Memeler ve Yumurtalar1
Zeki Z. Kırmızı
Memeler ve Yumurtalar1
Zeki Z. Kırmızı
1976 Osaka (Japonya) doğumlu ve güzelliğiyle de dikkati çeken Mieko Kawakami, son birkaç yılda Haruki Murakami’nin ardından dünya çapında parlatılan yeni yazarlardan biri gibi görünüyor belirtilere bakılırsa. Genel olarak Japon yazını bir ilgi odağına dönüştü sanki. Türkiye’de bile 19.yüzyıl başından bu yana ne kadar Japon yazarı varsa, neredeyse önemli önemsiz tüm kitaplarıyla harıl harıl Türkçeye çevriliyor. Kötü mü? Hiç değil. Pazar, piyasa araştırmalarına, beklentilerine mi çıkıyor işin ucu? Çıksın. İş biraz da okurluğumuza düşmüyor mu? Kendimizi bir okur yapmak görevimiz yok mu ayrıca? Okumak eline bir kitabı alıp baştan sona tarayıp bitirmek mi? Hayır, yazarlık gibi okurluğun da yapıldığını öğrendim ve böyle düşünenlerden biriyim. Bu konuyla ilgili, yazma ve okuma edimini ‘nesneleştirme’yi öne çıkaran değişik amaçlı yaklaşımları, yapısalcılık kökenli çözümlemeleri her zaman önemsedim.
Genç yazar adayı kadın Natsuko, ablası Makiko ve ablasının kızı Midoriko üçgeni içerisinde dolanan anlatı bu üçgen kurgu konusunda da öyle dayatan türden değil. Oldukça gevşek olması amaçlanmış kurgu (!) neredeyse kurguya karşı kökten (radikal) bir başkaldırı belirteci gibi işlev görmüş. Murakami’de olduğu gibi bir dünya yazarı olmanın ilk koşulu ardçağcı bir kurgu(suzluk) seçimi. Kawakami bunu iyi kavramış, yani kavrayışı çok güçlü biri (olmalı).2 Okuduğum sayısız kitap (roman türünde) içinde ardçağcı yaklaşımın en belirtgen (tipik) örneği olarak gösterebileceğim Memeler ve Yumurtalar, kuşkusuz yine kişilerini (karakter) birkaç olay-izlek çevresinde döndürüyor döndürmesine ama gelişmiş bir sanayi ülkesinin (Japonya) çağcıl yaşam ekini ve biçimlerine özgü sorunları dile getirmesinin (eşi olmaksızın gebe kalmak için sperm bağışı arayışları, erkek-kadın ilişkileri, vb.) ötesinde bir bağıntıları silme, görünmez kılma; neden sonuç ilişkilerini bir açıklama yolu olarak tümüyle ortadan kaldırma; ana kişilerini rastlantısal seçimler ve amacı hiç de güçlü olmayan kimi eylemler, söyleşimler, buluşmalar ve sorunlar içerisine sokarak geleneksel Japon yaşam biçimlerinin (özellikle kadına dönük) yazgıcıl, yumuşak (!) çizgilerini dolaylı olarak üstlenme; çatışma ve gerilimleri tırmandırmak yerine kendi içinde sözü geçen gerilimleri çözen kurgu öbeklerine dönüştürme ve dalgalanan ama bir yere taşımayan bir ağın bileşeni olmanın değeri artık ne olabilirse o denli bir buradalık-şimdilik vurgusu; doğrusu Hollywood ve büyük gerilim eksenli piyasaların yerini giderek yine dünya ölçeğinde onun karşıtı, öteki uçtan benzeri kahramansızlaştırma, önemsizleşme, ‘düğümlerden bir düğüm olma’ya bırakması; vb.nin tetiklediği bir yaşam ve yazı anlayışı (poetika) acaba savunulduğu üzre insan insana yakın dokunuyu (temas), gündelik duygusal paylaşımları ve buralardan yükseltilecek bir eşitlik, eşdeğerlilik sonucunu yaratabilir mi, bundan çok kuşkuluyum. Bu yaşamaktan, yaşadığı için başkalarından ve tüm dünyadan özür dileme tutumu falan da değil. Böylesi anlatılara saygı duymamak için bir neden yok. Dizgenin ezdiği ve tensel-tinsel anlamda yoksullaştırdığı insanların sıradan öyküleri gösterilebilir, gösterilmeli de. Ama romanda olduğu gibi arkalık olarak kullanılmamalı. Bu insanların ne yapıp ettikleri değil sorun, bu sorunu aktaran sanatçının (yazar) kurduğu bağlam ve okurla buluşma akakları (kanal, vadi) ve bu yönde tasarısındadır sorun. Neden yazdı? Yazdığı nereye, kime, niye böyle ulaştı? Okuyan ne yaptı? Türlü türlü de okur var. Büyüten, küçülten, görmezden gelen dalga geçen, vb.
Sözü çok da uzatmadan sonuçta diyebilirim ki duygulu sayfalar barındırmasına karşın bana göre iyi bir roman değil bu. Gevşek doku bazen bir yapı çözüm olarak kurgu bileşeni işlevi görebilir, böyle örnekler de çok görüyoruz. Buna karşılık öyle romanlar da var ki yazılmak için güçlü, haklı nedenleri yok ve bir atım barutları kendilerini roman yapmaya yetmiyor. Benim bulunduğum yerden böyle. Kişileri romanının içinde yitip giden Memeler ve Yumurtalar belki de sınırlandırılmış olmanın, bağlamsallığın başkaldıranı, dolayısıyla birçok sanat yapıtının asıl hesaplaşması olan sınır hesaplaşmasını özünde taşı(ya)mıyor. Roman bir yerden bir yere gidemiyor. Sınırı (dolayısıyla değişmeyi) kavramsal düzeyde tartışmayan ürün sanat yapıtı olamaz bence, başka bir şey olsa da.
Belki tüm romana bir kadının yazar olma sancıları ve bu doğrultuda bir gelişim romanı olarak bakılabilir ama yazar böyle bir öykü kavrayışı için de okuruna aman aman destek veriyor değildir. Benzeri örnekler öyle çoğaldı ki okurunu bu konuda desteksiz bıraktığı için teşekkür mü etmeliyiz, kestiremedim.
Japoncadan başarılı çevirmen Ali Volkan Erdemir bir de kişilerin söyleşimlerinde ‘hı hı’ ünlemesini arada bir başka Türkçe çözümlerle karşılasaydı daha iyi bir çeviri okumuş olurduk.
Kitabın son iki bölümcesini aşağıya biraz da tezimin kanıtı olarak alıntılıyorum (yanılma payımı saklı tutarak):
“Gözlerimden yaşlar akıyordu ama neden ağladığımı anlamadım. Bildiğim tüm duyguları toplasam da yetmiyordu, adlandıramadığım bir şey yüreğimin derinliklerinden çıkıp geliyor ve beni daha çok ağlatıyordu. Bebeğin yüzüne baktım. Çenemi çektim, bebeğin tümünü gördüm.
“Onu ilk kez gördüm. Ne hatıralarımda ne hayallerimde olan, tanıdığım hiç kimseye benzemiyordu. Tüm bedeniyle sarsılarak, yüksek sesle ağlıyordu. Kimsenin duyamayacağı bir sesle ‘Sen neredeydin, artık geldin mi?’ ye ona seslenirken, göğsümün üzerinde ağlamaya deden bebeğe bakıyordum.” (430)
[1] Kawakami, Mieko; Memeler ve Yumurtalar (Natsu Monogatari -夏物語, 2019, Roman), Çev. Ali Volkan Erdemir, Doğan Kitap Yayınları, Birinci basım, Ocak 2023, İstanbul, 430 s.
[2] Mieko Kawakami’nin Memeler ve Yumurtalar romanını, TIME 2020’nin en iyi on, NEW YORK TIMES ise en iyi yüz kitabından biri seçmiş… Japonya’nın birçok saygın yazın ödülünü de kazanmış yazar: Akutagawa, Tanizaki, Murasaki Shikibu gibi…