M Treni

Zeki Z. Kırmızı / 2016

Patti Smith

Smith, Patti; M Treni (M Train, 2015),

Çev. Seda Ersavcı,

Domingo Yayınları, Birinci Basım, Kasım 2015, İstanbul, 264 s., Fotoğraflı.

Patti Smith

Patti Smith, Fot. Jesse Ditmar


Patti Smith’le bunca geç tanışmam bir kusur elbette. Bugün 70 yaşında. Hakkında bilgilere bakındım. Fotoğraflarını inceledim. Bir kitabını (M Treni) okudum, müziğini dinledim ve şunu düşündüm. Aynı zamanı yaşadığım için onur duyacağım insanlardan… Dünyada bir yerlerde varolduğu, soluk alıp verdiği için sevinç duyulacak biri. Onunla katlanılabilir, onunla dayanılabilir yaşadıklarımıza, bulunduğumuz yer her neresiyse orada.

Aslında duygularım bu ve başka bir şey söylemeye de gerek yok. Gençliğimden beri popüler batı müzik evreninin (rock, caz, vb.) kimi öne çıkan sanatçı ve albümleriyle bir tanışlığım olsa da sözkonusu altbaşlıklar müzikal yaşamımın zorunlu girdileri olmadılar. Dizgeli bir rock dinleyicisi olmadım yani. Patti Smith gibi müzikal bir devi (bu ‘dev’ sözcüğü Patti’ye pek yakışmadı aslında) ve daha nicelerini kaçırmış olmalı bu benim zavallı, acınası küçük evrenim (diyebileceğim şey)… Bilgisunarda Patti Smith’i eski ve yeni canlı yorumlarıyla da izledim. Şarkıların sözel gücünü duyumsadım, orada bir şair olduğu belliydi. Alanında etkisi olağanüstüydü belli ki… Varlığını, bedenini ortaya koyma biçimi ise dikkatten kaçmayacak denli süssüz, doğal ve kendiydi ve bu gerçekten güzeldi. Müziği bana ulaştı diyemem ya da tersi. Ama onun müziğe katılma, müzikle kendini dışavurma biçimine, buradaki içten dürüstlüğüne saygı duymamak, etkilenmemek olanaksız. Aşağıda derli toplu ve yetersiz bir özetin özetini Vikipedi’den aktarıyorum:


Patti Smith, (d. 30 Aralık 1946, Şikago, Illinois). ABD'li müzisyen ve şair. 1975 yılında çıkardığı ilk albümü Horses ile punk rock'ın doğmasında en etkili isimlerden biri oldu. Smith, punk'ın vaftiz anası olarak anıldı. Beat şiiri performans tarzını garage rock ile birleştirdi. Kadınsılıktan uzak diliyle disko çağına meydan okurken, Amerikan gençlerini 19. yüzyıl Fransız şiiri ile de tanıştırdı. Smith, çok geniş kitleler tarafından Bruce Springsteen ile birlikte yazdığı ve listelerde 13 numaraya kadar yükselen "Because the Night" isimli şarkısıyla tanınır. 2005 yılında, sanatçıya, Fransa Kültür Bakanlığı tarafından edebiyata ve kültüre yaptığı katkılardan dolayı "Ordre des Arts et des Lettres" nişanı verildi. Ayrıca 2007 yılında "Rock and Roll Hall of Fame"e kabul edildi. 17 Kasım 2010'da ise anılarını yazdığı "Just Kids"(Çoluk Çocuk) adlı kitabıyla  National Book Award'ı kazandı. 2011 yılındaysa Polar Music Prize'ı alan sanatçılardan biri oldu.


Patti Smith’in müzik (şarkıcılık, söz yazarlığı, çalgılama: gitar, klarinet) dışında değişik ve ciddiye alınması gereken uğraşılarına ressamlığını, yazarlığını (Rock Ozanları, Çoluk Çocuk, Hayalperestler daha önce Türkçe’ye çevrilmiş…), fotoğrafçılığını ve kedi severliğini ekleyebiliriz ama hemen ardından tümünü elemek için. Hiçbirini ereğe, doruğa yerleştirmiyor çünkü. Bu ve benzeri edimlerini bireşimleyip oradan çıkaracağı insana, bir imgeye bağladığı öyle belli ki. Benim anladığım o anda her ne ise onu alıp dünyayla ilişkiye sokuyor, bir yol açıyor, bir alışkanlık (sığınak), bir tutamak daha yaratmanın peşinde. Geçişlere, kayan giden görüntülere direniyor, alışkanlığı orada ve o zamanda kahve içmenin keyfine dönüştürüyor. Bileşenlerin hiçbiri kusursuz değil belki ve gerekmiyor. Proust gibi öyle bir anın peşinde ki o incecik, kırılgan, duygu yüklü andaki tüm yaşamı; insanları, tanıklıkları, anlatıları, alıp verdikleri, izlenimleri, arzuları, kayıpları, vb. ile ta içinde toplanıyor ve bir çocuğun oyun sırasında yarattığı kurmaca evrene dönüşüyor. Dışarıdan bakan ve Patti Smith için çok da önemli olmayan ama yine de önemli olan (hakikat rejimi bağlamında) dışarıdaki kişi açısından bu toplanma, büzülme, kendine birikme, yoğalma, uyumlanma, dinme durumu birçok şeyi anlatabilir. Bana kalırsa Patti Smith bunun ayrımında. Gerçek bir aydın, birikimli, özlü hatta daha çoğu; bir çağdaş bilge. Ölülerimi anmayı, töreni (ritüel) savunmak için geldim, hayır size öğretmeye kalkmayacağım, yapacağım, çünkü yapmak istedim, istiyorum, diyen bir bilge. (Bir anlamda, ahir zaman peygamberi…)

M Treni, bilgenin yolculuklarının ve köşelerinin (sığınaklarının) anlatısı. Gerçekten yalınlığı çağrışım gücünü herkes için katlıyor, doruğa çıkarıyor. Bunda rock’ın birkaç tümcede can alıcı yeri yakalama zorunluluğunun rolü olabilir mi? Bilgeliğin dışavurum biçimlerinden en önemlisi, yazısının doğallıkla taşıdığı demokrasi, eşitlik tini. Patti Smith’in anlatısı bir yazınsal atak, geçmişin birikimine dayalı aşkınlık girişimi falan değil. Tüm bunlara uzak olmayan yazarımız, yazısında gizli bir yadsımayı biriktiriyor, sağlamlaştırıyor (jean gibi). Biçem ve süsü yıkmak için devrim falan da yapmıyor. Sav(lılığ)ını siliyor, görünmezleştiriyor. Aslında hiçbir şey savunmuyor gibi savunuyor. (Devrimi gizli çünkü ve bir tutucu devrimci o.) Savunduğu şeyi anlatmaya kalksam çok sıradan, gündelik şeyler dökülecek ağzımdan ve içim acıyacak ve biliyorum ki yanlışı kendimde bulacağım. Smith’in hüzne boğulmuş tutuculuğunda devrimci bir olanak var, eğer bunu kaçırırsam ondan hiçbir şey anlamamış olurum. Bağlılık (sadakat), örneğin bu sözcüklerden biri… İçtenlik, öteki. Yanıltmamak, olduğun gibi görünmek, dürüstlük, ötekiler. Yalınlık, atlamamamız gereken bir başka sözcük. Giyiminden bedenine, sesine ve yazısına dek her şeyde inanılmaz bir Kendilik. Ama dayatılmayan, zorbalaşmayan bir anlatım eşliğinde... Eşitlik dediğim bu. Erki en başından dışlamış ve yaşamın azgın ele geçirme saldırısı önünde kendisi kalmış, daha doğrusu kendisi kalmaktan bir şey anlamış. Böyle olunca dünya ve onun tüm olanakları (imkân) kuş olup geliyor, masasına konuveriyorlar.

Tek başına yolculukları, bir yeri, bir şeyi özlemeyi ve o andan başlayarak yerinde duramamayı iyi bilen Patti Smith, M Treni için haklı olarak ‘yaşamımın yol haritası’ diyor. Evet, orada zamanları ve yerleri aşan, bellekten damıtılmış anların dışavurumları söz konusu… An sözcüğünü özellikle vurguluyorum, çünkü o anı (kelebeği) yakalamak, karede dondurmak ve çekmeceyi çekip o ana doğru apansız, rastgele yola çıkmak, o anlardan biriktirdiği bir gömü-yaşam kurmak çabası içinde. Dünyanın bin türlü yamasından oluşan güzel bir giysi bu nedenle yaşamı. Düğmesi, cebi, cebinde kimbilir nereden topladığı taş, vb. renkli bir şerit gibi kemerliyor yaşamını ve bellekte bir katman oluşturuyor. O taşta, o gömütte, o kahvede ve masada, o zamanda ve o yerde olan Patti Smith’i seviyor, doğru buluyor, kendi özgürlüğünü deneyimlemek, kendisini öteki Patti’lerden ibaret bulmak gibi bir şey bu.

Kitap Sam’e (?) sunulmuş. Şöyle başlıyor: “Hiçbir şey hakkında yazmak o kadar da kolay değildir.” (3) Ama yapılabilecek en iyi başlangıçlardan biridir de (hiçbir şeyden başlamak). O yer vardır ve hiçbir yerdir. O insan vardır ve hiçkimsedir. O zaman, hiçbir zamandır. Cafe’Ino’da köşedeki masa da öyle. Tutulan, sımsıkı tutulan, orada olunulan, orada kendinden neyi düşünürsen onu olabildiğin yer, belki de, dahası olmayan, son yer. Orada çağırabilirsin kalanı, ayrılmak üzere olanı ya da geleni. Bir yumak, düğüm, düğünün ve yasın buluşma yeri, no(k)tası. Her şeyden geriye kalanlığımla bir başımalığım orada bilince değil yalnızca, bedene de çıkıyor. Patti Smith orada Patti Smith’le buluşuyor, konuşuyor, dertleşiyor. Ve böyle düşünmek açıkçası hoşuma gidiyor.

Kimsenin para etmediği için yapmayı usundan geçirmeyeceği şeyleri dirençle seçip yapan bir kaçık, kendi gibi kaçıkları örgütleyip boş işlere gönül yatıran bir ermiş, has bilge Patti, Fransız Güyana’sına sürgün yerinden taş toplamaya gidiyor. Neden biliyor musunuz, Genet’nin gömütüne armağan etmek için. Roberto Bolaño’yu, Haruki Murakami’yi aynı dünyada okuyor ve onlar hakkında düşünüyor olmak bizi buluşturuyor. Bu da bir tür delilik değil mi? Ya nesneler? İşlerini bitirdikten sonraki halleri... Ve savaştan geriye kalan Avrupa: “Brecht’in mezarı önünde oturdum ve Cesaret Ana’nın, kızının başucunda söylediği ninniyi mırıldandım. Kar yağarken orada oturup Brecht’in oyununu kaleme alışını zihnimde canlandırdım. İnsanlar savaş getirirler. Bir anne savaştan kâr sağlar ve bedelini çocuklarıyla öder; bir bowling pistinin sonundaki ahşap lobutlar gibi birer birer düşer her biri.” (56)

Yollarda(n) derlemektedir kendini. “Kimse nerede olduğumu bilmiyordu. Kimse beni beklemiyordu. Üzerimdeki palto kadar siyah bir İngiliz taksisinde, sanki Arthur Rackham ölü elleriyle çalakalem çiziktirmişçesine, titrek ağaç siluetleri nezaretinde sisin içinde yavaşça ilerlememize aldırış etmiyordum.” (63) New York’a dönmüş ama oradan yola neden çıktığını unutmuştur. Usuna takılanı ertelememeyi, hemen şimdi gerçekleştirmeyi, sonrasının olmadığını bilmektedir. Neil Young şarkı söylüyor: Kimse kazanmıyor, insanlık savaşı bu. Patti ona hak veriyor: ‘Kazanmak bir yanılsama sadece.’

Aslında elim tutuklaşıyor. Saçma bir şey Patti Smith üzerine yazmak. Onu dinlemek, okumak, aralarda okumak, hep yanında tutmak yeter ve doğru olanı. Başucunda dursun, arada bir el at. Karşına çıkan tümceler örneğin şunlar olsun:

“Uçuşun ortasında ağlamaya başladım. Sadece geri dön, diye geçiriyordum içimden. Yeterince uzun süre kaldın uzaklarda. Sadece geri. Geri dön işte. Seyahat etmeyi bırakırım; kıyafetlerini yıkarım. Neyse ki uyuyakaldım ve uyandığımda Tokyo’nun üzerine karlar düşüyordu.” (181)

Yolculuk uzadıkça uzayacak ve dönme isteğin büyüyecek, en az kaçma, uzaklaşma isteğin kadar. Kaçtığın şey öyle kolayından kabul edilecek şey değildi, büyük bir yitimdi, tamam. İşte bu yüzden en uzun yoldan dönüşünün içinde umut da büyümeye başlar git git. Neyi bıraktım ben? Dönersem, bıraktığımı unuttuğum şeyi bulacak, anımsayacak mıyım? Beni bekliyorlar mı? Beklediklerini düşünebilirim, değil mi?

Bunun için sevgili dost, yolculuğunu daha uzağa sürdürmelisin, daha uzağa… Kendine kıymaktan iyidir yola düşmek… Akutagawa. Dazai. Plath’a bir halka daha eklemekten…

Patti Smith

Patti Smith’in uğrak yerlerinde biri.


‘O gamsız balona, dünyaya inanan’ Patti’nin M Treni’ndeki son tümcelerini almadan kapanmaz bu yazı:

“-Seni seviyorum, diye fısıldadım herkese ve hepsine, hiçkimseye ve hiç birisine.

“-Derinden sev, dediğini duydum.

Ve sonra dışarı çıktım. Doğrudan rüyamın alacakaranlığına daldım. Toz bulutları yoktu, herhangi birinin burada olduğuna dair bir emare de ama üzerinde durmadım. Kendi şansımı kendim yaratırdım. Çöl manzarası değişmiyordu: günün birinde doldurarak kendimi eğleyeceğim uzun, dümdüz bir parşömen tomarı. Her şeyi anımsayacak ve sonra hepsini bir bir yazacağım. Bir palto için arya. Bir kafe için ağıt. İşte bunu düşünüyordum, rüyamda, ellerime bakarken.” (263)