Şavkar Altınel Tedirginlikleri
Zeki Z. Kırmızı / 2024
Şavkar Altınel Tedirginlikleri
Zeki Z. Kırmızı / 2024
Açıklama: Bu yazı Szcükler dergisi’nde (2024) yayımlanmıştır.
Şavkar Altınel ve yazısı üzerine yazmak olanaksız. Çünkü yazarı yazıya, yazıyı okura, Şavkar Altınel özelinde iliştirmek, düğümlemek olanaksız. Bir başkasının onu tanımlaması, kendisini tanımlama konusunda derin çelişkiler içinde bir uçtan ötekine savrulan yazarımız açısından tümden olanaksız. Üstelik böyle bir tanımlama çabası her koşulda öncelikle bir indirgeme, en azından bir sınıflandırma girişimi olacağından yazarımızın gözünde bir saldırı anlamına gelecektir büyük olasılıkla ve haklı olarak. O ne istediği konusunda bir yaşamsal arayış içerisinde olsa da ne istemediği konusunda son derece tutarlı ve kararlı. Bir hayır-adam, desek yeridir. Uzlaşımların, uy(d)umlanımların her zaman dışında biri. Evet demek, bir an için bile olsa, durmak, yürümekten vazgeçmek, bir şey olmak demek. Oysa bir şey olmak tüm yolculukların sonunda varamadığı bir yer, bir olmayan nokta. Ve nokta(yı koymalıyım). Belki de bu küçük yazı gereğinden çok uzadı, tam da burada kesilmeli(ydi). Ama kesmeyeceğim.
Ona ilişkin okurluk deneyimimden, bir duru, eşsiz, arık dil keyfinden söz etmenin de yeri, sırası hiç değil. Hele okuyana bilgi aktarmak… Kim, ne hakkında, olanaklı mı? Aman uzak dursun. Bu işi akademilere, deneme, araştırma türü yazarlarına bırakalım. Öyleyse ne yapalım? Yanlış bir soru. Doğrusu şu: öyleyse ne yapmayalım? (Bartleby karmaşası). Kuşkusuz inceleme nesnesi olmaya en başından karşı çıkmış, hatta başkaldırmış, kendisini isteminden, gövdesinin ve düşüncesinin tam egemeni olmaktan, varlığını yeniden ve yeniden sınamalara salmaktan koparacak tüm sınırlama girişimlerinden uzak ama pek uzak tutan Şavkar Altınel neden yazmış olabilir ki diye sorabiliriz belki, yanıtını tümüyle bilemeyeceğimiz, kestiremeyeceğimiz böylesi bir soruya utangaçlıkla bağlanarak. Eğer sınırlarla ilgili değilse nasıl bir gezgindir o? Attığı her adımla, arayışına uladığı her sözcükle sınırı genişletmiyor, genişletirken kesinlemiyor, sınırboyunca kazıklar çakmıyorsa nasıl anlayalım tüm bu yazma serüvenini? Evet, yazan (kişi) dünyayı avuçlayan ya da adımlayan, yerin (ve elbette zamanın) yüzeyini milim milim sayan, çoğaltan kişidir ki umudu bastığı yeri, oraya niye bastığını, niye orada öyle olduğunu bilmektir. İyi de bilince ne olacak? Sınır yeniden çizildiğinde duracak, kazanılmış bir şey, bir yer, yaşam alanı, bir anlam (!) bulmanın sevinciyle artık harita budur, bu haritanın şu enlem-boylamı içinde bir nokta, devingen varlık olarak ben kendimi imgeler, anlar, yakalar gibi oluyorum ve eğer bu haritayı yine genişletmezsem imgemi, imgemin arkasındaki olası varlığımı tümden yitirmem işten bile olmaz.
İyi, bu da tamam, demek yaşam(ak) dediğimiz, yaşandıkça, yere ve zamana gövdemizi ve birlikte kendimizden anladığımız her şeyi pey olarak yeniden sürdükçe yaşamlanan bir şey, demek henüz yaşanmamıştan çekilen bengisu. Demek, yaşam henüz kıyısında durduğumuz ve sınırını zorladığımız bir olasılıklar düşü. Daha önce yapıp ettiklerimizin yetmediği, okuduklarımızın ve yazdıklarımızın sonsuza yaklaşırken (limit) sonul anlama biraz daha yakınlaşmaktan başka şey olmadığı doğru ise peşine düştüğümüz anlamı nasıl, nereden bildik de ardına düşekoyduk. Anlam kişinin coğrafyasını ve egemenlik alanını sınırları zorlayarak genişletme girişiminin, bir eylemin geçici adı olabilir ancak. Öyleyse sevgili yazar Şavkar Altınel, seni böyle anlıyorum ben. Yazarak yapan birisin ve buna yazmaktan daha çok yaşamak diyorsun. Kuşkusuz bu sözcüklerin yetmediği yerden, bıraktıkları boşluklardan dönüyor yazı(n).
Yazı, henüz gezilmemiş, belki de olmayan bir yerden dönüyor ve eğer o hiçliği sıkça ve yazıyla ve umutsuzluğu bayrak yapan tedirgin cesaretimizle yoklamazsak, dünyanın hiçbir dünyalı tanımı kendimizden bir şey anlamamıza yetmeyecek. Yetmeyecek, çünkü yetmez çünkü darbe gecikmeyecek ve er geç hepimizi tek vuruşla toprağa gömecek.
Yazımın geldiği bu aşamada Şavkar Altınel hakkında (!) olanaksız bir sayfayı arkamda bıraktığımı kim söyleyebilir ve aslında nedir ki bu? Onunla ilgili yaptığım küçük araştırma, aldığım notlar, özene bezene üst üste yığdığım sayfalar dolusu tümce, söz boşa gitti. Zaten yazabileceğini yazmış işte ve ötesi yok. Kimsenin tümlemesi, üstüne eklemesi gerekmiyor ve kendisinin bile göze almadığı şey için bize ne oluyor ki? Yaşadığını, yaşadığınca yazmış ve her kezinde kendine bir ülke daha açmış, yeni ülkesini haritalamış ya, yeni yurdunda yuvalandığı asla söylenemez. Umutsuzluğu daha koyu ve kıvamlıdır. Yine de yazmasa umutsuzluğuna dokunamayacak, kendini kendi gözüyle göremeyecekti. Hiç olmazsa bir Şavkar Altınel imgesi, öz imge çıkardı ortaya. Hayır, başkaları için değil. O imgeyi güvenceye alıp, bir sığınağa dönüştürmek için değil. Hak ettiği huzurun artık hakkını vermek için değil. Huzur mu, hak etmek mi? Olabilir mi? Anlam bir an için bile olsa kendisiyle, anlamla örtüşebilir mi? Yolculuk başladığı yere döner, kapanabilir mi? İmge kendini yakalar, kendiyle doyar, sıfır noktasında (ölüm) kendini yok edebilir mi? Anlam hep ötededir, imge öteden getirilecek bir şeydir ve bir kez daha denenemeden olmaz.
Sebald bundan başka ne yaptı ki? Daha yakınlarda Vertigo (1990) üzerine yazımda söylediklerimi Şavkar Altınel için de söyleyebilir miydim? Sanırım, evet: “İlk söyleyeceğim şey, ‘yazar-ben’ anlatımlı yapıtın belli bir türe sokulmasının olanaksızlığı. Çünkü anlatı (metin) belli ki Sebald için yalnızca yazınsal işleviyle sınırlı bir tasar (proje) değil. Kişisel, özgül, bir öznenin araştırmalarıyla ilgili, onun bir parçası. Böyle olunca işin içine her biri ayrışan çoklu anlam katmanlarıyla zamansallık, geçmiş, şimdi, yer değiştirme (gezi), yer/zaman örtüşme ve ayrışmaları (buluşma ve kopuşlar), zamanlar ve yerler arasında koşutlu-koşutsuz, kesişen-kesişmeyen kakışma, örtüşme, sapma, kayma ve savrulmalar, öznenin hızla dağılmaya yatkın (eğilimli) zaman ve uzamlar arasında mekik dokuyarak bulma-buluşturma-eklemleme-yeniden imgeleme çabaları ve tüm bu çabanın arkasında neredeyse içgüdü denebilecek bir zorunluluklar alanı ve döngüsel akışın ortasında gövdesinin her parçasıyla başka zaman ve yerlerde bulunmanın (daha doğrusu bulunamamanın) hüznü ya da kederi demeyeceğim, onanmış, teselli de aramayan oldukça nesnel, sessiz denebilecek bilinci. Resim oradaysa dağılan benim, eğer resim şu an imgelediğim şey ise orada bir resim yok, onu oraya yerleştiren benim. Ama iki seçenek de yeterince kuşkuludur. Boşluklarda, aralıklarda, el yordamıyla ve yeniden deneyen olarak anlatı-yaşantı-gezi-deneme sürüp gidecektir. İnsan (özne) nereye bastığını bilir ve bilmez. Tümüne en yakın tümüne en uzak kişidir.” (E-Kitap 51. W. G. Sebald)
Bir hısımlık, yakınlık söz konusu ve bu çok açık: öteki ekin (kültür), dil, zaman, yer. İki çağdaş yazarın anlatılarının ortak özü öteki olan her şeydir. Burayı, buradaki beni yakalamanın, o da olabilirse (ki olamaz) yoludur bu. Ötekinden, artık olmayan ötekinden (öteki coğrafyadan, insanlardan, öykülerden, vb.) dönmek ve haritamızı (yurt) güncellemek. Yitik(lik) duygusu elbette giderilmiş; zaman, yer, insan yine çağrılmış olsa da şimdi buraya getirilmiş olmayacak kuşkusuz. Ama çağırmaktan, aramaktan daha iyi yapılacak başka şey de yok. Anlam olsa olsa çağırmaya içkin, bu sese dolanık, yankıdan bireşimlenen bir sesleniş, yazma, arama, haritalama girişiminin türevidir. Brecht’in epiği (yadırgatma etkisi) tam da burada olmazsa olmazıdır ötekinin ötekiliğinden anlamlandırma girişiminin. Yaşamak anlam yapmaktır ama yapılan bu anlamı paylaşmak hiç kolay değildir. Yazmak zordur, çünkü yazıyı bir amaca bağlamak zordur ama yaşamak da daha kolay değildir (Sergey Esenin’in söylediği gibi) ve aslında bir ve aynı şeydir bu ikisi.
Sonuç mu? Hayır, sonuç diye bir şey yok. Şavkar Altınel’in bir avuç yapıtı (anlatı, gezi, anı, şiir) üzerine, ancak yazılamaz. Okurken bir yaşama deneyimi içinde olmamız, okuma eylemini adım adım yaşamamız umulur belli ki. O nasıl yazarken olanı ayıklayıp olmayanı deneyimliyorsa biz de okurken yazının içinde henüz olmayanı, olmak üzere olanı ve yakaladığımızı sandığımız anda elimizden kayıp gideni yalnızca bir an için duyumsayabiliriz. Sahiden yaşadık mı? Sahiden orada, içinde, peşinde olduk, kendi imgemizi yaptık, kendimizden bir şey anladık mı?
Altınel çok uzaklardan ve yanı başımızdan birlikte özel bir deneyime çağırıyorsa bizi, göze alınacak ve göze alınmaya değer bir çağrı aldık sayalım kendimizi. Bu yazıyı, yazın türlerini aşan, aşmaya çağıran bir çağrıdır, unutmayalım. Tür kıskacı ne yazara ne de biz okurlara yaramayacak, ötesinde soluklanabileceğiz sanki. Yazının izi sınır boylarında sürülecek ve herkes bilecek sınır diye bir şey olmadığını gerçekte.
Şiir şiirdir ve şiir olmayan şeydir aynı zamanda. Türü zorlayan yazı böyledir.
Şavkar Altınel de kendisidir, ama en olmayacak kendi, en öteki kendi,
en yurtsuz yurt,
en dilsiz dil,
en yabancı yerli,
ne ise olmadığı...