Ceset Toplayici

Zeki Z. Kırmızı / 2023

Juan Carlos Onetti

Juan Carlos Onetti; Ceset Toplayıcı (Juntacadȧveres, 1964),

Çev. Soykan Özyurt,

Alef yayınları, Birinci basım, 2021, İstanbul, 288 s.


Onetti’nin bugüne değin 6 önemli kitabı (5’i roman) Türkçemize kazandırıldı. Yaptıkları yazar seçimi nedeniyle Alef ve Alakarga yayınevlerine ve Onetti’nin evrenini dilimize başarıyla kazandıran çevirmenler Münir H. Göle, Soykan Özyurt ve Suna Kılıç’a çok şey borçluyuz. Ceset Toplayıcı erken sayılabilecek romanlarından biri ama 50’li yaşlarının ürünü. Bilgisunarda (internet) ilk yayım tarihi çelişkili: 1961, 1964. Büyük olasılıkla ikincisi doğru. Aslında düşsel coğrafyası (Santa Maria) ve bulanık Onetti anlatı atmosferi çoktan son biçimini almış görünüyor Ceset Toplayıcı’da. ‘Merhametin en çıplak biçimi’ olarak gördüğü Susana Soca’ya sunmuş romanı. Bu sözce Onetti yapıtı için bir ipucu sayılmalı mı?

Konu yalın ama Onetti’ye özgü. Düşsel bir kasabada yürüyen bir tartışma var: Genelev açılmalı mı? Kadınları, din insanlarını, genç, evli ya da değil, erkekleri, vb. düşünebiliriz. Bu konuda öncülük yapan ise yaşamda dikiş tutturamamışlardan, hep atılan ama arkasından bozguna uğrayan, her ikisinden de yoksun kalmayan, iyi ve kötü olmayı bir arada başarabilen biri, Onetti (baş)kişisi, Onetti’nin tüm yapıtlarının en önemli kişisi. Şeytanla meleği inanılmaz biçimde buluşturan tuhaf eylemci (fail). İyi ve kötünün az ötesinde ve berisinde kalmanın yargılısı, K.(afka)’sız K(afka). İşte bu kişiyi bu coğrafyada (düşsel kentinde) sınamak ve yenilgiyi damla damla damıtmak tam Onetti’ye göre. Roman ceset toplayıcının cesetleri (epeyce yıpranmış dört fahişeyi) çevreden toplayıp trenle kasabaya getirmesiyle açılıyor. Öteki kişileri de pek yadırgamıyoruz, eğer Onetti evrenine bir ucundan bulanmış isek… Romanları bir kara film (film noir) tasarı… Bir yönetmen, aynı zamanda senaryo yazarı, kameraman, ışıkçı, kostümcü, dramaturg gibi çalışıyor, önce yaratacağı atmosferi düşlüyor, sonra bu atmosferi oluşturacak öğeleri (kişiler, davranışlar, uzamlar, ortamlar, ışık-gölge, vb.) topluyor, tasarlıyor. Dolayısıyla, bir tür (janr) yaratıyor aslında. Kendi adıyla anılabilecek bir roman biçimi... Bu romanın içinde, başarısızlığa yargılı ama istekli, biraz da serseri, serüvenci ilkel girişimciyi (“Akşamüstünün puslu havasında ipeklerden, şapkalardan, süslerden, takılardan, yüzlerden, çıplak kollardan ibaret şekillerle renklerin önü sıra tempoyla ilerleyen Toplayıcı’nın mücadeleye, ihanete, pazarlığa hazır yüzü, girişimini, girişimine ilişkin direncini ya da güçsüzlüğünü ifade ediyor olabilirdi.”, s.13); somut olay örgüsünün dışından ya da uzağından bambaşka yazgıları da üstlenerek içeriye taşıyan düşünceli, kaygılı insanları; tutkunun gizemli, şiddete yatkın ama aynı zamanda deli, çıldırtıcı tüm taşkınlık ve belirtilerini; iyice sertleşmiş, kabuk bağlamış, hatta yaraya dönüşmüş bir iyiliğin yine olanaklılığı, olanaksızlığı ve kaynaklarını; yazgılarıyla köşe kapmaca oynayanları; ölümü göze almışlığın dirençsiz aşırılığını ve tüm bunları potasında kaynatarak eriten kavanoz-uzamı (Santa Maria), kavanozda birlikte kaynayıp katışarak tek bir eriyiğin (=roman) ortaya çıkması beklenirken tersine savrulup ayrışan, olası buluşmaları, bütünleşmeleri giderek daha olanaksız ve umutsuz kılan inceli kalınlı dokumalar, örgüleme biçimleriyle çözülmesini, vb., düzensiz solumasını duyacak kerte yakından izliyoruz. Canlı bir havanın, ortamın, örgenin (organizma) tüm biçimlenmeleri bozguna uğratan bulanık, derişik, ışığı ve gölgeyi, karanlığı da ayrı yoğunluklarda katmanlamakla kalmayıp birbirine katıştıran anlatı yuvarında (göze-roman), küçük bir anahtar deliğinden göz atışın bakılan dünyaya egemenliği denli tartışmalı, kaypak, geçici bir evrenin, bükülmüş, boyanmış, hatta yalanarak tadına bakılmış (okurun erotik deneyimi) bir sanrı-evrenin içine dalıyoruz ve okurlar olarak bu sanrı-evrene kendi gerçekliğimizden bir seçenek evren yaratamamanın keyifli bozgununu da birlikte yaşıyoruz. Bu uzun ve karışık tümce bir yığın çelişkiyi de içinde barındırıyor görünebilir. Ama bu çelişki ilk inanç düşünce ya da tümcesinin geceyle gündüzü (ölümle dirimi) simgeleme zorunluluğuyla ilgili. Bir (tek) şey ikiye bölündü ve tarihsel zaman içinde meleğin şeytan ya da tersi, şeytanın melek olduğu gittikçe unutuldu. Öyleyse okurluğumuzun çok da sağlam bir gerçeklik tabanından güvenilir bir yaşam alanına dayandığı görüşü çok tartışmalı. O zaman Onetti, Kafka’yı okur gibi okunabilir ancak. Ve nice bastırılsa da dünyaları tabanda ortak kılan kurmaca iş birliğine bağlı eşleştirmeler, karşılaştırmalar, anıştırmalar yaparak ve bunlar üzerinden olasılıklar kuramını tümleyerek… Bunlar Kafka ya da Onetti’nin, vb. derdi değildi kuşkusuz. İçinde soluk alıp verdikleri dünya hakkında düşündüler, bakış açı ve noktalarını zorladılar (Mişima’nın gözetleme saplantısını anımsıyorum.), hatta ulaşabildikleri sınırlarına değin. Buna gerçeküstücülük (sürrealizm) demeyelim. Bir algı olasılığını daha deneyerek, dünyayı deneyimlememizi bir adım öteye taşıdılar ister istemez. Bunu yaparken çıkış noktaları, gerekçeleri ne olursa olsun, en son eylem bizim (okur) eylemimizdir ve tenis topu yazarla okur arasında gidip gelecek, oyun hep sürecektir, yazarın öyle imlediğini okurun böyle anlamlandırmasıyla. Ama geriye hep süren oyun kalacak ne yazarın niyeti ne okurun yorumu, son niyet ya da yorum olacaktır.

Bütün bunları Onetti’nin nasıl becerdiğine gelince (‘Becermek’ sözcüğünü özellikle kullandım.) tümcesinin yoğunluk dağılımı, akış hızındaki değişiklikleri, akışı boyunca hınzır ya da masum, ters yönlü sapmalara şeytansı yatkınlığı, kendine ihanete hep hazır içten pazarlıklı gerilimi, bir anda görsel bir imgeye dönüşme yeteneği, anlamı açma değil kapatma, bulanıklaştırma yönündeki neredeyse kutsal, adanmış, imanlı eğilimi, vb. den söz etmemiz gerek. Onun çözümlemesi tümcesiyle başlar ama orada biter mi kuşkulu. Yapılırsa önemli bir aşama geride kalmış olur. O tümceyle okurun buluşması yetmez, onunla baş etmesi gerekir, bu çabası onu hiçbir yere taşımasa ya da bilinmezin kucağına tepesi üstü yuvarlasa da. “Üşümüş, arabanın arka koltuğunda zıplayıp duran Diaz Gray, görünmeyen başka manzaraların, yağmurlu kışlarda başka gece yollarının, yüzlerin ve tavırların, yalnızlıkların, ani ve kısa inançların kendisinde bıraktığı izlenimleri hatırlarken geçirdiği günü unuttu. Hafızası, uzun yıllardan bu yana kişisel değildi. Saçma oldukları için seçilen rüyalara teslim olmanın katıksız zevkiyle, varlıkları ve durumları, sezgisi karşısında şeffaf olan anlamları, eski hataları ve evhamları çağrıştırıyordu.” (32)

Ceset Toplayıcı, öyle bir bölümceyle (paragraf) bitiyor ki arka kapak tanıtımındaki ‘varoluşsal fars’ sözcesi yerli yerine oturuyor: “Salyası asla bize ulaşmamış olan, normal, basiretli bir dünyaya çaresiz inmek için nasıl uzaklaştığımı sadece o görebilirdi. Bize, Julita ve bana, şu andan itibaren bir tek bana, nihayet şerefimle, gerçekten katlanırken ona.” (28) Salyası akan bir dünyada içinden çıkabilecek miyiz gerçekten?


(2023)