Zamansız

Zeki Z. Kırmızı / 2023

Latife Tekin

Latife Tekin; Zamansız (2022, Roman),

Can yayınları, Birinci basım, 2022, İstanbul, 119 s.


Önemli yazarımız Latife Tekin’in bu son yapıtından önce eşanlı yayımlattığı iki yapıtını okumuş, uzun süre yazmak için bekletmiş, sonra da yazamadan kaldırmıştım (yazık ki). İyi bir okuma deneyimiydi, değerli kitaplardı. Belki ileride bir Latife Tekin toplu okuması yapar, okurundan fazlasıyla hak ettiği zamanı ve emeği seve seve kendisine verme olanağı yakalarım.

Zamansız’ı yayımlanır yayımlanmaz okumuştum. (Öncekileri de…)

Genelde uzunca bir süredir yazma çabasıyla neyi amaçladığını sezinlememek olanaksız. O (belki de en başından beri) insanların insanlar üzerine insan odaklı anlatıları konusunda kuşkulu biri oldu ve zamanla kuşkusu neredeyse bir bilgiye dönüştü. Kişi ya da birey dediğimiz türümüze özgü takınak, onda biricik üzerinde saltık ve kör vurgunun bizi nerelere taşıyabileceği konusunda bir ürküntü yaratmış olmalı. Tinbilimini (psikoloji) tek kişinin gövdesine gömen ve yüz elli yıllık dünya zamanına egemen bilimsel nesnelleştirme ve anlama çabasındaki indirgemeci ve çözümlemeci yöntem denizinde küçük ters akıntının, diklenmenin, aykırılığın muzip, kucaklayıcı, doğurgan ikilenmesinin (buna en geniş anlamda ‘çiftlenme’ de diyebiliriz), koşullanmış algı ötesi belirtilerinin ardına eteklerini savura savura düşen birinin (bir kadının, Latife Tekin’in) yaslı sevincinin ya da sevinçli yasının türküsü olarak okumalı Tekin yapıtını. Renklerden renkler, seslerden sesler, dillerden diller açan, açımlayan bir patlama, beliriş, doğuş dili yaratabildi bu nedenle. Öylesine ki yerleşik anlatının düz yapıları (ister söylem ister yazım, isterse de basım olsun) bir an gelecek ona yetmeyecekti, zaten yetmiyor da. Onun yapıtı, Anadolu toprağında Kibele ne getirdi ve ne yitirdiyse, onu getirmenin ve yitirmenin dolaşık, çapraşık, bozuk ama aksak-ince düzen anlatısı.

Karanlık çökerken tutkusunu zamansız, yersiz büyütenin sığmaz tutkusu çizgisini çeker ak kâğıt üzerine. Bu çizgiyi çizen tutkulu el, iki el, üç el, dört, beş…ellere dönüşür çizgi ilerledikçe. Doğa ellerinden uyanır ve yeri göğü sese boğar. Kulağımızla okur, gözlerimizle akarız.


*

Buranın iki(li)si oranın (doğanın) iki(li)sinde çoğalacak, cin kulaklı saplantılı gelincik ile uzak körfezleri özleyen yılan balığı donunda doğa tutkumuzun iyeliğini (sahiplik) çoğalttıkça çoğaltıp kimliksiz kalıncaya dek toprağa, suya, havaya, ateşe vuracak… Aşk öznesiz, birinden ötekine, ötekinden ötekine çalkanıp yayılacak, ta ki… Dünyanın canlı kabuğunun kulaklarımızda uğuldayan çağrıları, bütün bu kuşlar, yırtıcıların bin bir dilden, makamdan seslenişleri, Gel! çağrılarına duvarlar, engeller yükselten uygarlığımızın yırtıldığı anlık patlamalar, bir çizgi, bir öykünün kaligrafik titreşimi, savrulan araba camından fırlayan kadın elejisi, kanlı bir tutarak, dışa, boşa düşen hasat, bolluk ve doğum yazıtlaşabilsin. Hikâyemizin adı, Kıvrılarak Işıyıp Sönen Parıltı. Anlatının donuna büründüğü gelincik, yaşama güdüsünün bu yakadaki önermesi olarak öte yakadakine (yılan balığı) tutkusunu tüm arzuların, akışların, eğilimlerin kanırtılan, kanatılan, kesilip biçilen diliyle ve ısrarla seslendirecek. Oysa doğanın aşkı ölüm(ün de) aşkıdır, ölümcüldür. Ya ölüm nedir, aşkın en duru anında unutmanın ve anımsamanın en incelikli tığ işi olmanın ötesinde? Aşk ve ölümü kimse birbirinden ayıramadı ve zamanda daha nereye dek geri gidilebilir? En başa, başlangıca, ilk can belirtisine, gözeye (hücre), kabarıp sönümlenmeye… Bölünerek ikilenmeye, doğmaya yeniden ölerek. “Doğum anının kamaşmasına kadar belki.” (17)

Durma biçim, don değiştiren bir metin, anlattığından ayrı bir varlık olarak da soluk alıp veriyor. Yazı karakterleri değişiyor. “Beni çiz sevgilim!”, “Ben sızlarken sen de sızla.” (19) Şiirin adı, Kan ve Diş olmalı. Hayvan olmalı, hayvan olmalı. Çıngıl çıngıl çıngıldamalı dünya. Ama o zaman, bu dünya karması içinde tutku nasıl biricik, eşsiz bir tutku olarak kalabilir? Tutku adlara, birinin o biri oluşuna bunca bağlıysa, tüm adları silen sevi kasırgasına ne diyebiliriz? İnsan (türü), adlarına bunca bağlıysa aslında sevemez, sevişemez mi demek? Her adın bir kendine çekişi, yontuşu, benim kılışı, bencilliği yok mu? Ad ne demek? Ancak bu ad, benim adım, sevilebilir ve sevebilirin açık duyurusu olmaktan başka…nedir ki? Ufka Bakarak Sevgiliyi Cevapsız Bırakma. (27) Yoldan çıkan araba, havalanıyor, içindekilerle göle…gömülecek. İçindekiler mi yalnızca? Hayır, onların öyküleri, öyle değil böylelikleri, tikleri, takınakları, sevişmelerinin belleğe sinmez dorukları, seslerinin birikmiş tüm tınıları, görelikleri, bağlamları vb., her şey birlikte… Dünya bir eksik kalacak ki bir, yani eksik bir olmadan dünya asla bir dünya değildi, olmamıştı, olamayacak da… İki yüzük: suların dibinde, yitik iki insan öyküsü…tutkusu. “-Kurduğun hikâyeyi anlamakta zorlanıyorum, kafam felaket karışmış durumda.” (31) Oğul aşkının ve kaybının dizginlerinden kopmuş çığlığı… kalbimin tatlı ürpertisi oğlum… dünya sıyrıla sıyrıla, öle öle dayanılmaz bir düşünceye dönüşüyor. Aşkın üç harfi tek tek vurulup düşüyor. Ve yine geriye dünya kalıyor, kalabiliyor. Hayır, kalmıyor. Evet, kalıyor. Hem bir dünya, dirim, yaşam hem değil. Peki, bir ara toplam çizgisi daha çekelim, bir bakalım ne kalmış geriye… “Gel öp ağzımdan beni.” (34) Gel, gölde ölelim. Çünkü öykü böyle gerçekleşir, yaşamak anlatılan, incelip kopan bir çizgi. Sonra yeniden anlatılacak. Bu bitmez anlatının içinden bedenlerin ısıl alışverişini, sevmenin kendini bilememe, unutma yerini nasıl yakalayacak, kurtaracağız? Sevmenin bilgisi olanaklı mı? Yoksa ya sevilir ya bilinir mi? “Korkarım uzun bir ayrılık bekliyor bizi.” (37) Söyler misiniz, bilinemez bir yakınlık için dil kurulabilir mi? Bilinemez bir yakınlığın dilini kurma denemesi içinde Latife Tekin kendi yapıtına bu soruyu sokabilirdi, sokmuş işte. Göl durulup içine çökmüş ölümü yaşama geri fırlatacak mı? Atma o çantayı! Gölün dibinde tortullaşmaya bırakılan işte bir insan adı ve öyküsü daha… Bir itişip kakışma, didişme, öfke, yıldırı… “Lanet olsun!” (42) Ölüm güçlenir, güçleniyor. Ayrılığın zamanıdır. Birinci gün, yas günüdür. İkinci, üçüncü ve dördüncü gün de yas sürer. Kim ayrılır? Sevilen kimse o. Sevilen her kimse, ayrılan da odur. Oğulu anadan ayıran nedenin bir açıklaması olmaz, çünkü hiçbir açıklama yetmez. Yas sürüyor, sürecek. Oğullar savaşlarda, uzaklarda yitip gidecekler, analarından çalınmış onca oğul… Ayrılıkları buluşturan mektuplar gidip gelecekler kuşların ağzında. İnsan içinden yarılır yarılırsa. Yas sürer. Beyaz giysili kadın: “-Unutmak istemiyorum hayır!” (66) Neyi yaşadım bilmiyorum ama bir an yaşadım ve o anı yaşadığımı unutmak istemiyorum. Yoluma çıkan tilkiye, anlayacağını umarak anlatmaya çalışsam şimdi artık neden yaşıyor oluşumu, neyi kurtarmış olurum ya da anımsamış… Suya, suyun dibine bakma, gece bakma, güneş parlarken de suya bakma… “Bıraktım, üstü açık yara gibi sızlasın aşkımız sonsuza dek. (…)” (76) Yas yas yas: (81) “Neredesin sevgilim? (…)” (82) Kâğıttaki tek cümle: Kanamak ağlamak gibi. Dünya ötüşünü sürdürüyor. Aşktan ürküyor. Ses yatıştırıyor bu korkuyu: korkma, aşk çocuklukla ilgili bir şey. (92) Öyle bile olsa, gerçekte ne yaşandığını hiçbir aşk öyküsüyle anlatamayız. (101) Çanta bulunup geri getirildi bile. Eğer çanta (mektup) geri dönmeseydi anlatı (roman) asla bitmezdi. Bir kapanış, bir kapı, çantanın bulunması gerekiyor yine de...

Kıyısında serpildiğin zamansız beyaz ışığıyla Deringöl!” (112) “Dilimde dilinin köpüğü, parmağımda Zamansız yüzüğümle.” (113) Zamansızdır aşk. Zamanın kırıldığı an, yer…dir. Ne unutulur ne anımsanır. İlk tek gözeli canlıdan beri yazılamamış öykü budur. Hep eksik kaldı öykü, kalmıştır. Eksikliğinden yazılagelmiştir ama yine bilinememiştir. Dil araya girdi, girmese olmazdı. Dil savurmuştur aşkı ama yine de o toplamaya yeltenmiştir. Yoksa neyi anımsamamız gerektiğini de bilmezdik. Bir yasımız da olmazdı.

Ve ölüm son anda gelir, perdeyi indirir ve aşk gerçekleşir ama ne sevişenler bilir bunu ne de anlatmaya yeltenenler.

Çoklanmış, doğaya vurulup dünyanın döngüsünden yankılanmış Latife Tekin aşk anlatısı Zamansız da uğultunun içinden süren bir kuşun (hayvan) benzersiz ötüşü olarak öteki cıvıltıların arasına karışmış, yasla sevinç kırması (melez) bir aşk ve ölüm anlatısı olarak belleğimizi böylece kanırtmış, ayaklandırmış oldu. Öykülerin zamanı var ama aşk zamansız... Zamansızı zamanın içinde dile getirmek hiç kolay değil, olanaksız belki de. Ama denenebilir, denenmiştir. Latife Tekin de deniyor, bir şarkı söylüyor. Kuş donuna bürünüp kuşçulayın ötüyor. Belki de bizden umduğu şey de işte budur: kuş olduğumuzu anımsamak ve kendi sesimizden ötmek, şarkımızı söylemek…


(2023)