu ki bugün artık
Bendeki anıları
Bu aşk mektuplarının
Asıl onlar
Gülünç..
(Bütün aşırıya kaçan sözler,
Bütün aşırıya kaçak duygular
Elbette ki
Gülünç.)
Pessoa : Düşsel Ve Gerçek (Şiirler)
Alberto Caiero
…
Tutkum ve isteklerim yok benim.
Şair olmak bir tutku değil benim için.
Bu benim yalnız olma yolum. (16)
…
Sonu olmayan bir masumiyettir sevmek
Tek masumiyet de hiç düşünmemek… (1
Alvaro de Campos
Denize Övgü'den:
Rıhtımda kimsesiz, yapayalnız, bu yaz sabahı
Bakıyorum kumsalın kıyısından, bakıyorum Belirsizliğe,
Bakıyorum ve küçük, siyah parlak bir vapurun
Yaklaştığını görmekten mutluluk duyuyorum.
…
İçimde bir bulantı gibi kabaran tatlı hüzünle,
Düşsel bir deniz tutmasının başlamasıyla birlikte.
…
Ah, kim bilir, kim
Bir zamanlar, daha ben ben olmadan önce, benim de
Böyle bir limandan yola çıkıp çıkmadığımı, gün doğarken
Güneşin eğik ışınları altında, bir gemiyle
Bir başka limandan ayrılıp ayrılmadığımı?
…
Ah, Ulus-gemilerle ayrıldığımız o büyük Rıhtım!
O büyük İlk Rıhtım, ölümsüz ve kutsal!
…
Rastgele bir siren sesi duyuluyor nehirden, tek bir siren,
Birden temelinden sarsılıyor ruhum
Ve giderek hızlanıyor içimdeki volan.
…
Ve denizlerin geçmişte yaşanmış bütün çağları beni çağırıyorlar.
…
Sizinle yitirmek her türlü ahlak kaygısını!
İnsanlığımın artık değiştiğini hissetmek!
Güney denizlerinde sizinle yeni vahşetler,
Yeni yürek sarsıntıları ve yanardağ ruhumdan
Yeni ateşler içmek! Sizinle yola çıkmak
Ve geride bırakmak -ah, haydi, düşün önüme!-
Uygar giysilerimi, kibar davranışlarımı,
…
Kırılmış omurgalar, batık gemiler, kanlı denizler!
Kana bulanmış güverteler, parçalanmış cesetler!
Filika küpeştelerinde koparılmış parmaklar!
Dört bir yana saçılmış çocuk başları!
…
Dünyanın bütün korsanlarının kurban-bireşimi olmak!
Edilgin bedenimle korsanların ırzına geçtikleri,
Öldürdükleri,
Yaralayıp parçaladıkları kadınlar kadını olmak!
Varsın saldırılmış bedenim onların hepsine hizmet eden
Ve bütün bunları, bunların hepsini bir anda belkemiğinde
Hisseden kadının bedeni olsun!
…
Ah, iyileştirmek için işkence edin bana!
…
Biz hepimiz çanak yalayıcıları çağdaş hayırseverliğin!
Veremliler, sinir hastaları gibi bitik, içi geçmiş,
Vurup kırmaktan, erkekçe dövüşmekten kaçan
Ruhlarını iplikle bağlı bir tavuk ayağı gibi
Sürükleyenler!
…
Ey benim çocukluğum, kırılmış oyuncağım!
Dönememek o geçmişe, o eve, o sevgiye,
Orada kalamamak hep çocuk, her zaman mutlu!
…
Gemi rıhtımdan ayrılıyor, güneş yükseliyor,
Altın rengi,
Işımaya başlıyor rıhtımda damlar.
…
Ufukta giderek belirsiz bir nokta (ah, çilem benim!)
Ufukta giderek belirsizleşen küçük bir nokta…
Sonra hiç, yalnız ben ve yokluğunun acısı
Ve artık güneşle ışıyan koca bir kent
Ve gemileri olmayan bir rıhtım gibi gerçek
Ve çıplak bu saat
Ve bir pusula gibi ağır ağır dönen vinç
Kimbilir hangi duyguyu izlercesine yarım daire
Çizen
Tedirgin ruhumun sessizliğinde…
Ricardo Reis:
Tanrıların hiçbir şey
Bağışlamadıkları kişi özgür olabilir ancak.
Fernando Pesso:
Numaracı biridir şair.
Öyle ustaca numara yapar ki,
Gerçekten acı çekerken bile
Rol yapıyormuş gibi görünür.
…
Ey tuzlu deniz, tuzunun ne kadarında
Portekiz'in gözyaşları var?
Pessoa (Bernardo Soares): Huzursuzluğun Kitabı
Yarı dışkimlik: Soares.
1913'te yazılmaya başlanmış, ölümüne dek yazılmış. İlkin 1982'de basılmış.
Sırtı uyuyan adam….
Istırap molası.
ZZK:
Kaynaklar