Rüzgar Böyle Esaerken

Zeki Z. Kırmızı / 2024

Gökçenur Ç.’nin daha önce iki kitabını okumuşum: Issız İncir Ağacı (2016) ve Her Kitabın El Kitabı (2006). Rüzgâr Böyle Eserken ondan okuduğum üçüncü şiir kitabı. Okuduğum kitapları hakkında yazma olanağım olmamış ama bende iyi izlenim bıraktığını düşünme eğilimindeyim. Hangi dünya şairiydi anımsamıyorum (Baktım: Wallace Stevens, Paul Auster, vb.) ama çok başarılı şiir çevirileri yaptığını biliyorum. Hakkında tanıtım yazısında on parmağında on beceri (marifet) olduğu anlaşılıyor: ‘şair, çevirmen, editör, aktivist’. Belki şiir eylemcisi (aktivist) demek doğru olur hem yayıncı hem ulusal ve uluslararası örgütçü yanıyla. 1971 doğumlu genç sayılabilecek (aslında orta yaşlı) Gökçenur Ç.’nin yaşamöyküsüne tanıklık etmek baş döndürücü sahiden.

Altı şiir kitabı yayımladığını da okuyorum. Her Kitabın El Kitabı (2006) ilk kitabıymış. Bu durumda ilk şiir kitabını okumuşum. Bu kitabıyla Arkadaş Z. Özger En İyi İlk Şiir Kitabı Ödülü’nü kazanmış. Diğer kitapları şöyle: Söz’e Mezar (2010), Sırtında Bunca Sözcükle (2012), Doğanın Ölümü (2014), Issız İncir Ağacı (2018), Giderken Öpmeseydin Keşke (2018, Sebahattin Kudret Aksal Edebiyat Ödülü) ve son olarak Rüzgâr Böyle Eserken (2003).

Doğrusu önceki okumalarımla son okumamı arada yıllar nedeniyle ve zamansızlıktan karşılaştırma olanağım yoksa da şiir çizgisinde bir düşmeden şu nedenle söz edebilirim sanki. Gereğinden çok Ben’le dolu, bir kişinin yaşamıyla, öz deneyimiyle dolu bu şiirler. Şaire özgü anlak (zekâ) sıçramaları yine sıkça belirti verse de duygusal yoğunluk bazen şiiri dibe çeken burgaç (anafor, girdap) işlevi görüyor ve şiir hem genelde hem özelde zarar görüyor. Oysa şiiri yazan şairdir sahiden ve elinin uzandığı yerin berisinden yazar. Öyleyse durum neden zoruma gidiyor, tam tersine onaylamam gerekirken. Bunun önemli bir nedeni şiirle duygular arasındaki ilişkinin bende tümden kopmuş olması. Dolayısıyla şiirin duygusal sahiciliği (!) oranında ve tuhaf bir biçimde şiirden uzaklaşıyorum. Sanki okurluğuma bir haksızlık yapılmış gibi. Oysa okurluğum yazılanda sınamadan geçirilmek istemez mi ayrıca? Kendi duygularımı da bıçkı, yontu makinesine tutmak istemez miyim? Niye okunur ki bu nedenle değilse. İşte bu soruları başka yerlerde yanıtlamaya çalıştım ve çalışıyorum.

Şiirleri üç bölümde toplamış Gökçenur Ç. İlk bölümün adı, Kuşlar Sussun Sen Söyle. Diğer iki bölüm ve ayrıca şiir başlıkları da böyle kışkırtıcı, şaşırtıcı ve etki amaçlı, biraz tumturaklı… Son yılların şiirinde bu dil aşırtmacalarının kısa devre bir gülmece (mizah) duygusuyla harmanlanıp şiir dili olarak dayatıldığını görüyoruz. Bu türden bir çabayı haklı görecek tek şey azlık (nedret) kuramı olabilir. Ayracalık (istisna) güzelleştirir arada bir ama her zaman değil. Tekdüze bıkkınlığa kolayca geçilebilir. Bölümün şiirleri ‘sonu düşkırıklığı ile biten kişisel bir evlilik deneyiminin’ höykürmeleri, sızlanmaları, duygusal taşkınları ile kişisellik, özellik, başka yaşama istenmeyecek tanıklık duygusunu fazlaca yaşatıyor insana. İyi de hani özel (olan) siyasaldı. İyi bir soru. Demek bu sorunun doğru betimlenmesi, irdelenmesi gerek şiir adına. Şiir, yazarın iç (kişisel) hesaplaşması olarak algılanma izni vermemeli okuruna. Şiirini ne denli öznel tabanlı olursa olsun kamusal alandan duyurabilmeli şair: Benimle ilgili olan aynı zamanda herkesle ilgili(dir). Ama ya genç kuşağın ve şairlerinin ‘Yalnızca ben(im) olan değerlidir’ fodulluğuna ne demeli?.. Bu öte yandan bir cesaret gösterisi mi: ‘Böyle yüzleşirim.’

Bir kere hakkını teslim etmeli. Gökçenir Ç., tümcesini (bazen dize akışı) gövdeleme ama daha çok da davranılama (gestus) konusunda çok becerili ve Türkçeyle ilişkisi bu anlamda dikkati çekmeyecek gibi değil. Ses değerleri konusunda da duyarlı bir kulağı olduğu açık. “ben harap, ben ahmak, ben senden önce…” (Ben Senden Önce, 15) Sonra: ‘can çekişen bir dünyada yaşanan aşk’, ‘boşa giden bunca emek, kitap/yıl’, ‘iyi de, neyiydik birbirimizin, hani her şeyde oydaş, uydaş, özdeştik’, ‘artık soğuk yeller estirirken mutlu olunabilir mi’, ‘patlayan geceler’, ‘yere çakılmalar’, ‘en son ne zaman gülmüştük’ler, ‘yoksa bu son yazımız mı’ (“Havada bir sıkıntı var, bulutlar alçalıyor.” (Bu Bizim Seninle Yoksa Son Yazımız mı? 25), ‘yas dansı’ (“Hadi çıkıp ıslanalım”, 26), ‘ne birlikte ne ayrı yaşayamamak’, ‘konuşmanın bittiği eşik’, “On beş gün oldu sen gideli/ Sessizliğin tadını çıkardım, kitap okudum/ Sesini sonuna kadar açıp AC/DC dinledim,/ Çırılçıplak balkona çıktım, yaralı bir martı gibi/ Hani yalnızlık iyi gelecekti/ Hiçbir şey, hiçbir şey, hiçbir şey tutmuyor senin yerini” (Hani Özgürlük İyi Gelecekti? 34) sığlıkları, son bir umut çığlığı: ‘gene gideriz değil mi?’ (37), vb.

Yaşanılan olayla ilgili geriye bakışlar ve yorumlar, başka türlü olabilirdi yakınıları ikinci bölüm (Böyle Yaşanmayabilirdi Tüm Bunlar) şiirlerini kümeliyor (denebilir). “Ne olmuş geçmişse/ Ayrılık içimizden” (Ne Olmuş Geçmişse Ayrılık İçimizden, 41). ‘Sorsalar yarasını göstereme’yen şiir öznesi var, ‘bir süredir sözcüklere egemen değil, bir yıl bir ay bir şey yazamadı’, ‘acaba böyle yaşanmayabilir miydi tüm bunlar’, ‘şimdi geceye havlayan bir deniz köpeği gibi onmaz ve aldatılmış biri’ o, ‘biliyor “Her şeye yeniden başlamalı ama/ Susmuyor belleğin yaralı hayvanları” (Yarı Uykuların Korkulu Rüyaları, 47), ‘daha demin aynı elmayı yiyen iki at biri sen’ neredeler şimdi, ‘her şey geçiyor ve korku kalıyor geride’, ‘ve acı, belki ölünce dinecek bir acı’, “Beni artık sevmediğini göremeyecek kadar kördüm” (Yazgının Tazısı, 50), ‘ve gece yığılıp kalır’: “Anlasam dayanırım, anlamam yangın çıkar” (Yığılıp Kaldığını Gördüm Gecenin, 51), “İşte bak çalışmak iyi gelir insana/ Terlersin silinir kötü düşünceler/ Bir at ağaçtan dökülen elmaları yer” (Benden Sonra Kuşlara, 52), ‘en iyisi bu öyküyü baştan yazmak’ belki ama ‘o nedensiz neşe, yeşil erikler uzaktadır artık’, ‘kök salmış geyiklerdir ağaçlar’ ve ‘sessizlik duvar gibi devriliyor’, “Yağmurun yeni sayısı çıkmış dediler/ Gelirken al ya da alma, geç kalma.” (Ellerimde Bir Avuç Karla, 56), ‘gerçekten öyle mi oldu, boş ver’, ‘o şiirler yazdı iyi kötü, sonunda sulara iyi kötü Türkçe öğretmeyi denediği anlaşıldı’, “Âşık oldu, baba oldu/ Daha ne olsun?”, ‘şimdi gecenin kaburgalarını sayıyor, “Atlarla konuşuyor/ Kuşları zaman sanıyor” (Gecenin Kaburgaları, 60-1), vb.

Kitabın üçüncü bölümü önceki iki bölümün baskın duygusal (emosyonel) izleğinin dışında şiirlerden oluşuyor ama onları bir araya getiren yine de ortak bir izlek söz konusu: insanlar, çoğunlukla şairler hakkında yazılmış, hem de kitabı kurtaracak nitelikte şiirler içeren bir bölüm Yıldız Yiyenler. Örneğin Latife Tekin’e odaklı birbirini izleyen üç şiir var bölümün girişinde, Latife Tekin’le nebatat, hayvanat, insanat dersleri olarak ilerleyen… İlkinde “Sonra adaçayı ve yabani kekik,/ Ama daha oralara gelmedik” dizeleri dikkati çekmeyecek gibi değil (Kokular Okulunda Bir Hafta, 68), ikincisinde: “Zencefil ki kendini şair sanan bir kedidir;” (69) belki başka dizeleri anıştırıyor ama yine de güzel. Sonra kitabın belki en güzel şiirlerinden Tastamam Mustafa geliyor. Öyle bir Mustafa ki onu bir tanrı olmadığına inandırmış olmalılar. Doğru, tanrı değildi ama tanrının bir kayrasıydı (mucize) şair için: “Elif lambda mim kappa lâ kaf kef re mi fa/ Birbirine karışmıştı sesler sen geldiğinde Mustafa/ Sonra Allah’ın hurma bahçelerinde hummalı bir çalışma/ Dil bir muammaydı orada, hâlâ bir muamma, rüzgârın sadece/ Denize uluyan köpeklere ve ikimize verdiği bir sır amma,/ Sen dilini ısır Mustafa, dilini kanat,/ Çünkü şiir kanlı kanatlarını çırparak düşen sözcüklerle yazılacak” (76) Sözcük, ses oyunları, tumturaklı deyiş (retorik) okuru söyleme doğru çekse de sonunda anlarız anlatıcı için başka bir Mustafa’nın olanaksızlığını. Şiirlerde hakkında yazılan şairin biçemi yer yer yansılanıyor ve anmanın gücü ikiye katlanıyor böylece Necatigillerden Behçet şiirinde olduğu gibi. Bir şiirde (İşte Böyle Anlatırdı Ahmet Çelebi Şiirin O Şaşaalı Günlerinde Rüzgârdan Dinlediklerini:) Ahmet Çelebi; İlhan’ı (Berk), Melih’i (Cevdet Anday), Rıfat’ı (Oktay), Edip’i (Cansever), Turgut’u (Uyar), Cemal’i (Süreya) altı bölümcede anlatır ve aktarımlı şair imgeleri şiir geçeneği boyunca izlenir. Bir şiir Şükrü Erbaş’a sunulmuştur, hakkındadır (Bir Kara Dut Bir Mavi Nar, 83), Haydar Ergülen’e (Dikkati çeken şiirlerden bir başkasıdır: Ekmek Gazeli, 84), Nilay Özer’e, Efe Duyan’a (Âşık oldun, baba oldun, ne yani adam mı oldun?/ Ah! Gökçenur, Ç. oldun ama olamadın Guevara”, Ne Yani Adam mı Oldun? 86), Selahattin Yolgiden’e, Nihat Özdal’a, Emrullah Alp’e, Günçe Duru’ya, Zerrin’e, tabii kendine yazılmış şiirler var. Bu insanlar seçili, şairin yaşamında ağırlığı olan insanlar belli ki. Pir Sultan’ın ve başka halk ozanlarının sıkça kullandığı dedi/dedim kalıplı deyiş biçimini kullandığı şiire de (Dedin Şu Şiirin Bana mıdır, Kimedir? 92, vd.) ayrıca dikkati çekmek isterim, halkın birikimli dil davranışının hoş bir güncellemesi iyi bir örneği de oluşturuyor. Bu şiirsel gövde devinimi ilkörneklere (arketip) taşıyor okurun bilince çıkmış ya da çıkmamış birikimlerini. Belki işi çığırından çıkaran ya da tümceyi bağlayan bir şiirin de adını verelim: Gökçenur Çelebioğlu, Gökçenur Ç.’nin Kırk Beşinci Yaşını Kutluyor (96, vd.) İkiye bölünen anlatıcıdan biri ötekine sesleniyor: “Şimdi kırk beş yaşındasın./ Hatırladığını sanıyorsun on beş yaşını,/ aşıktın, bu kesin:// Ah! Gökçenur Ç. şiirlerin ve şirketlerinle/ kendini bir şey sanmıştın./ Deden öldü, bir şey yapamadın./ Teyzen öldü, bir şey yapamadın./ Doğan öldü, Igor öldü,/ içinde bir şeyler öldü,/ bir şey yapamadın/ ağlamaktan ve yazmaktan başka.


*

Kitabın üçüncü bölümünde kimi şiirlere özellikle vurgu yaparken bu kitap üzerinden şiir türünün önemli ama elbette çözülememiş temel sorunsallarından biri üzerine şöyle kıyısından değinmek yeterli olacak. Neredeyse hortlaksı denebilecek coşumcu (romantik) bir dilsel tumturak (retorik) umutsuz ve oldukça çağ içi görünen (özellikle 50 yaş altı şiirimizde) alaycı yazgıcılıkla (sözde) dengeleniyor, hatta kurtarılıyor, kurtarılmaya çalışılıyor. Genel (ve özel) bozgun buluş denemeyecek dil becerileriyle göğüsleniyor ve yenilgi böylece ayağa düşürülmüyor (!). Yitirilen devrimle oldukça kötü biçimde kafa üstü çakılan, yerlerde sürünen 12 Eylül, daha çok da 90’lar sonrası şiirinde avaz avaz ortaya serilen duygudan bir adım ileri aslında. Yenilgi duygusunun suyu çıkarıldı çünkü ve ‘feryat figan’ artık karşılık bulamadığı gibi bu çevrelerin çoğu da gerçekçi (!) bir tinsel düzeye varmış oldular. Zırlama, çocukluğa kaçış, erkek şairin ana kucağına sığınış belirtileri yerini son dönemlerde (2000 ortalarından bu yana) kendince bireyleşmeye, var olan dışsal gerçekliği, durumu ya da koşulu neredeyse olduğu gibi tartışmasız üstlenmeye (aşırı gerçekçilik), hatta becerikli bir teslim olmama tutumu geliştirerek dil cambazlığını (ustalığını diyemiyorum, çünkü bunun karşılığı başka) savunma düzeneğine dönüştürmeye bıraktı. Şiirin Ben’e aracı kılınması denebilir buna ama olabildiğince örtük, sinsi, çaktırmaz, kayıtsız bir dilsel gösteri havasında sanki bir şeylere karşıymış gibi görünse de son derece öznel, içe dönük ve bir içsel ıra (karakter) patlamasına, hem de coşkulu bir dışavuruma yönelme söz konusuydu. Tuhaflık ise şurada. Coşumcu, gelenekçi, tinci yanını gizleyen, saklayan bir anlatı yordamı işi karayerginin oldukça berisine, şakaya, hatta kendiyle de alaya değin taşıdı. Okuyanı ters köşeye yatıran bu dil tutumu şiirin içerikleriyle (ana ve yan izlekleriyle) neredeyse ters açılansa da bir gençlik dili, yeni iletişim biçimlerinin uygulayımsal altyapısıyla beslenen güncel bir anlatıma vardı. Dolayısıyla yazılan şiir yeni kuşak okurca yadırganmadığı gibi çok da anlamlı (!), işlevsel bulunuyor. Böyle oluşunun nedeni bağlam aşma kolaycılığı... Birikmiş bağlamlarıyla sahiden yüzleşemeyen kişi ya da yapılar bağlamdan bağlama sıçrama konusunda da aşırı pervasız olabiliyor. Çünkü en sıkışık anda, bana göre yanlış adlandırma sayılabilecek ‘bilişim çağı’ araç gereç yığını şimdiden yeni bağlamı, nitel üst belirleyici olarak pek kolay bir sıçrama alanına dönüştürüyor. Buradan birbirine benzer anlatım (ifade) biçimleri, hık demiş birbirlerinin burnundan düşmüş dil kullanımları çıkması doğal. Kuşkusuz iyi şiir, bağlamı tarihe iliştirme, dolayısıyla doğru haritalama çabasından filiz verecek, sürecektir ve tüm bu çabalar, çalışmalar özünde ne denli eleştirirsek eleştirelim buna dönük hazırlık çabaları olarak görülüp yorumlanmalı, okunmalıdır.


[1] Ç., Gökçenur; Rüzgâr Böyle Eserken (2003), Çev. Gökçenur Ç., Yitik Ülke yayınları Birinci Basım, Ekim 2023, İstanbul, 106 s.