‘Olduğu Kadar Güzeldik’

Zeki Z. Kırmızı / 2021

Mahir Ünal Eriş

Mahir Ünsal Eriş, 80 doğumlu, yani 41 yaşında. İlk kitabını 2011 yılında yayımlamış: Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde… Sonra 201 Sait Faik Öykü Ödülü’nü kazanan ve benim şimdi okuduğum Olduğu Kadar Güzeldik (2013). Daha sonra yayımladığı öykü kitapları ise: Dünya Bu Kadar (2015), Benim Adım Feridun (2016), Öbürküler (2017), Kara Yarısı (2019), Sarıyaz (2019), Diğerleri (2020).

İlk kez Mahir Ünsal Eriş okudum.1 Daha konuşkan bir Sait Faik çizgisiyle karşılaşmak hoşuma gitti. Ödülünü de hak ettiğini düşündüm. Bu bizim sıradan yaşamlarımızın dolu dolu ve insan insana öyküleri. Daha çok üçüncü sayfaya konu olan gündeliğimizin buruk, acı, kendine yeter neşesini ve hüznünü taşımasını bilen, hepimiz gibi, yaşadığımız gibi, öyküler. Büyük yazgılardan söz etmiyor, küçük ama sıcak, yaşamlarımızı sürdürme çabalarımızın allem kallem bin dereden anlatıları olarak dizgenin çarklarına takılmış, öğütülen insandan geriye kalanı alıyor, üstleniyor, yine de direnmenin dost, kardeş biçimlerini yaratmaktan geri durmuyor Eriş.

Öykümüzde yapı, biçim konusunda önemli aşamalardan geçildi kuşkusuz ve Eriş, Sait’in insan diliyle tüm usta, sevimli, adlı adınca anlatımına karşın öykümüzün yine de aşılmış burcunda görünebilir. Yalnızca Sait Faik’i değil, öykümüzün kıvamını doğru yerinden yakalamış bir gülmece (humor) düzeyini üstlenmiş görünen genç yazarımız yeni uygulayımsal (teknik) buluşlara ve öykü dili ataklarına alçakgönüllüce pek yüz vermiyor gibidir. Yeni dalgalar, akımlar (moda) peşinde Türkçe anlatımı aşırtmak yerine öncü saydığı Sait Faik damarını yoğunlaştırıp deriştirip daha etlendirme (ve de tatlandırma, lezzetlendirme), tümceyi sözü akorlama, ikinci üçüncü dilsel yan izleklerle varsıllaştırma (zenginleştirme) seçeneğine, yani daha önce yaratılmış olanı hem güncelleme hem yeni gündelik anlatım olanaklarını kullanarak yeniden yorumlama seçeneğini zorlamaktadır.

Aslında Türkiye’de görünmez yazınsal erk (iktidar), köşe başlarını tutmuş su ya da yol kavşağı bekçileri gibi ülkenin yazınsal süreçlerini belli ve yaşlı denebilecek bir kuşağın değerleriyle yönettiklerinden Eriş gibi geleneği aşırtan genç azarların şanslı olacağı düşünülebilir. Ama işler umulduğu gibi de gerçekleşmeyebilir. Çünkü köşe tutan yazınsal erk önderlerinin tuttukları köşelerin iyeleri uzunca bir süredir artık ‘anamal’ (sermaye) konumundadır (statü) ve onların yeni piyasa yönetişim biçimleri vazgeçilemeyen eski kuşakları da dolaylı olarak kullanmakla kalmaz, biçimlendirir. Öyleyse yeni toplumsallaşma örüntüleri, istem (talep)-sunum (arz) biçimleri, imge yükletim-boşaltımları (şarj-deşarj), ‘meta’laşma biçim ve düzeyleri anamal ve gerçek erk iyesinin (sahip) eski kuşakların yerleşik sanılan değer yargılarını da piyasaya doğru büker, yönlendirir. Ayracalar (istisna) genel eğilimi ve kuralı çok az etkiler. Orda burda, yeni piyasa düzenlerinin dışında varlığını koruyabilen alanlar, yapılar sözünü ettiğimiz değerleri taşımada işlev görürler ama güçleri giderek azalır. Böylece öne yavaş yavaş geleneğin toplumculuk (sol) ve insancalık (hümanizma) düzeyine çıkabilmiş ve oradan yayın yapabilmiş güçlü anlatım biçimlerinin, akımların etkisini taşıyan anlatılar karşısında toplumsal yarılmışlık, ikilem (dilemma) her düzeyde etkisini gösterir. Yazar iki parçalıdır, yayıncı iki parçalıdır, yayıncılık yönetimleri ve erk ilişkileri iki parçalıdır, son karar yetkileri, konuşan para ise giderek tekleşmekte, piyasa tanrısınca kullanılmaktadır. Her konum ve oyuncusu (aktör) ikili baskı altında, istediği ile yapması gereken arasında çarmıha gerilir. Efendi (yayın kesiminin anamalcısı) piyasayı gösterir, yayıncı piyasayı gözetir (biçimler), yazar yayıncıyı kollamak zorundadır, yapıt yazarına ayak uydurur. Ama Türkiye hâlâ geri kalmış bir anamalcılık (kapitalizm), ilkel bir toplum olma niteliğini sürdürdüğünden anamalcılık torbası da delik deşiktir, kaçağı boldur. Bu durum çok sürmeyecektir kuşkusuz. Ekonomisiyle siyasetinin eninde sonunda uygun adım, anamal/anamal uyaklı yürümesi beklenir. Günün bocalaması geçicidir ama sanatçısı ve onu kozalayan dünya bağdaşık, tutarlı değilse nedeni işte bu yaşadıklarımızdır. Sanat; tiyatrosu, sineması, yazını, müziği ile sınıfsal ayrışmasını ve buna bağlı değerleme dizgelerini yaratamadı. Bu yüzden değil mi bir Tanpınar, Sait Faik, Yaşar Kemal, Fazıl Hüsnü Dağlarca, vb. Çekenin elinde kalabilmektedir. (Kavram karmaşası korkunç boyutlarda ve yaşamın her alanında sürmekte, sürdürülmektedir.) Anamalcı us çizgisine artık yerleşmesi beklenen büyük yayınevi kendini anamal düzeni dışından imgeleyebilmektedir örneğin ve ülkedeki büyük yayınevlerinin hemen hemen tümü böyledir. İşletim düzeyinde anamalcı yürütme; seçimler, kararlar, kamuoyu ilişkileri, vb. düzeyinde ise ‘nabza göre şerbet’ (oportünizm)…

Bu kitabı bu yayınevi, bu ödülü bu yazar alamaz’ demek zorunda kalmamız genel kafa karışıklığının açık göstergesidir ve köşe başı tutmuş erk, hem özdekcil hem soyut gücünü her zaman tutarlı, kendince doğru biçimlerde kullanamıyorsa doğan boşluktan son çözümde yararlı çıkan okurluğunu henüz kiralamış ya da satmamış son kişi olan okurdur. Arada arık, düzgün, anlamlı şeyler yediği de oluyor ve bunun böyle olduğunu biliyor.

Söylediklerimin Öneş’le ilgisi yok. Yalnızca rastlantısal buluşma Öneş’e hem yazı çizgisinin hakkını hem de doğru ödülü sağlayabildi, kaç tane yanlıştan bir tane doğru çıkabildi, çıkabiliyor demekti niyetim. Kimi sorunları deşme, düşünme olanağı sağladı. Bana öyle geldi ki öykümüzün gittikçe bir geleneğe dönüşen en güçlü damarlarından birini üstlenme biçimiyle, o öykü dilini güncelleme yeteneği ve kıvraklığıyla, en genel çizgilerinde keyifli ve klasik bir öykü okuduğumuz duygusunu yaşatma beceri, bilgi ve ustalığıyla, gülmeceyi (humor) içselleştirme, doygunluk noktasından taşırmama özeni, inceliğiyle, halkın sokak diline getirdiği kanlı canlı yorumla elek üstünde kalacak bir avuç öykü yazarımızdan biri de Mahir Ünsal Öneş.

Öykülerin her biri diğerinden etkili, çarpıcıydı. Tümünden de toplumsal acılarımız acı-gülünç tınlamalarla fışkırıyor ve geliyor önümüze. Gülsek mi ağlasak mı kestiremiyoruz ama burulmuş kala kalıyoruz öyle oturduğumuz yerde. Öyküler şöyle:


  • sen o zaman parasız yatılıydın
  • benim adım Feridun
  • işe çıkılacak gün
  • kanatlarımız olsa be Metin
  • malibu
  • dayımın avrupa’ya kaçırılışı
  • zehir miktarda
  • stoper

[1] Mahir Ünsal Eriş; Olduğu Kadar Güzeldik (2013), Can yayınları, Birinci basım, 2021, İstanbul, 135 s.