Zeki Z. Kırmızı / 2000-2005

Reşat Nuri Güntekin

Uyguner, Muzaffer; Reşat Nuri Güntekin (1993, İnceleme),

Altın Kitaplar Yayınları, 1993, İstanbul


Uyguner'in Reşat Nuri Güntekin'i tanıtan el kitabı.

Derli toplu bir tanıtım olmanın ötesine kuşkusuz geçmiyor. Sıradan ve sınırlı bir okurluk için yeterli, çok bile...

Yargı ise yok, olamazdı da.


Naci, Fethi; Reşat Nuri’nin Romancılığı (1995, İnceleme),

Oğlak Yayınları, 1995, İstanbul


Kendisine, emeğine büyük saygı duymakla beraber, Türk Yazını’nın (akademi içi ve dışı) Fethi Naci'ye yargılı ve yazgılı olmasını hiçbir zaman sindiremedim. Fethi Naci, Türk yazınının kaba (vulger) bir indirgemesi. Beylik yargı cesareti sanırım yıldırıyor. Birikimsizliği cesaretini çoğaltıyor ve bu da yaygın korkunun kaynağı... Türk yazın eleştirisi geleneğinin haydut bireşimi (sentez) Naci bana kalırsa.

Türkiye'de ne kadar futbol varsa o kadar edebiyat var, demesi doğruydu ve ondan beklenirdi.

Gerçekçiliğe giden yolda iyi niyetli, ama yetersiz bir Güntekin portresi var onda. Vahşi kapitalizme karşı, ama sevgi, şefkat, iyilik, vb. kavramlara sığınan bir Güntekin. Yani ‘toplumcu değil’.

Toplumcu olmayan yazar iyi olamaz mı ya da tersi... Ona göre:

HARABELERİN ÇİÇEĞİ (1918): Melodram ağırlıklı, ilkel bir roman (s.27).

GİZLİ EL (1920): Zayıf, paramparça bir roman... (s.40)

ÇALIKUŞU (1922): Okurun nabzına göre şerbet veren ilkel bir roman (s.76)

DAMGA (1924): Sıradan...En zayıf romanlarından biri... (85)

DUDAKTAN KALBE (1924): Pembe dizi için elverişli... (s.103)

AKŞAM GÜNEŞİ (1926): İlk 6 romanından en başarılısı... (s.105). Hâlâ genç ve diri... (s.116)

BİR KADIN DÜŞMANI (1927): Mektup biçiminde tek romanı...Balzac'ın Yeni Gelinin Anıları'ndan (1842) esinlenmiş... (s.127)

YEŞİL GECE (1928): Edebiyat açısından başarısız, bildirisi bakımından tutarsız... (s.137)

ACIMAK (1928):Şematik’ bir roman (s.140). Bürokrasiye yönelik eleştirileriyle bugün de okunabilir... (s.148)

YAPRAK DÖKÜMÜ (1930): İlginç, ama başarılı olduğu söylenemez. Basit...Kolay bir kurgusu var. (s.151)

KIZILCIK DALLARI (1932): Kişilerden çok tipler var... Unutulmaz, nefis bir röportaj... Belgesel nitelikle yaşayacağa benzer. (s.159)

GÖKYÜZÜ (1935): Her Türk aydınının kendisiyle hesaplaşması için bu romanı okumasında yarar var (s.169)

ESKİ HASTALIK (1938): İlginç, ama az tanınan ve okunan... (s.187)

ATEŞ GECESİ (1942): Reşat Nuri'nin en güzel aşk romanı (s.187). En güzel romanı (s.202)

DEĞİRMEN (1944): Reşat Nuri romancılığında önemli bir yeri yok (s.204)

MİSKİNLER TEKKESİ (1946): Reşat Nuri'nin en başarılı romanlarından biri (s.206). Üçüncü bölümdeki romancı yanılgısı olmasaydı Türk romanının en önde gelen örneklerinden biri olurdu (s.208).

KAVAK YELLERİ (1950): Betimleme, eleştirinin ta kendisi (s.220). Gereksiz ekle (2.bölüm) dolu (s.235). Reşat Nuri'nin roman yapısı diye bir sorunu yok (s.239). Reşat Nuri'nin kolay kolay eskimeyecek romanlarından... (s.243).

KAN DAVASI (1955): Roman yapısından yoksun, biçem birliğinden de... (s.245).

SON SIĞINAK (1961): İnkılaba bir ağıt (s.277).



Altuğ, Taylan; Bir Ruh Kimliği Reşat Nuri Güntekin (2005, İnceleme),

İnkilâp Yayınları, Birinci basım, 2005, İstanbul, 176 s.


Reşat Nuri’nin romanlarında birbirini açımlayan, birbirini zenginleştiren iki uğrak saptayabiliriz: Birincisi, onun roman dünyasının canlandırıcı ilkesi, tini olan bize özgü bir duygu ethos’udur. İkincisi ise, bu tinin, içerisinde gerçeklik kazandığı zengin Anadolu freski’dir.” (7)

Altuğ’un sanki yarım kalmış, yeterince geliştirilmemiş bu çalışması yine de önemli. Belki de Reşat Nuri hakkında en iyi çalışmalardan. Bence Tanpınar Reşat Nuri’yi yeterince anlayamadı, sezgisel sonuçları çarpıcı olsa da. Altuğ ise alttan alta bir tez ileri sürüyor olsa da bunu yeterince geliştirme konusunda sanki ikircimli. Yarım yamalak bir tezden hemencecik küçük (!) bir ödünle saptamalara (geleneksel yazın değerlendirme anlayışımıza) geçiveriyor. Oysa Güntekin’in romanını melo’dan (duygusal anlatı) neyin ayırdığını bilmek zorundayız. İşte bu nedenle sorun bizim bir Troyat’mızın, bir Zweig’ımızın olmayışında. O yüzden tümünü yitirdik nerdeyse o büyük anlatıcılarımızın. Yakup Kadri, Halit Ziya, Hüseyin Rahmi ve diğerlerinin.

Fikrimce yalnız doğruluk hastalığı, bir hak ve hakikat meselesi etrafında toplanmak kabiliyeti, bir cemiyeti mesut etmeye kâfi gelemez… Bunun için acımak, birbirimizin feryadını, iniltisini de duyabilmek lazım…” (Acımak, 1928)


***

Güntekin, Reşat Nuri; Harabelerin Çiçeği, BE 14 (1918, Roman),

İnkılap Yayınları, 1999, İstanbul


Reşat Nuri okumasının ilk yapıtı. Batı etkileri taşıyan coşumculuğun (romantizm) hastalıklı olmayan bir yazar duyarlığıyla belirişi olan bu romanla Güntekin'in de anlatım tekniği konusunda araştırmaları başlıyor. O güne kadar bunun üzerinde duran (bilinçli olarak kuşkusuz, yoksa ilk romancımız Ahmet Mithat'ı atlamamak gerek) başka bir yazarımız yok bence. Biçemden ve önceki büyük biçem ustalarından söz etmiyorum.

Reşat Nuri'nin pek çok anlatısında anlatıcı öykünün dışında ya da üstünde. Anlatıcı, üst anlatıcıya anlatıyor. Bu da ikinci sınıf batı yazını etkisine bağlanabilir.

Bu kurguyu rahatlatan bir şey, dolayısıyla yazarı.

Çirkinliği yüzünden yaşamdan sürülmüş bir insanın öyküsü Harabelerin Çiçeği. Okurun duygularına doğrudan sesleniyor.



Güntekin, Reşat Nuri; BE 12: Gizli El (1920, Roman),

İnkılap Yayınları, 2000, İstanbul


İlk roman. Savaş zenginlerini konu alması onu sansürlük ediyor ve bir aşk romanına dönüştürüyor. Yine de Reşat Nuri romanları içinde en önemlilerinden biri... Hırslı bir adamın gizli bir elin denetiminde özel yaşamını altüst edişi, arkada vagon satışı, rüşvet ve hırsızlık, toplumsal bir görünümün uyartıcı izleri...


Güntekin, Reşat Nuri; Çalıkuşu, BE 1 (1922, Roman),

İnkılap Yayınları, 1993, İstanbul


Güntekin'in bu ünlü romanı ilk yapıtlarından ve bir ilk yapıt olarak başarılı. Yer yer çok yapaylaşan konuşmalara (diyalog) rağmen. Söyleşme kurgusunda oldukça başarılı Güntekin, Kurtuluş Savaşı yıllarını İstanbul'da geçiriyor ve 1930'lara kadar yapıtlarında (neredeyse 10 kitap) ulusal savaşım konusunda pek renk vermiyor. Ama Anadolu’dan yana olduğu seziliyor.

Bu hit ya da kült roman yalınlığı, duygusal tonu, sıradan insanları konu edinişi ve Anadolu'ya açılışı açısından ilgimi çekti. Coşumculuğun pek de yaratıcı olmayan bir biçimde etkileri izlenebiliyor. Öykü kişisellikten kurtulamıyor, derinlik kazanamıyor. Ama metin rahat akıyor (Güntekin bunda başarılı). Gölge oyunu etkisi bırakıyor okuyanda. Güntekin bir yandan Anadolu gerçekciliğine ama öte yandan marazi romantizme (Kerime Nadir, Karakurt, Tuğcu, vb.) yolu açtı sanırım.


Güntekin, Reşat Nuri; Damga, BE 10 (1924, Roman),

İnkılap Yayınları, 2000, İstanbul


22. baskı. Toplumun damgaladığı bir insanın bu lekeyi ne yapsa temizleyemediğinin acı öyküsü Damga. Toplumsal boyut Güntekin romanında devreye giriyor. (Karşılaştırmak için bir örnek: Hawthorne’un Kızıl Harf, 1850.)

Yaşamdan gerçekçi sahneler ve yanılsama. Kuruntular...


Güntekin, Reşat Nuri; Dudaktan Kalbe, BE 2 (1924, Roman),

İnkılap Yayınları, 2000, İstanbul


21. baskısını yapmış roman. İnkilap'ın elinde yok edilen yazarlardan biri de Güntekin...

Dudaktan Kalbe'de coşumculuk (romantizm) aşılmak bir yana, derinlikten yoksun bir biçimde sürüyor. Kibirli bir gencin öyküsü. Gel de Dostoyevski'nin Delikanlı'sını (1875) anımsama, tabii Julien Sorel'i de (Stendhal, Kızıl ile Kara, 1830).

Yaşamın acıklı ve sıra dışı çizgisi yüzeysel bir duygusallıkla dile geliyor bu romanda. Yer yer sıcak, inanılmaz güzellikte ve gerçeklikte sahnelere ve bunların çok da seyrek olmamasına karşın, bu romantik coşumcu soyutlama nereden geliyor? Bence yazarın iyi yürekliliğinden, yüklendiği iyicil görev duygusundan ve kurgudan... En gerçekçi sahneler bile birbirlerine ulandığında duygusal, coşumcu bir dokumaya dönüşüyor.

İlginç bir şey: Güntekin'le roman kişilerinin kökeni İstanbul, coğrafyası ise genellikle Anadolu. Bu, romanımızda bir çatlama sayılabilir.

Örneğin, Karay'ın Anadolu'sunda Anadolulular var (yine genellikle).


Güntekin, Reşat Nuri; Akşam Güneşi, BE 4 (1926, Roman),

İnkılap Yayınları, 1998, İstanbul


Bir şey var. Güntekin, tüm yazarlık yaşamı boyunca Feride (genç kadın) tipiyle uğraştı. Yarattığı birkaç tipten en önemlisi bu tip, bir yerde Feride, öbür tarafta Jülide, vb. Coşumculuğun ağır etkilerini daha bayağılaşmış olarak sürdürüyor Akşam Güneşi. Hâlâ beylik deyiler (klişe) aşılabilmiş değil. Gerilim (ve coşu) belli kurgularla sağlanıyor, (Bunlar ortalama okuyucunun beğeni düzeyiyle yakından ilişkili.)

Ama tüm bunlara karşın Güntekin için bir ermiş diyeceğim neredeyse.


Güntekin, Reşat Nuri; Bir Kadın Düşmanı (1927, Roman),

İnkılap Yayınları, 2000, İstanbul


19.baskısı. Tinbilimsel bir roman denemesi. Harabelerin Çiçeği yineleniyor. Homongolos'un keskin duyarlığı okurun tüm tellerini titretiyor. Yine duygular bataklığında tehlikeli bir gezintiye zorluyor Güntekin bizi.

Gerçekten duygu dünyamız bu yapıtlarla varsıllaşıyor mu acaba?

Yazar ne umuyordu? Okur dün ve bugün Güntekin'den ne bekledi ve beklediğini buldu mu?


Güntekin, Reşat Nuri; Tanrı Misafiri, BE 22 (1927, Öykü),

İnkılap Yayınları, 2000, İstanbul


24. baskıdan okudum.

Eski Ahbap adlı öyküsünden sonra ilk ilgimi çeken öyküler bu yapıt içinde. Örneğin, Tanrı Misafiri. Din sömürüsünün Anadolu'da trajikomik görünümünün sanırım sergilenişi... Hüseyin Rahmi bunu İstanbul'da yapmış olabilir. Hasta Çocuk da dikkate değer... Yine taslak çalışmalar, gereç niteliğinde çalışmalar... İlginç konular, gülmece, duygusallık, vb.

Güntekin laik bir yazar. Kadın-erkek eşitliğinden yana.

Milliyetçiliği bence faşizan değil.

Ve Güntekin şimdilik iktidar dalkavuğu değil. (Hiçbir zaman da olmadı.)


Güntekin, Reşat Nuri; Acımak, BE 5 (1928, Roman),

İnkılap Yayınları, 2000, İstanbul


28. baskı.

Turgenyev'in Babalar ve Çocuklar'ını anımsadım. Üçüncü kişi anlatımı ve anı defteri (: metin içi metin).

Önemli bir konu ve yaklaşım. Çoğu kez gördüğümüzü, anladığımızı sanırız, Zehra gibi. Reşat Nuri'nin bence önemli yapıtlarından biri.

Bu noktaya kadar Türk yazınında orta düzeyde, Dünya yazınında ise (kaç yazarımızın bu konuda şansı var ki) altlarda bir yeri var Güntekin'in, ama bakalım Yeşil Gece, Miskinler Tekkesi, Anadolu Notları ne gösterecek?


Güntekin, Reşat Nuri; Yeşil Gece (1928, Roman),

İnkılap Yayınları, 1995, İstanbul


Nazım'ın da çok önemli bulduğu bu roman ülkemizde ileri-geri kavgasının bir mihenk taşı olmasından alıyor gücünü.

Anadolu'da yeşil geceye direniş belki de ilk örnek, bu açıdan da çığır açıcı... Daha önce Türk yazını ancak işgal ve ulusal savaşımda tavırlı olabilmişti. Adıvar'ın Vurun Kahpeye ve Karaosmanoğlu'nun birkaç yapıtını atlamayalım bu arada. Ama köy yazınına yakın duran bir görevsellik alttan uç veriyor ve de çok doğru bir tutum. Güntekin, Ahmet Mithad'ın geleneğine bağlı bir yazar...

Silahı romanıydı... Üstelik genel anlamda olmasa da seçilebilen ayrıntılar iyi bir yazarı her zaman imliyor Güntekin'de... Onu sezgilerimizle de okumalı ve tümlemeliyiz.


Güntekin, Reşat Nuri; Sönmüş Yıldızlar, BE 21 (1928, Öykü),

İnkılap Yayınları, 1999, İstanbul


Çoğu oyun taslağı görünümünde öyküler. Mektuplaşma tekniği sıkça deneniyor. İlginç. Bir Kadın Düşmanı da mektuplarla kurulmuştu.

Pek çoğu romanlarındaki duyarlığı yineleyen, rikkat (sevecenlik, şefkat, incelik) ve acımayı saltıklaştıran sıradan öyküler...

Bazılarında Aziz Nesin'e giden yolu sezmemek ise olanaksız.


Güntekin, Reşat Nuri; Leyla ile Mecnun, BE 18 (1928, Öykü),İnkılap Yayınları, 1999, İstanbul

Daha önce söylediklerim geçerli. Yalnızca bir şey; İnkılap Yayınevi’nin elinden kurtarıp hak ettiği baskı düzeyine kavuşturmak gerek Reşat Nuri Güntekin'i.

Genel olarak toplumdan çoğul ve anlamlı bir kesit (değişik tipler) sunduklarını belirtmek gerek öykülerinin.


Güntekin, Reşat Nuri; Yaprak Dökümü, BE 23 (1930, Roman),

İnkılap Yayınları, 2000, İstanbul


Güntekin'de dönüm noktası:1932. Arkadan Kızılcık Dalları geliyor.

Yazar epeyce bir deneyim ve çelişkiden sonra toplumsal gerçekçiliği benimsiyor ve bu çizgiyi sürmeye başlıyor. 1932’ye kadar coşumculuklagerçekçilik eğilimleri arasında gergindi bana kalırsa. Kabuk değiştiriyor. Anlatımda dinginlik ve gündelik Türkçenin kullanımında kesinti söz konusu değil, ama yorumlamada kararını veriyor Güntekin. Evet, gerçek acımasızdır ve insanı ufalıyor.

Yaprak Dökümü'nün Kız Kardeşim Carrie'den (Theodor Dreiser, 1900) nesi eksik, ya da bir Zola romanından? Tin çözümlemeleri mi? Ama Güntekin davranı ve söyleşimlerle daha çoğunu verebiliyor.

Fethi Naci ne yazık ki kör ve kötü bir eleştirmen (demeye dilim varmıyor). Birileri birilerini itekleyince roman ya da sinema eleştirmeni olunuyor bu ülkede belki de hatta bir yetke... Bu kadar kolay olmamalı. Konu, kişiyle ilgili değil gerçekte.


Güntekin, Reşat Nuri; Olağan İşler, BE 20 (1930, Öykü),

İnkılap Yayınları, 2000, İstanbul


Güntekin'in Fransız yazınından öykü çevirilerini de içeren yapıt, onu besleyen batılı kaynakları da imliyor. Güntekin'in öykü anlayışı çok yalın ve çarpıcı, gülünç ya da duygusal etkilere yol açan olay örgülerine dayalı... Genel olarak öyküleri için, yazacaklarına bir giriş, gündelik taslaklar demek doğru olur. Güntekin büyük yapıtı için harıl harıl öykü biçiminde sahneler, günlük notlar tutmuş... Sahne sözcüğü önemli... Yapıtının kalkış noktası sanırım, kendinde iz bırakan (büyük) sahneler...

Hemen tüm öykülerini okudum Güntekin'in. Bunların arasında iki üç öykü yazınsal bir değer taşıyor; örneğin Eski Ahbap, Tanrı Misafiri.

Gülmeceye yatkınlığı gözlem gücünden ve yasam deneyiminden gelse gerek ve Aziz Nesin'e, Orhan Kemal'e giden yolu da açıyor yazarımız.


Güntekin, Reşat Nuri; Kızılcık Dalları, BE 15 (1932, Roman),

İnkılap Yayınları, 1999, İstanbul


Bu yapıt Güntekin'in Yaprak Dökümü'nden sonra gerçekçiliği doğalcılığa ötelediği bence ikinci önemli romanı... Besleme bir kızın tinsel gelişiminde içine girdiği ailenin ikiyüzlü ahlakının ağır etkilerini, ince bir gözlem ve neredeyse kara yergi (ironi) yüküyle ve başarıyla yansıtıyor Güntekin ve yazarlığında sıradanlık çizgisini de aşıyor. Fethi Naci ne mi diyor? Önemli mi?


Güntekin, Reşat Nuri; Gökyüzü, BE 13 (1935, Roman),

İnkılap Yayınları, 1999, İstanbul


1931'lerde geçen romanın eleştirel bir boyutu var. Kör inançlar kıskacındaki insanlar veriliyor. Naci'ye göre doğu-batı sorunu irdeleniyor bu yapıtta ve bu açıdan önemli... Bence bu yaklaşım Türk yazını için oluşturulmuş üç beş tane kalıbı (şablon) aşamama düzeysizliğiyle ilgili.

Başka da bir şey söylemeyeceğim. İlgisi yok.


Güntekin, Reşat Nuri; Eski Hastalık (1938, Roman),

İnkılap ve Aka Yayınları, 1982, İstanbul


Reşat Nuri şöyle diyor:

"Sevgi, şefkat denen şeyde ne mucizeler var yarabbi!'

Ve Tanpınar, Reşat Nuri hakkında:

"O, Türkçenin ortasında geniş bir sevgi ve şefkat ürpermesi idi".

Güntekin, Yaprak Dökümü'nden sonra eriştiği ana damarı sürekli yetkinleşerek işliyor. Türkçesinde savrukluğun artmasına rağmen, dilin (anlatımın) gündelik dilin akışkanlığına ulaşması, konuşmaların gerçekçi ve inandırıcı çizgiyi tam anlamıyla yakalaması söz konusu.

Bence Güntekin anlatısı, Anadolu döneminde Lukacs'cı anlamda eleştirel gerçekçiliğe evriliyor. Devrimin müridi değil duyuncu (vicdan) olmayı seçiyor ve başka türlü yapamazdı da.

Eski Hastalık Reşat Nuri'nin 38'e değin yazdıkları içinde en simgesel olanı ve roman beklenebileceği gibi ikili bir karşıtlık üzerine oturuyor. Anadolu ve İstanbul. Her iki ekin de varlığını geçmişten taşıyor ve sayrılıklarını, sapkınlıklarını da birlikte... Güntekin'in büyüklüğü ve gerçekçiliği burada... Devrim, var olan insanı yeniden biçimlendirecek ve bunu yapabildiği oranda başarılı olacak.

Eski Hastalık’ta haklı olarak soru yanıtlanamamış, ortada kalmıştır. Yanıtı gelecek verecek...

Bir başka açıdan Güntekin yazınsal deneyimine (poetika) kişisel, tinbilimsel (psikolojik) çözümlemeyi başarıyla ekliyor Eski Hastalık'la. Gerçi önceki tiplemeleri de derinlikten yoksun değildi (Feride vb. halkçıl tiplemeleri saymazsak) ama eski tiplerinde derinlik varlığını davranışların usta işi betimlemelerine borçluydu.

Eski Hastalık bir hesaplaşma romanı ve kişisel hesaplaşmalarla toplumsal hesaplaşma katmanlaşıyor, yer yer örtüşüp yer yer ayrışıyor. Ayrıca özeleştiri ile yolculuğun bir araya getirilmesi yaygın ve etkili bir uygulama (teknik).

İkincil tiplerin zenginliği belirtilmesi gereken bir diğer durum.

Reşat Nuri'de Fethi Naci'den (F. Naci, Reşat Nuri'nin görülmesini önlüyor bence) çok fazlası var kuşkusuz, ama sevgi ve şefkat de onu özetlemek için yetmez.


Güntekin, Reşat Nuri; Ateş Gecesi, BE 9 (1940, Roman),

İnkılap Yayınları, 1999, İstanbul


Ateş Gecesi, Reşat Nuri'nin son yapıtları arasında, 30'ların sonunda yazılmış.

Sürgüne gönderilen bir gencin Rum ekiniyle (kültür) buluşması ve gençlik aşkı, daha güçlenmiş ve yerelleşmiş (aynı zamanda zenginleşmiş) bir dille anlatılıyor. Reşat Nuri'de bu gelişmeyi görüyorum. Anlatım sorununu giderek çözüyor, yapı için aynı şeyi söyleyemem... Gülmece yazarın birikimiyle birlikte içselleşiyor romanlarında, her şey (betimleme, anlatım, söyleşmeler, vb.) doğallaşıyor, yapaylıktan kurtuluyor.

Bu romanda bence ilginç birkaç nokta var. Çok canlı ve azınlıklardan oluşan bir mahalle yaşamına (bir başka ekine) tanıklık, duyguların insanın yaşı ve olgunlaşması ile dönüşümü, Girit ve Girit sorunu, kendini asan bir kadın (Afife)…

Yazarın ille de okunması gereken bir romanı, onu Türk çağcıl romanına bağlayan halkalardan biri.


Güntekin, Reşat Nuri; Değirmen, BE 7 (1944, Roman),

İnkılap Yayınları, 2000, İstanbul


Reşat Nuri'nin sanırım tiyatroyu hep göz önünde tutarak ve gülmeceyi öne çıkararak kotardığı bir yapıt Değirmen. Devlet çarkına Türk yazınında yapılmış en hoş yergilerden biri.

Yazar bazen öyle betimlemeler yapıyor ki, Türkçenin bu büyük yazarı bu anlarda Dünya çapında bir anlatıcıya dönüşüyor. Örneğin, kaymakamın Bulgar kızıyla ilgili çağrışımları...

Aziz Nesin'e giden önemli damarlardan biri bu yapıt sanıyorum.


Güntekin, Reşat Nuri; Miskinler Tekkesi (1944, Roman),

İnkılap ve Aka Yayınları, 1979, İstanbul


Güntekin'in yine bir başka önemli yapıtı... Romanda omurga ve yapı sorununu çözemediği ortada. Öte yandan dilenci tini ve tipi çok derinlemesine yakalandığı halde ne yazık ki bir karaktere dönüşemiyor. Güntekin sanırım yoruluyor ya da elinden gelebilecek olanın tümü bu.

Yoksa Türkiye’nin bir Dilenci'si (ve onun tini) olacaktı bugün.

Bu romanın önemini azaltmıyor. Nedeni, özgün ve bugüne değin ele alınamamış bir konuyu ele almakta gösterdiği öncülük... Evet, Reşat Nuri bir öncü...Ve onu Hüseyin Rahmi'ye bağlayan anlamlı ilmekler var.

Bir kere Türkçenin ustasıdır artık. Birkaç tümce bir düşünce ya da duyguyu, bir görüntüyü, bir tipi betimlemeye yetiyor. Çok yalın görünmesine karşın çok da zor olan bir şey...

Miskinler Tekkesi aynı zamanda bir toplumsal eleştiri, bir yergi yapıtı. Ve ele aldığı konuda tarihsel sürekliliği (devrime karşın) vurgulaması bir başka önemli nokta ve Reşat Nuri bu açıdan da Yakup Kadri ile buluşuyor.


Güntekin, Reşat Nuri; Kavak Yelleri (1950, Roman),

İnkılap Yayınları, 2000, İstanbul


Reşat Nuri'nin en güzel ve oylumlu romanlarından biri Kavak Yelleri.

Artık kahramanı bir iç hesaplaşmanın eşiğindedir.

Reşat Nuri'nin babası doktor ve romanlarında en sık görülen tipler belki bu nedenle sağlık dünyasından.

Yapıtın simgesel anlamı, eski bir izleğe (tema) götürüyor okuru. (Asal Reşat Nuri izleği diyebiliriz.) Anadolu-İstanbul-Anadolu. Kavak Yelleri estiğinde İstanbul çağırır, ama deneme başarısızdır. Yanılmıyorsam Eski Hastalık.

Doktor Anadolululaşmıştır. Öte yandan bu çelişkiyi aşan Güntekin Cumhuriyetle ortaya çıkan içten pazarlıklı ve karşıt yönlü eğilimleri içinde bir arada taşıyan kahramanının çelişkisini aşamıyor. Belki de bunun için henüz erkendi.

Bu büyük (bizim için büyük) yazarımızın önemi sanırım tanıklığı ve sorumluluk duygusundan geliyor, bir de 'sevgi ve şefkat ürpertisinden'.

Şöyle demişti. Yineliyorum:

"Sevgi, şefkat denen şeyde ne mucizeler var yarabbi!".


Güntekin, Reşat Nuri; Kan Davası (1955, Roman),

İnkılap Yayınları, 1999, İstanbul


Reşat Nuri, Kan Davası kıskacında Yukarı Sazan Köyünü, toplumsal bir olayın kişiler üzerindeki yıkımını, bu oldukça değişik romanında işliyor. Toplumsal bir amaç güttüğü anlaşılıyor.

Anlatımla ilgili yazınsal sorunu üzerinde düşünmesine karşın aşamayan, ama seçtiği anlatım biçimini tüm romanları boyunca geliştiren Güntekin, bilinç içi ya da altı uygulamalar kullanmasa da tip betimleriyle ruhsal karmaşaları başarıyla yansıtabilmektedir.

Son kısa bölüme mutlu son demiş.

Romanın görevi var. Bunun için, romanla, romandan vazgeçilebilir.


Güntekin, Reşat Nuri; Son Sığınak (1961, Roman),

İnkılap Yayınları, 2000, İstanbul


Sonromanı yazıyor girişte. Yanlış olabilir.

Yaşamlarının uçlarında değişik yaş ve cinsiyette bir avuç insanın serüven arayışı değil, oldukça hüzünlü anlam arayışının öyküsü Son Sığınak. Bir tiyatro kumpanyası kuran insanların Anadolu yolculuğu…ve Anadolu. Cumhuriyet yıllarının Anadolu'sundan yer yer iç burkan gözlemler.

Reşat Nuri, iyice ustalaştığı canlı tip betimlemelerinden kolayca tanınan bu insanların unutulmasını istememiş belli ki. Onlara son bir selam yollamış...

İyi etmiş bence. Bu gizli insansevere (humanist) yakışırdı.

Reşat Nuri'nin Anadolu Notları'nın bu romanın oluşumunda katkısı önemli.

Öyle sanıyorum, Reşat Nuri de yaşamının oldukça ileri bir döneminde 'o son sığınak'ı aradı ve bu roman çıktı ortaya. Belki de onu kendisi için yazdı.

Sana bir kez daha tüm sevgilerimle şükranlarımı sunuyorum sevgili yazar!


Güntekin, Reşat Nuri; Anadolu Notları I-II, BE 8 (1936-1966, Gezi),

İnkılap Yayınları, 1999, İstanbul


Güntekin'in müfettiş olarak Anadolu gezilerinde tuttuğu çok da önemli olmayan, yazınsal değeri ise hiç olmayan gözlemleri.


(2000-2005)