Sana Uzun Bir Yaz

Zeki Z. Kırmızı / 2022

Hıdır Mutluer

Hıdır Mutluer 1977 Dersim doğumlu bir şairimiz. Onun şiiri önüme kişisel rastlantılarla geldi ama ikinci kitabı Sana Uzun Bir Yaz1 okuduktan sonra bilgisunar (internet) araştırması yaptım ve belli bir yazın çevresi içinde olduğunu, şiirinin kendi yerini belli bir çevrede araladığını gördüm. Ayrıca şiiri yaşamsal bir uğraş olarak gördüğünü, şiirlerin kendisinden ayrı olarak da ortamında kavramış oldum. Sağ olsun iki kitabını da bana gönderme inceliğini gösterdi. 2019 yılında yine Klaros Yayınları'nın yayımladığı Güz Kesiği için kendisine bir şeyler yazmıştım ama şimdi endişeliyim, acaba ne kadar saçmaladım, diye.

Bir şiir kitabını okuduktan sonra hakkında saçmalamamak için sıkı bir özdenetim ve köprülerin altından epeyce sular geçmesi gerek en azından. öyle ya da böyle saçmalamış olabilirim ve eğer durum buysa, yapacak bir şey yok.

Şiirini Türkçe yazan Mutluer'in Kürtçe yazıp yazmadığını, şiirlerinin Kürtçesinin olup olmadığını bilemiyorum ama olasıdır. Kürt ekin (kültür) evreninde yükselen dalga hem kendi kaynaklarını geliştiriyor hem de öteki ekinlerle canlı, devingen bir ilişki kuruyor. Ama sorun şurada. Bir ekinin ulusal-evrensel ölçekte güçlenmesi gelişmiş bir demokratik toplumsal yapı koşuluna bağlı olsa da küresel ağların yarattığı erkcil basamaklanımlar (hiyerarşi) ağzıyla kuş tutsa da ulusal, yerel, bölgesel ekinleri sindirip engelleyebiliyor. Tarihsel süreç ne yazık ki acımasız bir seyir izliyor. Bunun için en belirtgen (tipik) örneklerden biri, Türkçe yazın. Dünya yazınının küresel erk (iktidar) biçimlenişi karşısında, yani ABD'nin, İngiltere'nin ve Fransa'nın karşısında Türkçe dilinde yaratılmış yazının hemen hiç şansı olmadı ve görünür gelecekte de yok gibi. Büyük, görkemli yazarlarımıza ve yapıtlarımıza karşın Dünya yazını içinde tuttuğumuz yer çok düşük ve mesele aynı zamanda ekinlerarası paylaşımları aşan bir mesele. Aynı şey ulus içi ekinler, diller ve onların sanatsal dışavurumları için de söz konusu. Okunmak isteyen ve alt kimliğini şu ya da bu nedenle üstlenmiş yazar, sanatçı haklı-haksız egemen ekinlerin doğrudan ya da dolaylı etkisi altında kalıyor. Bir yere değin doğal bu. Önümüzdeki birkaç yüzyılın, İngiliz dili karşısında diğer ulusal, yerel dilleri nerelere zorlayacağı oldukça belirsiz görünüyor çünkü çok açık ki yazın da bir endüstri, hem de küresel ölçekli bir endüstri. İki kaynağı imleyerek geçeyim konuyu: Biri Dünya Edebiyat Cumhuriyeti2, öteki ise Parayı Verdi Düdüğü Çaldı3.


*

Kısa süre önce halen tutukevinde İlhan Sami Çomak'ın (1973, Bingöl) Hayattayız Nihayet!4 adlı şiir kitabını okumuştum. İki şairin iki yeni kitabının duygusal tınısı (ton) oldukça yakın. Hatta ileri giderek duygusal bireşimin (sentez) şiirsel biçim ve dizeleme uygulamaları (teknik) da benzeşiyor. Bunun nedenini toplumsalın duygusal iklimiyle, ortamıyla açıklamak bana doğru görünüyor, elbette ayırt edici özellikleri göz ardı etmeden. Burada karşılaştırma yapmayacak, çok kısa Hıdır Mutluer'in şiirine ilişkin bir okuma yapacak, birkaç gözlemimi paylaşacağım.


*

Kürt siyasetleri ve insanlar üzerindeki etkisiyle ilgili bölgesel, yerel, zaman zaman ulusal ölçekli yazınsal uğraşıları, içinde yeterince olmayan bizlerin (okur) yakından izlemesi hiç kolay değil. Ama kıyısından kenarından benim gözlemlediğimce yükseliş coşkusu yerini bir yenilgi duygusuna bırakmış gibi görünüyor. Ama yenilgi asla bir teslim oluş, vazgeçiş biçimi ve düzeyinde değil. Sanki şiirle de söz konusu geri çekiliş (regresyon), yaraları sarmanın ötesinde hem yeniden olan biten üzerine düşünüp değişik anlatım düzeylerinde sonuçlar çıkarma hem de daha önemlisi davanın yükseltildiği koşullarda ertelenmiş, arkalara itilmiş birey(sel)in kendine dönüp kendisiyle ilgili düşünmesi, dertlenmesi açısından anlamlı. Bu noktada şair-özne (birey) çetin bir sorunla baş etmek zorunda kalabilir. Onun açısından konu iki yönlü olarak bir onur sorunudur. Ertelediği duyguları ve duygularının barınağı olan bedeniyle baş etmesi gerek. Ayrıca da haritada o güne değin Benini üzerinde imlediği (işaret) yerlemine (koordinat) ihanet etmemesi... Yani toplumsalın bireysel üzerinden dolayımlanması ya da tersi bu duyarlı (hassas, kritik) noktada şair için ek güçlükler çıkaracaktır. Bu konuyu derinleştirmeyeceğim. Bir ilk saptama yapmış oldum yanlışlanmaya açık olarak. Hemen belirteyim, ben şiirin olası kaynaklarından söz ediyorum ama şiiri okumam tarih, toplum, siyaset üzerinden olmayacak, bunları tartışmak gerekmiyor. Şiirle ilgili kalmayı her zaman yeğliyorum.


*

Yitirmenin yol açtığı yıkımın saptanması ve geride bıraktığı duyguların elekten geçirilmesi kitabın iki bölüm başlığında yankılanıyor. Şimdi Ben Ne Kadar (12 şiir) ve Sesteki Keder (10 şiir).Şiir adları da nasıl bir şiirsel duygu içinde olunduğunu gösteriyor. İlk bölümdekiler: Kapı, Kırılma, Sana Uzun Bir Yaz, Şimdi Ben Ne Kadar, Ten Patiskaları, Susmayı öğütlüyor Şimdi Zaman, Kuyu, Kusur, Uyumsuz İmge, Delilik, Teslimiyet Korosu, Dağılalım; ikinci bölümdekiler: Bu Kemanlar Kime İnat, Boşluğun Sızısı, Sesteki Keder, Kış ve İshak, Kırlangıç Hüznü, Acemi, Arz, Vertigo, Beyaz Çarşaflar, Ateşi Göstermek.

İki bölüm de Sezai Sarıoğlu dizeleriyle açılıyor. Belli ki Mutluer için yol gösterici Sarıoğlu şiiri.

İlk şiirde "elimde 'eskiden' diye başlayan bir dilin çakısı/ içimde kurumuş bir dereye suyu hatırlatmanın derdi/ kum hatırlamazsa taş muhakkak hatırlar diyorum/ şeklini ve rengini veren o gücü unutmak nasıl mümkün/ bir yoklasa yüreğini duyacak uğultusunu suyun" (Kapı, 9) dizelerindeki gizli karşı çıkma ve anımsatma çabasını oldukça düzgün, açık, duru bir dille okuyoruz. Kilitli kapıların açılması, denemekten korkmamayı başarmakla ilgili. Korku, göze alamamaktan doğuyor. Şiirin öznesi içindeki coşkuyu kilitli kapılar arkasındaki denize katmaya kararlı olduğunu söylüyor: "içimde taşan sularla her kapının ardında bir deniz bulmaya/ geldim" (10).

Noktalama imi ve büyük abece imi (başlıklar dışında) kullanılmaması, hem tüm şiirleri belli ve eş dalga boyunda bir duygusal tınıya, geçeneğe (koridor) bağlıyor hem de sesler arasında bir ses çokluğunu imalıyor. İzleyen şiirde benim için öne çıkan dize "insan ki kırılmayı önce bir daldan öğrenir" (Kırılma, 11) özgünlüğü ve yaratıcı gücünü, Ahmet Kaya'nın devingen, yadsıyan arabesk duyarlığını anıştıran sonraki dizede ("önce bir dalın hüznü düşer gözlerine") az da olsa yitiriyor. çünkü Hıdır Mutluer'in şiirinin genel duygusu direnme ile sızlanma arasında, umutla duygusallaştırılmış bir keder arasında gidip geliyor, salınıyor. Baskın duygu; yatıştırılmış, içe dönük, kişisel olarak yorumlanmış bir coşumculuk (romantizm). Belki de şairin bulunduğu yer ve zamanda kaçınılmaz bir duygudur bu ve şiire egemen oluşuna şaşmamalı. Üstelik kötü olduğunu söylemek haksızlık olur. Tersine biçim olarak iyi söylenmiş, kotarılmış ama gereğinden fazlaiyi ve ortak (kollektif, anonim). önemli birçok şair ve şiir kitabı da (baskın) aslında benzeri bir duygu düzlemine oturtulabilir. Ama şiirin bir yerinde yakalanmış ve duyguyu nitelikli duyguya taşıyan, dönüştüren, özgün kılan dize bir ölçüte, eşiğe dönüştüğü andan başlayarak şiirin öteki dizeleri asla bu dize düzeyinin altında kal(a)maz. Dil ve şiir işçiliği derken sanırım bu duygu dalgalanmalarına getirilen tutarlılık çabası kastediliyor. Aynı şiirde bir başka şah dize (musarra): "durmadan kanadından tüy eksilten bu mevsimsiz göç", bir diğeri: "bu yalnızlık müstahak diye haykıran sokak" (11) ve "çünkü dal bir ağacın en uzun cümlesidir" (12). Bu dört dize, düğüm noktasından açılan şiir tümcesi, Kırılma şiirinin tüm dizelerini yukarıya çekiyor çekmesine ama sanırım yetmiyor. Şiir Ben'i içsel duygu atağına, alışkanlığına yeniliyor. Ama yanlış anlaşılmasın, Mutluer'in şiirinin geneli belli bir ortalamayı, hatta daha yukarısını tutturmuş bir şiir olarak anılmalı. Bunu günümüz Türk(çe) şiir ortalaması olarak anlıyorum.

Kitaba adını veren şiir 'Sana Uzun Bir Yaz', karmaşık bir imgeleme başvurarak varsayımlı, düşlemsel bir iç tartışmayla sınıyor kendisini. Türkçe tümcenin beklenmedik, şaşırtıcı ataklarına yüz vermeyen, uscul, dengeli ve belli tını modundan akan dizeler tek sesli (modal) bir ezgi olarak öznenin indirgenmiş, bastırılmış duygusunu karşılıyor ama bu tümce şiirimizde oldukça arkaik bir tümce. Siyaset ve kıvrak bir bedenlenişten yoksun kalması haksızlık. öyle bir beden ki kendini görünürle görünmez arasında çeviren, akışkan, olağan gidişini tersinleyen, kendini yadsıyan bir olası tümce Mutluer'in başarıyla bir arada tuttuğu şiirsel tümlüğü başka bütünlüklere taşıyabilir(di). Ama bu gizilgüç var şiirinde. Zamanla içerik siyasetleri yapı (birim: bölümce, tümce, deyi, söyleşim, sözcük, söz, ses) siyasetlerinde çelişkili (diyalektik) birlikler olarak yansıyacak gibi görünüyor. Keder ve çekilme (regresyon) tınısı dilek kipinde kendine şiirleme içinde bir alan (ütopya) açıyor ama bulut arada güneşin önünü kapatıyor ve dilek kararıyor ister istemez. Kitabın en güzel şiirlerinden biri Şimdi Ben Ne Kadar. Şiirin öznesi, Ben'i, kendini dünyalıyor ve bunu yaparak düşünsel bir karşılaşmanın derin içeriklerini yakalıyor. Dünyanın sonsuzluğu karşısında insanın (Ben) küçüklüğüne alçaklık ekleneli (ki tarihtir bu), bir insanlık özeleştirisi yapılıyor. Lekesiz, ak çıkamayan insan sevdiği varlığı da kendinden kurtulmaya çağırıyor. Yıkım arzusunun önüne geçilememektedir: "dokunduğu her şey küldür artık" (15) çağ çünkü sürme yerine kan çekiyor gözlerine, adına ilerleme, uzay çağı, ne dersen de. Doğu, acılara yargılı kalıyor hep. "o doğu ki göğü deliktir hep acıdan yana" (Ten Patiskaları, 16) Mutluer'in yaşadığımız dünya çelişkilerini anlatmak için kullandığı imge paketinin içeriği de ortaya çıkıyor az çok. Yadırgamadığımız, geleneksel karşıt kavram çifti 'kirletilen aklık, patiska, sevilen kişi (kadın)' kendini duyumsatıyor. Şimdi gelinen yerde zaman 'susmayı öğütlüyor'. Söz bile upuzun bir yalnızlığın dışavurumu sayılsa yeri... Yerini, yönünü yitirmiş, uzadıkça uzuyor. Hıdır Mutluer'in dizeleri de birlikte ama bu kaçınılmaz bir bakıma. Bu yenilginin onuruyla uzayan dize, yazılan şiir bir aykırılık olarak çıkıyor ortaya. "susmayı öğütlüyor şimdi zaman/ dilin kıyısında çürüyen bir dünya" (Susmayı Öğütlüyor Şimdi Zaman, 19) Kuyu imgesi varsıl çağrışımlarıyla böyle bir tinselliği destekleyecektir. Kuyu dünyayı emmiş, derinlerine gömmüş, yaşamın sesini boğmuştur. Kusur kimde peki? Kimin yanlışından dünya yıkıldı? Şair kendini yoklar, gözden geçirir, yanlışını anlamaya çalışır: "bir sokaktan bir caddeye bir caddeden bir düşe çıkamamak// kalk diyorum suçu yok ayaklarının" (Kusur, 21) Kusur aynı zamanda öğretir, kusurumuzdan kurtulmayı. Aslında insanın, kusuru insanda aramasından işe başlamak gerek. Şöyle demesi doğru Mutluer'in: "yoksa suçu yolcuda değil yolda aramanın kibri/ zimmetli kalacak hep üstümüzde" (22) Kitabın bence bir başka güzel şiiri de Uyumsuz İmge. (23) Bu kalabalıktan, karmaşadan, arap saçından nasıl çıkılır? Şiirin sorusu yaşamsaldır. Nasıl ölenle ölünmez, nasıl ölü toprağı atılır üzerimizden? "nasıl çıkılır bu kalabalıktan hiç bilmiyorum" (23) Yoksa ben mi fazlayım dünyada? "bu kadar fazlayla nasıl sığarız hayata// sesimi dinliyorum benim değil/ gövdemi yokluyorum bir başkasının dalı/ kokumu hangi rüzgâr çaldı hiç bilmiyorum" (23) Belki de "herkesin herkesle şarkılar söylediği yalan/ bize orman diye bir yalnızlığı öğretiyorlar" (24) Ama bir orman yeniden kurgulanabilir, bir şiir yeniden yazılabilir, uyumsuz imgelerinden, çalılarından kurtulabilir. (24) Düşük bir olasılık ama yengi (utku, zafer) sözcüğünü yenilgi yerine kullanıp kullanmadığından emin olamadığım şair, Delilik'te, suskunun yengiyi (!) çoğaltmaktan başka işe aramayacağını söylüyor ve ekliyor: "aklın kibriyle yoksunlaşan bu dünyada/ her insana biraz delilik ne çok yaraşır" (26) Peki ya teslimiyetin korosuna ne denmeli? Haklı olarak 'biat çarşısı'ndan söz ediyor şair. (27) Ne yapmalı o zaman? Dağılalım mı? "bütün gördüğümüz bir masaldı işte, bitti, dağılalım// bir bir kaybediyoruz bütün mevzileri, dağılalım// daha fazla kırmayalım kalbini cümlenin/ dilimize cam kırıkları koyup susalım// son kez dağılalım sokaklara, evlere, bahçelere// hiçbir anka doğmayacak külünden/ bir yalandı o, olsa olsa bir ıraksama sadece" (28-9)


*

Keder yüklü bir sesle açılan ikinci bölümün ilk şiiri Bu Kemanlar Kime İnat. Şarkılar güze (sonbahar) benziyor ve bir zamanlar dalında 'mesut' yaprak korku içinde. "sonra bu nem/ ve bu kesif çürüme kokusu" (33) Kemanın çıkardığı her notada şair biraz daha yaprak gibi (mutsuz). Raylar, kemanlar onu kaldırıp dönüşsüz yolculuğa taşıyor. Bitmeyen plak dönüp duruyor. Bastırıyor keder. Yoksa 'mutluluk gibi yol da bir yanılsama' mı? Yaz diye çıktığın yol kışta bitiyor. Kuşku, yenilgi duygusunun ağır kederi daha bastırıyor: "itirafı uzun süren bir kabullenişin sancısıdır bu şiir" (Boşluğun Sızısı, 35) Hiçbir varlık, insan dolduramıyor şairin içindeki boşluğu. Zaman ve mekân onu terk (mi) etti? "uzak bir yaşamın kıyısını düşlerken/ bütün yakın sahillere vurmuş bir ölüyüm şimdi" (36) Şair mi 'hayat'ı sindiremedi, yoksa 'hayat' mı şairin boşluğunu çiğnemekten yorulmuyor? Boşluk büyüdükçe büyüyor. Sesteki Keder, kitabın bir başka başarılı şiiri. Annenin sesinde sapsarı bir keder, uçmayı çocuğuna erken öğretti diye. Erken kanatlanıp uçmaya çalıştı kuş ve ökseye tutuldu. Bunun kederi dağı taşı tuttu, anneyi ve babayı karaya sardı. Belki de "bir annenin yaralarına biçtiği yamalardır evlatlar" (Kış ve İshak, 39) Evladın kalıtı yas ve keder oldu anaya babaya. Oğul (şair) kendini suçlamakta, yüzü olmayan ama sesi olan ishak kuşu gibi yanık ötmektedir. Artık bir kırlangıç kuşudur o; sevincini, neşesini yitirmiş, sığınağı kalmamış sığınacak, yağmur yağdıkça ıslanan ve her ayazda biraz daha yenilen, insansız mevsimlere savrulan. Kendine dönük buyruğu kesin, ağırdır: Git! "git/ kendine sıcak bir mevsim bul" (Kırlangıç Hüznü, 41) Şimdi o, nerde bir esinti görse ellerini orada bırakan bir Acemi'dir. (4) "sözün acemisiyim diyorum bir cümle olamayışım bundan" (42) dizesini kuracak denli de şair, ustadır. Ustadır ama ustalıkla yenilgi duygusu, keder uzun yol alamazlar birlikte. Şairin kederli sesi yine sürmektedir. Neyse odur artık, razıdır böyle oluşuna: "kendi yarama tuz ekecek kadar ehlileştirdiniz beni" (Arz, 43) Ama sona eklenmiş dize başını kaldırır, meydan okur gibidir: "bu bir kurtuluş bildirgesidir arz olunur hepinize" (43) Demek ki her şey bitmemiş, bulut aralanmış, güneş yine görünmüş, ışıyıp ısıtacaktır. Her ne kadar şair, 'başında vertigo denen bir musibet' yüzünden gökyüzüne uzun uzun bakamasa da baktığı şeyin sonsuz büyüklüğü karşısında giderek ufalansa da. Ama baş dönmesi belki de geçicidir, bir anlıktır, yanlış yorumlanmış bir rüyadır. (Vertigo, 44-5) Beyaz Çarşaflar şiiri Cafer Demirtaş'a, Ateşi Göstermek ise (son şiir) Aziz Kemal Hızıroğlu'na sunulmuş. İlki bir ağıt havasında ululama, ikincisi umudun, inancın tazelenen, verilmiş sözü olarak dikkati çekiyor. "zamanın/ dünyanın/ ve şiirin incindiği yerde/ insan da incinir elbet //...söz sukut ediyor diye/ sanır mısın ki nihayete eriyor içimdeki cümle" (48) Ve kitap yasını tamamlıyor sanki.

Şiir tümcesini kurtarıyor (mu?)


Mayıs 2022


[1] Mayıs 2022’de yazılmıştır.

[2] Hıdır Mutluer; Sana Uzun Bir Yaz (2022), Klaros Yayınları, Birinci basım, Şubat 2022, İstanbul, 48 s.

[3] Pascale Casanova; Dünya Edebiyat Cumhuriyeti (2009), Çev. Saadet Özen, Varlık Yayınları, Birinci basım, 2009, İstanbul, 424s.

[4] Frances Stonor Saunders; Parayı Verdi Düdüğü Çaldı: Sanat ve Edebiyat Dünyasında CIA Parmağı (2016), Çev. Ülker İnce, İmge Kitabevi Yayınları, Birinci basım, 2016, Ankara, 538 s.

[5] İlhan Sami Çomak; Hayattayız Nihayet! (2021), Manos Yayınları, Birinci basım, 2021, İstanbul, 93 s.