Toplu Öyküler 1 - 2

Zeki Z. Kırmızı / 2023

Jean Stafford

Jean Stafford; Toplu Öyküler 1 (The Collected Stories of Jean Stafford, 1984),

Çev. Gökçe Yavaş,

Deli Dolu Yayınları, Birinci basım, 2019, Ankara, 283 s.

*

Jean Stafford; Toplu Öyküler 2 (The Collected Stories of Jean Stafford, 1984),

Çev. Gökçe Yavaş,

Deli Dolu yayınları, Birinci basım, Mart 2021, Ankara, 419 s.


ABD’li yazar Jean Stafford’la (1915-1979) tanışmak mutluluk verici. Toplu öykülerini (4 kitap) iki cilt olarak Deli Dolu Yayınları 2019’da olağanüstü güzel bir çeviriyle (Gökçe Yavaş’ı yürekten kutluyorum.) bastı. Üstelik çok hoş bir sonsözle. Yine ABD’li önemli bir günümüz yazarı Joyce Carol Oates bu derlemenin ABD baskısına bir değerlendirme yazmış, saptamaları öylesine zekice ve doğru ki Stafford hakkında ayrıca düşünmeye gerek yok gibi, okumanın tadını çıkarmanın dışında.

Benim şimdilik olağanüstü bir keyifle okuyup bitirdiğim birinci cildin içerdiği iki kitap: Gurbetteki Masumlar (6 öykü), Bostonlılar ve Amerikan Sahnesinin Diğer Gösterileri (7 öykü).

İki evliliğinden, özellikle ABD’li şair Robert Lowell’la olan berbat ikinci evliliğinden bir yıkıntıya dönüşerek çıkan (alkolizm, vb.) ya da belki çıkamayan, çünkü 64 yaşında ayrılıyor dünyadan, 1970 Pulitzer Ödüllü Jean Stafford’ı başarılı çevirmeninin dilinden de tanıyabiliriz: Jean Stafford’tan ‘Toplu Öyküler 1-2'’ (cumhuriyet.com.tr) .

Öykülerini ABD’nin dört coğrafyası ve iki insan türüne (kadın, çocuk) ağırlıkla özgülemiş yazarın Türkçeye çevrilmemiş yanılmıyorsam üç de romanı var ve ilki Oates’a göre çok da başarılı: Boston Adventure (1944).

Bana göre ABD’de kadının en küçük (mikro)-ölçekli yerüstü ve yeraltı haritalamasını bir insanbilimci yeteneği ve yetkinliğiyle yapan biri Stafford ve her iki harita katmanının üçüncü boyutta (devinimler), dördüncü boyutta (söyleşimler) boşluksuz yansımalarıyla son derece işlek, devingen bir anlatı dili yaratmış… Buna çok da şaşmamak gerekir. Özellikle öykü türü, sert yarışmacı ABD düzeni içinde en iyiyi ayıklayan, elek üstünde tutan yazınsal evrimin sonucu olarak, yine bana göre ABD yazınında doruk yapmıştır. ABD yazarı öykünün dünya ölçeğinde birincisidir (şampiyon). Yinelemeleri, üstelemeleri çok olmayan, devingen (dinamik) bir öykü ortamı, yazarı Amerikancası ile tansıklar yaratmaya taşıyabilmiştir. Yerleşik Avrupa kıtasında (özellikle) öykünün bu dev(rimci) atılımı yapması olanaksızdı belki de. Hoş bunda İngilizcenin esneklik katsayısının payını da göz ardı edemeyiz. Hemen ekleyelim ki öykü türünde atılım derken bunu içerik ve öznel dışavurumlarla değil, anlatım biçimleri, teknikleriyle ilişkilendiriyoruz. Yoksa Avrupa’nın, Asya’nın vb. hakkını yemiş oluruz.

Oates’un ABD yazın geleneği domestic gothicism içinde saydığı yazarlar arasında Eudora Welty, Peter Taylor, John Cheever, Katherine Anne Porter, Flannery O’Conner var ve onlar arasında çok yönlü yazarın Jean Stafford olduğunun altını çiziyor. Bunlardan Cheever, Porter, O’Conner’ı az çok tanıyoruz. Aslında Stafford’ın gotiğin sınırlarını yokladığı, ama çok da zorlamadığı, daha incelikli, daha Henry Jamesce bir dil denediği söylenebilir ve bu doğru olur. Fiziksel boyutu küçültülmüş ama etkisi (efekt), hatta sarsıcılığı, dahası dehşeti büyütülmüş bu dil siyasetini olanaklı kılan şey yazarın daha çocukluğundan başlayarak dünyaya aşırı biçimde sinir uçlarından bakması, etkilenmelere sonuna değin açık bir duyarlılık geliştirmesi. Çünkü öykü kişileri her kezinde tipleşmeyi yadsıyan bir arkadan dolanma, dönüş, sapma (sapkınlık), nice yoksunluktan beslenip obezleşmiş bir anlak (zekâ) çıkartmasıyla tepki veriyorlar ve onları okur derlemimiz (koleksiyon) için yakalayıp üstlenme ve sergileme olasılığımız neredeyse sıfır düzeyinde. Sonuçta bunca gelişmiş anlağın (zekâ) savunulur olup olmadığı insanın içini, hele bireysel yazgılar açısından fena halde acıtıyor. Ama şair Anna Sexton’ı anımsıyorum, Hollywood’un ünlü ve hiç de göründükleri denli aptal olmayan oyuncu yıldızlarını.

Bu yazıyı çok uzatmayacak, kalanı ikinci cildi okuduktan sonra söyleyeceğim. Kapatırken Oates’un birkaç saptamasına yer vereyim. Jean Stafford’ın sesinin insanları gömütlerine taşıyan ‘ölügömücünün’ (levazımatçı) sesi olduğunu’ söylemesi çok doğruydu. “Anlaşılmaz ve sıkılgan değildi, tam aksine genelde kıyamet alametleriyle karanlık bir güldürü sunuyordu.” (267) Ayrıca ince işçilik gerektiren öykü türünde bir ustaydı. Carson McCullers’la boy ölçüşebilirdi The MountainLion (1947) romanı. (268) “Stafford orta yaşlarında ve sonrasında New York, Long Island’da yaşasa da yazdıkları özünde bir huzursuzluk, bir yerinde duramama hissi taşır.” (268) Anlatım biçimleri; “hafif melankolikten vahşi bir komiğe, içsel bir konuşmanın incelikle ayarlanmış başına buyrukluğundan sarsıcı bir açıklık taşıyan ani patlamalara, bizi sade bir konuşmanın çok ötesine taşıyan veciz tasvirlere” geçişleri içerir. (268-9) “Baş döndürücü bir şekilde ana karakterlerin zihnine girip çıkan Stafford, hikâyeyi tanrısal bir mesafeden anlatır”. En önemli öykülerinde okuru “kadın karakterleriyle acı verici bir ilişkiye soktuktan sonra, soğukkanlılıkla yer değiştiren bir kamera gibi, hikâyenin doruk noktasında geri çekilir.” (274) “Bu acıyla kendinden geçme sırasında, Stafford’ın genelde ölçülü olan kalemi şaşkınlık verici yüksekliklere çıkıyor, sanki konu acı değil de kendi kendine yaptığı, tarif edilemeyecek ölçüde korkunç bir saldırıymış gibi.” (276)

Birinci kitabın olağanüstü öykülerinden benim özellikle seçip öne çıkartacaklarım ise şunlar:


  • Echo ve Nemesis,
  • Kibar Bir Muhabbet,
  • Taşrada Aşk Hikâyesi,
  • Kanayan Kalpler,
  • İç Kale.

  • ***

    Jean Stafford’ın Toplu Öyküler 2’sinide bitirdim. Bu bölümde Güney, Orta Batı coğrafyası öyküleriyle (Kovboylar, Kızılderililer ve Büyülü Dağlar) New York öyküleri (Manhattan Adası) yer alıyor. Öykülerin yazım tarihlerini bilemediğimiz için yazarın yazınsal öyküsüyle öyküler arasında bir ilişki kurmak zor. Ama bence toplu öykülerin en zayıf halkası olan Manhattan Adası öyküleri Jean Stafford’un yaşamının son dönemlerinin verimi olabilir. Konu, uzam, ilişki biçimleri, insan tiplemeleri ister istemez böyle düşündürüyor.

    Son dönem öyküler yazarı da hafakanların bastığı dönem öyküleri aynı zamanda. Eşsiz anlağı, dilsel kavrayış gücü sendelemiyor ama bulanıklaşıyor ve gizli alayın, eleştirinin bastığı yer çöküyor, izlemesi ve iliklemesi zor bir ağın toplumsal resmi okuru yüzey ilişkilerine gereğinden çok ve sıkıcı biçimde bağlıyor, sanki bu öyküler dar çevrenin (sosyete) okuru için, onların anlayacağı şeylerle onların dilinden yazılmış gibi. Arkadaki tinsel durum bir çöküntü, ama şöyle: anlatıcı kendini bu çöküntünün somut, maddesel koşullarından yeterince, arınıncaya, saf anlatıcı oluncaya dek çıkarıp soyutlayamıyor. Özyaşamöyküsellik yine de başvurmayı yeğlemediğim çiğlikte bir yargı olur. Ayrıca dili böyle becerili, güçlü kılmış Stafford gibi bir yazara da haksızlık…

    İlk kitap için yazımda Oates’in Sonsöz’ünden de yararlanarak keskin ve yazarın görüntüsünü (portre) dört dörtlük biçimde ortaya çıkaran kimi alıntılar yapmış olmalıyım. Onun ölü kaldırıcılığı (cenaze levazımatı) kendisinin bir yargısından yola çıkılarak söylenmiş bir niteleme, ama ‘hafiflik’ görüntüsü arkasında savaş karşıtı, çok dolayımlı biçimlerde de olsa kadıncı (feminal) bakış açısı, incelik ve alay dolu eleştirisi, içeriğin olmasa bile biçimin, dilin, metnin doğrudan gotiğini yaratabildiğini gösteriyor. Çünkü gotiğin yazında hangi araçlar, öğelerle yansıtılacağı ayrıca sorulmalı. Tasarımsal imgelemden söyleşim biçimlerine (tarz), içsesin aşırı kuşkuya (paranoya) kayabilen hızlı devinimine, beklenmedik bir yatışmışlığın pastoral dünyasına açılıma, kapanıp daralmalardan açılıp genleşmelere gidip gelen patlama akışlarına (mod), insanlarla kurulamayan (özellikle cinsiyetler üzerinden) ama özlenen eşitliklerin inandırıcı ve zorlamasız biçimde diğer canlılarla (özellikle hayvanlarla) kurulabilmesine, vb. değin birçok yazınsal çözüm gotiğin özel (Stafford) yorumu olarak bir insan sesinin olduğunca kadın sesinin de büyüleyici, abartık, katlanılabilir güzelliğini önümüze koyuyor. Hele Gökçe Yavaş’ın yazarın ve yapıtının özünü sindirmiş, Türkçe karşılığını yaratmış çeviri diliyle uzak dünyaların uzak sorunsalları önümüze taşkın bir gülme, sevme, nefret, umutsuzluk, yenilgi, vb. olarak hiç de yadırgamadığımız biçimlerde geliyor. Yoksa bir ekinden başka bir ekine kahkaha savurmak olanaksızdır neredeyse ya da bir yıkımı aynı tepkilerle üstlenmek.

    Ben yirminci yüzyılın yitik çocuğu ama dikkate değer yazarlarından biri olan Jean Stafford’u okumuş olmaktan mutluyum, hoş simgelediği yazınsal akımın ABD örneklerine pek yabancı olmasam da… Hep ilgimi çeken, delirmenin öngününe zamanlanabilecek bu kuşak (1920-70 arası) ABD’nin dünyaya yazınsal armağanı, belki buruk, acılı ama yine de göze alma cesareti taşıyan bir yazı türü yarattı. Klasikleşmesi zor görünüyor ama işlevsel açıdan; dünyayla, toplumla, öteki insanla yüzleşme açısından paha biçilmez bir birikim. Birçok insan sorununun adı doğrudan ya da dolaylı biçimde bu yazın içinde saptandı. Çarkların dişlileri arasında kendisini öğüttüğünü bilen yazar, bu bilinciyle neyi, nasıl yazar?

    Çocuğun, hele de kız çocuğunun eşsiz, büyülü, gizem dolu evrenini bunca dürüstlük, doğruluk ve umutsuz da olsa neşeyle, gülmeceyle yazabilen Jean Stafford’un yarattığı bu imgesini yaşadıkça düşüncelerimde korumak isterim. O imge aslında evrensel bir imge. Füruzan’da yankılanmıştır örneğin.

    Onun bir sayrılarevinde ameliyatı, ameliyat olanın iç sesinden, bakış açısından anlattığı öyküsünü unutamıyorum. Bir yirminci yüzyıl başyapıtıydı ama Toplu Öyküler’in birçok öyküsü için aynı şeyi duralamadan söylerim. İlk kitapta etkilendiğim öyküleri sıralamıştım. Burada da Güney ve Orta Batı öykülerine bayıldığımı özellikle belirteyim. Kişi genellikle küçük kız ya da genç kızdır. Aşağıdaki dizin neredeyse kitaptaki tüm öyküleri içeriyor. Birkaç öykü dışarıda kaldı, belki de haksızlık edildi.


  • Kötü Bir Karakter
  • Hayvanat Bahçesinde
  • Okuma Sorunu
  • Kurtuluş
  • Kararan Ay
  • Yürekli hanımların Çay Saati
  • Bir Yaz Günü
  • Beatrice Trueblood’ın Hikâyesi
  • Sundurmayla Sunak Arasında
  • Birini Seviyorum
  • Hırsız Polis
  • Yüzbaşının Hediyesi
  • Bir Kariyerin Sonu

  • (2023)