Bornova Bornova, 2009

Zeki Z. Krmz / Ocak 2010

picture
Ömer Erkan

Öner Erkan Hakan

Kadir Çermik

Kadir Çermik Salih

Damla Sönmez

Damla Sönmez Özlem

Erkan Bektaş

Erkan BektaşMurat

Öner Ateş

Öner Ateş Ali Onur

Murat Klç

Murat Klç İhsan

Hasan Şahintürk

Hasan Şahintürk Ömer

Mustafa Krantepe

Mustafa Krantepe İbo

Selen Uçer

Selen Uçer Senem

Ceren Demirel

Ceren Demirel Elif


İnan Temelkuran


İzmir'de doğdu. 1994 ylnda Bornova Anadolu lisesi’nden mezun oldu. 1998 ylnda Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Ayn yl İspanya hükümetinden burs kazanarak İspanya'da Franco dönemi ile ilgili araştrma yapmaya gitti. 2000 ylnda başladğ TAI Görsel Sanatlar Yüksek Okulu’nun Sinema Yönetmenliği bölümünden 2003 ylnda mezun oldu.

2004’de İspanya'daki bir Türk düğünü ile ilgili ksa Belgeseli Madrid Genç Sanat Yarşmas'nda En İyi Belgesel ödülü ald. 2005 ylnda Türkiye'ye döndü. 2004 ylnda başlamş olduğu “Made in Europe” filmini 2007 de tamamlad. Bu filmiyle 2008 ylnda Ankara Film Festivali’nden Umut Veren Yönetmen ödülü ald. Ayn yl Adana Altn Koza Film Festivali’nde En İyi Yönetmen, Büyük Jüri Ylmaz Güney Özel ödülü’nü kazand. Ayn festivalde filmin 18 erkek oyuncusu En İyi Erkek Oyuncu ödülünü paylaştlar. 2009 ylnn başnda SİYAD tarafndan 2008 ylnn Umut Veren Sanatçs seçildi. 2009 ylnn Mays aynda “BORNOVA BORNOVA” adl ikinci filminin çekimlerini tamamlad.”

Bornova Bornova

Giriş


Bornova Bornova’y (2009) geçen yln ve genelde sinemamzn önemli bir adm olarak algladğm için ksa da olsa yazmak istedim üzerine. Bu yaznn gerçek nedeni ise, filmin rastlantya neyi borçlu olabileceğidir. Bu sorunun yant değil ama belirginleşmesini sağlayabilirsem, bu yaz boşuna yazlmamş olacak.

Film birçok açdan dikkate değer özellikler taşyor. Bu özelliklerden önemlice bir bölümü Dünya sinemasndan açk etkileri taşyor ve belki özgün sinemasal anlatlarn düzeyini de yakalayamamş olabilir. Bu noktada yaklaşmm, kendi sinemamzn anlatmna, onun gelişmesine yaptğ (anlatma tekniği açsndan) katkdr. Bu etkileri taşmş, aktarmş olmas filmin bizim açmzdan önemini azaltmyor, çoğaltyor. Çünkü bu küresel anlat eğilim ve teknikleriyle de sinemamzn artk taklidi aşar boyutlarla yüzleşmesi zaman geldi de geçiyor bile.

Sinemamzn anlatm sorunlaryla ciddi bir hesaplaşma içerisine giriyor olmas, gelişmiş dünya sinemasnn görüntü ve ses teknolojileri aktarmndan bir adm ötesine ya da berisine geçebilmesi, kanmca günümüzün üstesinden gelinmesi gereken önemli bir sorunu. Yalnzca sermaye(leşme)nin, yalnzca teknoloji(leşme)nin sinemay nerelere değin taşyabileceğinin canl deneyimi içerisindeyiz.

Bir yekinme, bir sçramann öngününde, arayşlar yoğun sinemamz, eğer teknoloji tutkusu yan sra (hakl gerekçelere bir şey demiyorum, sonuçta tüm yapmclar filimlerini tüm dünyaya yaparlar) güncel gündemlere taklp gerçek dünya gündemlerini skalama budalalğn bir kenara koyar, ‘sen, ben, bizim oğlan’ sğlğ ve ksrdöngüsünü aşar, ama en önemlisi son dönemlerde siyasal güdümlemelerin (manipülasyon) doğrudan/dolayl etkisiyle bulaştğ şu mistifikasyondan/dinselleşmeden kurtulabilir, öte yandan indirgemeci/kabalaştrc (vulgarizasyon) ve aptallaştrc ‘yerelleşme’, ‘yönetişim’ sarmalndan (bunlara at gözlüğü takma, diyorum) kurtulabilirse dünya ölçeğinde çok anlaml bir çkş yapabilir.

Bornova Bornova, neden önemli sorusunun yant bu dediklerim içinde. Önemli çünkü, orada yaygn savlarn tersine, bir kant gibi duruyor. Filmin temel tezi, egemen tezin (anlat) geçerlilik ve hakllğn tartşlr klma gücünü, yalnzca bir içolanak, bir gizilgüç olarak değil, bir açkolanak, bir edimsellik olarak taşmasdr.


Diyalogun imgeleşmesi


Konuşmann nesnelik durumunun (Resnais, Hiroshima mon amour) böyle bizden bir örneği belki de yoktur. Demirkubuz’da konuşma, anlatnn nesnesi olarak görselleşir mi? Bilmiyorum.

Ama bu filimde daha çoğu var. Konuşma edimleşir. Anlat görüntünün nedenine dönüşür. Film bir anlat ama, anlatmay da anlatr ve yaşam dil üzerindendir. Bunu sinemada gösterebilmenin yollarndan biri de, Temelkuran’n tekniğidir. Dil edimle buluşur, örtüşür, zaman bir perde, hakllaştrma, sindirme işlevi taşmaktan kurtulur. Zamana bunu yükleyen de bizim ‘sonraki’, ‘ardsra’ anlatmzdr. Anlatma zamanyla yaşama zaman değişik kurgulandğnda bunun ortaya çkaracağ ‘olanaklar’ yaratc ve yeni olacaktr. Ama bundan da önemlisi, zaman açsndaki, çevrenindeki şaşrtma, bizi yeni(den) sormaya taşyacaktr. İşte bunun önemi ve değerini tartşmayacağm.

Konuşma (diyalog) bu filmin özünü oluşturur. Bu konuşma üzerine bir filimdir. Konuşmann çözümlemesidir. Konuşma, konuşandan kopmuş, konuşan ağz başkalarnn sözünü, hatta sesini taşr olmuştur. Seyircileri, en azndan eski kuşaklar irkiltir bu yaklaşm. Başkalarnn sözü aslnda hep taşdğmz şeydir, bunu gönül almakla başlayan bir dizi olumlu olumsuz gerekçeyle gündelik yaşammzda yaparz zaten. Ama Temelkuran’n yapmaya çalştğ şey, bu söylemin örtük yaps, örtme çabasn sökmek, deşifre etmektir. Bu yüzden, dil hakknda, dil üzerine bir film olduğunu söylüyorum.

Konuşmann tns, eşlikçisi, seçilen ses (biçim) ve anlambirimi, duygusu, yargs, vb. nesi varsa ‘dşardan’dr, verilidir. Verilmişten çok braklmş, brakldğ yerde bulunmuş, onunla yetinilmiştir. Ksrlaştrma işlemi yürütülmüş, bu siyasal kym, dili eksiltmiş, öznelik taşnmas güç bir benliğe dönüşmüştür. Bu toplumsal izlencenin ağr silindiri, kendini anlatabilir olmaktan doğacak beni (birey) kaynağnda ezmiş, boğmuş, yok etmiştir. Geriye kalanlarn ağzlarndan kimi sesler çkmaktadr yine de. Bu seslerden bir sor(g)u çkmas artk tansk denebilecek şeydir.

Bu sesi göstermedir yazarn, yönetmenin yapmak istediği şey. Bu sesi eksikliği, güdüklüğü, tkzlğ içerisinde görünür klma, gösterme... Bizim orada neyi gördüğümüz ayr bir konu.


Gündelikten szan çağ


Bu gündelikten (konuşmak için açlp kapanan, yorgun, tükenik balkağzlardan) szan şey, doğruyu söylemek gerekirse tüm bir çağdr. Sarkozy’nin Fransa’s, Berlusconi’nin İtalya’s, Putin’in Rusya’s (Zizek) ve Erdoğan’n (Özal, Çiller, Erdoğan demeliydim) Türkiye’sidir.

Film bu çağ (zaman) duygusunu bir baskn, kaçnlamayacak bir bunalt kaynağ olarak yaşatr bize.

İstenildiği gibi ve değin düşünen, eyleyen bu insanlar günümüzün, belli özellikleriyle tanmlanan, paket-insanlardr. Onlarn, nedenlerinden kopmuş umarszlklarnda korkunç, insanlkdş, kabul edilemez bir yazgsallk vardr ve bu dehşete düşürmektedir hepimizi. Bu yazgy tek tek kişiler olarak değil de tüm bir toplumsallk olarak yaşyor oluşumuz daha da endişe vericidir. Bu böyle, yaşam bu, dememek için nasl bir donanmn ve bilincin sahibi olmalyz ki?

İyi olansa, bunun için çok para harcanarak, yaşamn tüketilmesinin çarpc belge(sel)lerini sergilemekten geçmediğini göstermesi filmin. Bu yaplyor ve yeterince etkili olamyor. Belge de şablonun bir parçasdr uzunca bir süredir ve direnişin dili olmaktan çkmştr. Bu durumda, kurgunun yerleşik yaplarn krmak, terslemek en iyi yordam olabilir. Haneke belki bunu yapar. Angelopoulos bunu yapar. Altman, Trier belli ölçülerde, Ceylan, vb. bunu deniyor, yapmaya çalşyorlar.


Minimalizm


Bu küçükölçekçilik (minimalizm) bizi teselli etmeye yeter mi? Bu yüzden fotoğrafn bütününü gözden kaçrmadğmz, tersine en gerçek durumuyla yakalama şansmzn doğduğunu yukarda belirtmeye çalştk. Küçükölçekçilik burada bir soyutlama dizisinin parças işlevi görmüyor. Kaynaklara (evrensel) karş bilinçli, uyank bir tutumu sergilemekle de kalmyor. Bir dil tersinmesi, alaborasna, bir doğuma ebelik ediyor. Sorun öncelikle dil(imiz) ve onu nasl kullandğmzla (tasarruf) ilgilidir. İşte burada küçükölçekçilik önemli bir görev (misyon) görüyor. Şaşrtc, hzl ölçek değişimi bizim uyumlanma, uyarlanma ve sonunda uyuma yeteneğimizi zorluyor, çoğu kez ketliyor, bizi skntl ama verimli, anlaml olabilecek bir düşünme çabasna zorluyor. Okumasn bilen, gündeliğin olanca yavanlğndan kavrayc anlaty süzebilir. Küçüğün (algmz zora soktuğu için) uyarc bir etkisi olmas beklenir. Yani bir seçimden, tutumdan söz ediyorum.

Bir şey daha geçerken belirtmeliyim. Bu filimle öğrendiğim şey oyunculuk yönetiminin, oyunculuktan neden daha önemli olduğunu anlamak oldu. Türk sinemasnda ender görülür bir örnektir; oyunculuk yönetimi Bornova Bornova’da.


Bir suç nasl taşnr


Suç da tam burada taşnmaktadr. Hiç kimse artk şunu söyleyemeyecek: büyük suçlar büyük anlatlarn omuzlarnda taşnr. Hayr, büyük suçlar, küçüğün omuzlarnda taşnmaktadr. Bunu görmemeyi başaramyoruz film boyunca. Suç öylesine, gündeliğimiz içerisinde, gündeliklik olarak taşnmaktadr. Suçun ne olduğunu birazdan tartşacağz elbette. Ama burada önemli olan şey, çevremizde birlikte yaşadğmz tüm insanlarla birlikte, ayrmsamadan, görmeden, bilmeden taşdğmz suçluluk. Temelkuran’a şunun için ayrca teşekkür etmeli. Bu suçluluk iyi ki şu teolojik (sanrz ki bu Hristiyan kültüyle ilgili, hayr İslam aynen almş, pragmatizmi bunu daha çok göz ard etmesini sağlamştr) suçluluk ve vaadden ayr tutulmuştur. Buradaki sekülerlik, suçun inanmayla ilgili değil, inanç da içinde olarak toplumun yaplan(drl)masyla ilgili olduğundadr ve bunu çok önemli buluyorum. Buna, yine bir ters dalş, toplumsal yapsöküm diyorum. Bu geldiğimiz yerde, kendimizi kandracak araçlardan yeterince yoksun kaldğmz düşünüyorum.

Bir suçu elbirliğiyle, bir başar(m) göstergesine de dönüştürerek böyle taşyoruz omuzlarmz üzerinde. Çocuklarmz masum değildir, gençlerimiz masum değildir, anne babalar, büyük anne babalar, komşularmz, dostlarmz, mahallemizin, kentimizin, yurdumuzun insanlar, dünyann yoksullar ve zenginleri masum değildir (Sezen Aksu şarksndaki gibi).

Nasl oluyor da barş ve esenlik, eşitlik ve doğruluk ortak paydalarnda sağlanamayan oydaşma (asabiyyet, İbni Haldun) suçta sağlanabilmiştir? Peki insanlar bunu kabul ediyorlar m? Kendilerini suçun dolayl da olsa bir parças olarak görüyorlar m?  İzninizle Alain Badiou’ya başvurmak istiyorum: Seçim (cesaret), Mesafe (erke karş koma), Olay (Aşk). Bu film, Badiou arkada okunmal. Felsefe ve sanat bir işe yarayacaksa cesaret, başkaldr, duyarlk ve aşka odaklanmal, bunu iş, tasa edinmeli (Bir not: Bu bildiğimiz aşktr).


İçimizdeki suç


Gelelim suça. Suç, gerçek anlamda suç kastl bir düşünce kirlenmesi, kirletmesiyle ilgilidir. Egemenlik girişimi, üretilmiş söylemle tutsak alma, yaşamn belini krmadr balyozla. Ama ‘darbe’yle sözü daha uygun düşerdi, ben de darbe diyorum. Adn koyalm, en yakn, elönünde darbe (suç) 12 Eylül 1980’dir.

Geriye kalan, ister siyasal, ister sradan (adi) suç önemsizdir. 12 Eylül’ün de oyuncular değildir söz konusu olan ve onlar durumu, gerçeği açklamak için yetersizdir, 12 Eylül’ün tini, taşdğ, aktardğ dilidir suç. Bu darbe, bu tinin yaylm, bir sis gibi toplumun üzerine çöküşüdür. Kskvrak ele geçirilen insanlar (benler, bireyler, özneler) daha azna, daha azna…ve daha azna raz olmaya zorlanmşlardr. Bunun klgsal karşlğ daha az sözcükle konuşmaya raz olmadr. Plastik sözcüklerle yetinmek, hatta sözcükler olmadan idare etmektir (Truffaut, Fahrenheit 451).

Bu çelik kelepçeyle tutsak klnan toplum, tinini (ruhunu) hemen brakvermiştir orada bir yere. Cann demiyorum, can pahasna brakmştr ve kalan cann ‘ecinniler’i (Dostoyevski) işte bu filimde bize gösterilmektedir. Yoksa ölü canlar m (Gogol) bunlar?

Bu suçun nasl alglandğ, nasl taşnp yaşandğ hepimizin yüzleşmek zorunda olduğu en büyük gerçeğimizdir. Ben gündeme taklp kalmaktan söz ederken bunu anlatmaya çalştm. Bize braklmş, şu azaltlmş dille anlatacağmz şey, daha azna raz olmann öyküsünden (!) başka bir şey olmayacaktr. Bunu mu istiyoruz?

Onursuzluğumuzun kökü, kaynağ budur. Film bunu bana apaçk anlatmş, beni kendime bakmaya zorlamştr. Burada yalnzca utanabiliriz.


Huzur’un getirdiği


Suç gelmiş, içimize, bağrmza boylu boyunca bağdaşn kurmuş oturmuştur. Camz gibi batağa uzanmş, geviş getirerek bu dayatlmş suçu sindirmeye uğraşyoruz. Bu suçun adn da koyalm isterseniz: konformizm.

1980’den beri içinde huzur sözcüğünün geçmediği ‘hit’ şarkmz yok. Koro halinde huzur ve yine huzur şarklar dinliyor, söylüyoruz. Bu huzur bizi insanlktan çkard. Hepimizin, çoluk çocuk, içimizde bir katil filizlendi. Dşardan bakşta (genel çekim) huzurun ve masumiyetin dingin, kprtsz, mutlu sa(n/y)labilecek o yatştc görüntüsü, içimizdeki katili ve onun cinayetini besleyip büyütmenin bitek, uygun toprağ oldu. Öylesine masumduk ki, birazck eğlenmeyi, gülmeyi, boşvermeyi, hafiflemeyi bağşlayverdik işte kendimize. Ama bu kadar da hakkmz değil miydi? Yalnzca ac, mutsuzluk, dram m olsundu yaşammzda?

Huzur böyle geldi. Böyle kolayladk, rahatladk yayldk çamurumuza. Evim, evim güzel evim’i, o mutluluk adamz süsledik püsledik, göbekler attk, her şeye rağmen çalkalayabildik, ama beri yandan nasl da masumca, alşveriş tapnaklarn doldurduk gece gündüz, bizi düşünerek yaplmş şeyleri (dizi, film, kitap, vb.) tükettik, McDonald’lar ihmal etmeden, eşimizi, sevdiklerimizi, çocuklarmz, dostlarmz aldattk, pişman olduk, yeminler ettik, bağşladk, bazen de öylesine sevdik ki öldürdük, çünkü örnekte bütün bunlar tpatp böyle yazyordu, nasl aldatacağmz, öldüreceğimiz, siyasetin (!) altna nasl gireceğimiz  (rzmza nasl geçileceği) madde madde yazlmş, belirlenmişti. Gülmemizi istedikleri yerde güldük, tersini yadrgadk, doğal bulamadk bir türlü. Onlarn (kim onlar?) istedikleri gibi düşündük, ama çoğu kez braktk onlar bizim yerimize düşünsünler. Yaşamak güzel şey be, dedik. Dertsiz, tasasz, hep ya bir adm ötede ya da beride durarak. Sanal oyunlara gelince (hani şu savaşlar, patlamalar falan) zaplaynca değiştirebiliyordun. Delete edince ne savaş, ne sorun kalyordu.

Açlk, yoksulluk, sefalet yeterince uzaklaştrlmş, görünmezleştirilmişti. Tecavüzler, kymlar, yangnlar, cinayetler uzak, çok uzakt, bilincimizin kps içinde bir çağrya asla dönüşemeyecek kerte uzak.

Huzur işte böyle içimizdeki Dr. Jekyll’ uyandrd. Katilimizi obezledi, besledi, azmanlaştrd. Temelkuran da çkt geldi ve yüzümüze bakarak içimizdeki suçluya işaret etti. Ama bu kadar da olmaz ki… Kendimizi huzurlu dalgalar üzerinde salnmaya böyle koyuvermişken, içimizin canavar, görmeyi isteyeceğimiz son şey değil mi? Bay Hyde’n öyküsüyle tknp doyunuyorduk kabinlerimizde, yuvalarmzda. Yuvalanrken kimin yuvasn yaptğmzdan bize ne- İdi?

Bu filmi görene değin. Frankenstein öykümüzü seyrettik. Biz masumiyetten yaratlmş canavarmz görmek zorunda brakldk. Kendi içimizi, içimizden kopuşumuzu, nasl da sahte, yalanc, ahlaksz insanlar ve onlarn toplumu olduğumuzu görmezlikten gelemeyeceğimiz biçimde gördük.

Öldürdüğümüz canl orada yatyor. Hamile genç anne, eşi ve Renoire’lara yakşr park görüntüsü bitiş jeneriğinin arkasnda genel planda bir suçsuzluk anştrmas (cennet imgesi) gibi duruyor. Uzaktan (algnn yakn snrlarnn ötesinden) bakyor, orada park dolduran insanlar ve güvercinleriyle huzuru ta içimizde duyumsuyoruz. Kamera (yönetmen) arada bir şaka yapyor olmal. Yakn plana taşyp bizi tanklğa zorluyoruz. Ama rica ederiz, bunu duymak zorunda myz? Duymay, işitmeyi, görmeyi reddediyoruz, efendim. Neyi mi? Mutlu aile görüntüsünün arkasndaki cinayeti tabii ki.

Bitiş jeneriği akarken arkadaki görüntü ve alt çizilen şey, bence bu filmi evrensel klyor. İçinde Shakespeare var (çünkü).


Erkeğin öyküsü ayn zamanda kadnnki mi?


Peki bu cinayet kimin cinayeti? Erkeğin mi, kadnn m? Bu işbirliği dudak uçuklatr. Kadn ve erkek işbirliği yapmştr (hatta çocuk üzerinden). Kutsal anne devrilmiş, aile yerlerde sürünmektedir. Zevahir kurtarlamamş, o da, her ne ise yerlerde sürünmektedir.

Temelkuran’n yaptğ şeylerden biri de toplumun cinsiyet alglarn (rollerini) tartşmaya çekmekti. Erkek, erkekliğinin altnda ezilirken, kadn da kendi şişkin mimarisini taşmakta zorlanmaktadr. Genç insanlar, çocuklar iyice onun bunun kullanmlk avadanlklarna dönüşmüşlerdir. Ya rza geçeceksin ya rzna geçilecek seçenekleri arasnda tkanmş kalmştr insan. Buna kazanmak ya da yitirmek deyin isterseniz.

Erkek egemenliği içerisinde tutsak, köle, korkak ve namussuzdur, kadn da kendi köleliği içerisinde erke (iktidar) bulaşktr, eninde sonunda bulaşr. Namussuzlaşr, destekleyerek… Demek ki iki rolü de içeriden tartşmayla başlanacaktr işe. Çünkü iki çarpandan çkan ses hiçtir. Yalnzca hiçtir. Demek ki cinsiyetin sahihliği aşndrlmş, aşk beylikleştirilmiş, aşk olmaktan çkarlmştr. (Badiou, bir kez daha).


Anlatlan zamanla yaşanan zamann eytişimi


Anlatlan zaman yaşanan zamann üzerine beklenmedik bir biçimde bindirildiğinde bizim sapasağlam algmz çatrtlarla çöker, parçalanr, unufak olur saçlverir ortalğa. Bu denli mi krlgan, zayf, dayankszd yaşam? Yerlere göklere sğdramadğmz o şişik benliğimiz, bu denli mi kolay vazgeçecekti? Bunun için sinema dilinin küçücük bir olanağn işletmek yeterli olabilir miydi?

Bornova Bornova bunun yeterli bir başlangç olacağn kantlyor.


Krk zamanlar ve uzamlar


Kuşkusuz, tümü bu değil. Görüntünün kayganlğ, görünemeyen açlar, kesintili, yarm yamalak sahne ve diyaloglar yaşadğmzn yetersizliğine yeterince gönderme yapyorlar. Hem zaman, hem uzam bilinçli bir biçimde, yönetmence krlmakta, kesintili akmakta, bazen öykü doyumsuz, bitmemiş orada kalakalmaktadr.

Bu acemilik sergilemesi, bir yerden sonra tersinden okumann olanağna (imkân) dönüşmektedir.

Sayn yönetmen,

Söyler misiniz lütfen, bu içimizdeki katille şimdi ne yapacağz biz?