Bir Giriş
Zeki Z. Kırmızı / 2021

Bir Giriş
Zeki Z. Kırmızı / 2021
I
Fahri Öz’ün başarılı çevirisinden Walt Whitman’ın Çimen Yaprakları’nın1 yayımlanmış ilk iki cildini okumuş oldum. Diğer iki cilt de çok gecikmeden yayımlanırsa ilk kez Türkçede Whitman’ın tüm şiirleri bulunacak. Önemli.
Geçmişte Whitman hakkında çok şey duyardım, ta 60’lardan beri. Az çok nasıl yazdığını, niye yazdığını hiç okumadan neredeyse bilmiş, öğrenmiştim. Amerika’da aynı şiir çizgisinin 20. yüzyıl şairlerini de (Sandburg, vb.) Varlık Yayınevi’nin dergileri (Varlık, Cep Dergisi) ve Memet Fuat’ın Yeni Dergi’si sayesinde örneklerinden okurdum, elbette Whitman çevirilerini de. İçimde şaire, kural tanımaz görünen başkaldırıcıya güçlü bir eğilim duyardım, merak ederdim ve isterdim Türkçede yayımlanmasını, okumayı.
Bir süre sonra (70 başlarında, 73 olabilir.) trenli bir Avrupa serüveninde, Paris’te evinde gecelediğimiz genç bir Fransız çift bana kitaplıklarından kendilerinin de altını çizerek daha yeni okudukları İngilizce-Fransızca basılı Çimen Yaprakları’nı2 armağan etti. Demek ki konusu geçmiş aramızda, İngilizce konuşan arkadaşımın aracılığıyla. Kitap hâlâ kitaplığımda yerini koruyor.
Aradan yine bir süre geçti. 1985 yılında Memet Fuat’ın Türkçesiyle bir Whitman seçkisi yayımlandı.3 Kitabı 1992 ve 1995’te iki kez okumuşum. Memet Fuat çevirisinden keyifle okuduğumu sanıyorum. Öyledir. Onun ABD İngilizcesinden çevrilerini hep sevdim. Caudwell, Hemingway, vb.
Ve yıl 2019. Türkiye İş Bankası Yayınevi Hasan Ali Yücel dizisinde kitabın tam çevirisini okura sunuyor. Anlamlı, güzel bir yayıncılık girişimi. Fahri Öz’ün çevirisi Memet Fuat’ı aratıyor olsa da (ölçünlü, serinkanlı ve düzgün bir Türkçe Whitman için nereye değin doğru) okuduğum kadarından sevinçliyim.
*
Ne yazık ki kendimi vererek, düzgün, yaratıcı bir okuma yapamadım. Öte yandan şairin döneminin kuzeydoğulu doğacı şakımasından Whitman’la ilgili değil genelde huzursuz olmadığımı söyleyemem. Bunlar yeniden doğuşun, şafağın sere serpe şiirleri olarak aslında günümüzün insanı için zor tanıklık edebileceği bir dünya resmini ortalıyor. Oysa aşkıncıları (transandantalist), Emerson, Thoreau bir yana koyarsak daha seçkinci, biçimci, biraz da kasıntı Wallace vb. şiiri de çok uzakta değil ve şiirsel sorunsalı daha derindi hemen izleyen kuşağın, bana göre. Ama ABD’nin bağımsızlık (1766), iç savaş (1866) köşelerinden dönen özgün uzamsal/zamansal enginliği aslında Poe’yla yanlış başlayan ama Whitman’la rayına oturan, Yeraltı (underground) yazını üzerinden 60’lara ulaşan şiir çizgisini olumlar, onaylar ve sahici temsili içine alır. Bu yazın ve özelde şiirin asal kuruluş öğeleri bellidir ama tümünün kaynağında eski kıtayı (Avrupa) arkada bırakmış, yeni yaşam düşü, saltık özgürlük duygusu var. Bu özgürlük sıfır (reset) düzeyi özgürlüğüdür. Çünkü yeni dünyada önceki yerleşikler yok sayılmış, görülmemiştir. Bu nedenle sıfırdan kurmak düşü ile öncünün kendinden geçtiğini, mest olduğunu kavramak hiç zor değil. Bu sevinç 50’lerin cadı kazanı ve arkasından 68’e, Vietnam Savaşı’na değin korunabildi. Amerikalı kapalı evreninde kirli dünyaya bulaşıp etmeden özgürlüğünün tadını doya doya çıkardığını yakın tarihlere dek düşünebildi (inanılmaz bir aymazlıkla). ABD siyaset ve toplumunun örgütlenme yapıları gerek ve yeter ipucunu elbette verir ama konumuz bu değil.
Şiirin tansımalı (mucizevi) ayaklarına gelince kıran kırana bir özgürlük tini, yapabilirlik gücü ve inancı, doğanın engin ve sınırsız gizilgücü ve ellenmemiş kızoğlankızlığı, her Amerikalıyı baştan çıkmış, esrik bir kurucuya (çiftliğinde, dağda, ormanda, kasabada, kentte, vb.) dönüştüren kof gurur, yani ham ve usdışı bir cennet düşünden söz etmek yanlış olmaz. Yeni ülke; yapan ülke, yol açan, ilerleyen, üreten bir toplumsal devini ve neredeyse sınırsız doğal kaynaklar için yetersiz kalan insan gücü demek bir yandan. Düşünen insanlar el değmemiş topraklara bakarken, esinleyici güzelliklerin yanı sıra tüm dönüşümlere hazır, doğurgan, özgür bir sereserpeliği ya da açık saçıklığı, sözü daha kısaltan her koşulda öncelenmiş eylemi, keseri, çiviyi, demiryolunu, çeliği, üretmenin, yükseltmenin, ele geçirmenin ve kutsal iyeliğin (mülkiyet) handiyse erotik çağrısını duyumsadılar diyebilirim. Kalaslar, duvarlar, çiftlikler, fabrikalar, yapılar yükseldikçe yükseliyor, insanın Tanrı gibi kurucu yanı acımasız olduğunca neşeli, şen bir şarkıya da dönüşüyordu.
Şarkı deyince, Whitman işte. Ormancı, doğacı dostlarının yanında (ki kentlidir), kendi insan doğasının en ufak, önemsiz arzularına bile tam özgürlük tanıyarak, içkin doğasını dışarıdaki doğayla buluşturup örtüştürmek, doğanın yasasız, rastlantısal görünen coşkusuna, taşımına, denenmedik hiçbir şey kalmamacasına kendi doğasını katmak ve toplumsal düzenin kayıtlarını (kısıt) hiç değilse sözün başıboş, serseri evreninde bir kenara fırlatıp atmak için şakımaya başlar.
*
Dipçede (dipnot) Çimen Yaprakları’nın özgün baskısını 1855 tarihli göstermiş olsam da aslında her yeni baskıda yeni ekler, değişikliklerle 1891’e dek süren bir basım serüveni var kitabın. Whitman’ın yaşamı içinde (1819-1892) on kez basılan kitabın ilk yedi baskısını kendisi, kalan üçünü yayıncı düzenlemiş. Bugünkü yapı sekizinci basımdan sonra biçimlenmiş. Aşağıda tüm yapıtın onuncu baskı içeriğini aktarıyorum:
Inscription (24) (Yazıtlar, C 1)4
Song of Myself (1) (Kendimin Şarkısı, C 1)
Children of Adam (16) (Adem’in Çocukları, C 2)
Calamus (39) (Calamus, C 2)
On bir uzun, bir kısa şiir (12. Bunların içinde ikisi: Song of the Open Road-A Song for Occupations)
Birds of Passage (7) (Göçmen Kuşlar, C 2)
Bir uzun şiir (1)
Sea Drift (11) (Deniz Akıntısı, C 2)
By the Roadside (29)
Drum-Taps (43)
Memories of President Lincoln (4)
Bir uzun, bir kısa şiir (2)
Autumn Rivulets (38)
Beş uzun, bir kısa şiir (6)
Whispers of Heavenly Death (18)
Bir uzun, bir kısa şiir (2)
From Noon to Starry Night (22)
Songs of Parting (17)
First Annex: Sands at Seventy (65)
Second Annex Good-bye My Fancy (31)
Memet Fuat’ın derlemesine göre, Whitman, Long Island doğumludur. Bir çiftçinin oğlu. On bir yaşında okulu bırakıyor, geçim derdine yollara düşüyor. İlk durak New York. 1846’larda Brooklyn gazetesi Daily Eagle’da başyazardır. Köleliğe karşı yazıları nedeniyle gazeteden ayrılır. Neredeyse iç savaşın ayak seslerini duymuş gibidir. Yirmi dokuz yaşında New Orleans’a gider. Yol boyu Amerika kıtasına tanıklık etmiştir. Artık Amerika’nın güzelliğine tutkun, Amerikalıya sarsılmaz bir sevgiyle bağlı, içinde gür şair sesi yükselen biridir. İlk şiirlerini 1847’de yazar. New Orleans dönüşü kimi şiirlerini New York Tribune’de yayımlar. Yeni biçim arayışı içindedir. Kendisinin yaptığı büyük boy ilk bin baskıdan (795) bir tane bile satılmaz. Çok tepki çekmiş, eleştirilmiştir. Ama bir kişi, Ralph Waldo Emerson, Çimen Yaprakları’nın içindeki güzelliği görmüştür: ‘Şiirlerinizi okurken mutluluk duydum. Bağımsız, cesur düşüncelerinizle övünebilirsiniz.’ Herkesin Avrupa ile gözü kamaşmışken bu ilk baskının önsözünde Whitman Amerika’yı övmekte, yüceltmektedir. Ona göre: ‘En büyük şiir Birleşik Devletler’in kendisidir… Damarları şiirle dolu bu ulusun, bu ulus şairlerini bekliyor…’ Ve 1861, iç savaşın başladığı yıldır. Savaşın Whitman şiirine etkisi büyüktür. Düşüncesiyle Kuzeylidir ama gönlü, yüreği tüm Amerika(lı) için çarpar. Hastabakıcı olarak katılır savaşa. 1865’te Drum-Taps’ı yayımlar. İnsan sevgisi dolu Whitman’ın savaş şarkıları çarpıcıdır. O iyi-kötü ayırmadan tüm insanları sevmektedir ve kimse kavgadan kaçtığını artık söyleyemez. 14 Nisan 1865’te Başkan Lincoln’un öldürülüşü onu sarsar. Kitabının en güzel şiirlerinden biridir Lincoln ağıtı. Yaşamının son yıllarında İçişleri Bakanlığı’nda işe başlayan Whitman hakkında şiirlerinde aktörel (etik) olmayan şeyler olduğu gerekçesiyle bakanın kendi (James Harlan) şairin masasının çekmecelerini karıştırıp ertesi günü işine son verir. Ama bir süre sonra yanlışlıktan dönülmüş, şaire bu kez savcılıkta bir iş verilmiştir. 1873’te gövdesine inme indi. İyileşti ama çalışamadı. New Jersey’e gitti ve son dokuz yılını orada geçirdi. Ancak 1884’te eline bir ev alacak para geçebildi, İngiltere’de kitabının satışı fena gitmiyordu. ’26 Mart 1892’de öldüğü zaman, yapıtını tamamlamış, son şarkılarını söylemiş mutlu bir insandı.’
Memet Fuat’a göre Whitman’ı birkaç şiiriyle tanıyabileceğini sananlar yanılırlar. Bireyci olduğu (individüalist), tek insanı her şeyin üstünde tuttuğunu söyleyenler de vardır toplumcu olduğunu ileri sürenler de. Kimine göre aşırı uluscu kimine göre ise insancıldır. Doğaüstücüdür ama birileri için de özdekçidir (maddeci, materyalist). İşin tuhafı şairin şiirlerinde tüm eleştiriler kendilerini doğrulayacak dizeler bulabilir. Oysa o her şeyden önce ulusuna hayrandı. Tüm soyların bireşimiydi Amerikalı. Dünyanın ilk, büyük demokrat devletini kuran bir ulusun çocuğu olmakla hep övündü. Onun insanlık sevgisi ulus sevgisinden ayrılmamalı belki de. Ulusuna yar olmayan insanlığa da yar olacak değildir. Amerika tüm dünyayı barışa taşıyacak bir öncüdür ona göre. Kendisinden söz ederken bile Amerikalıdan söz etmektedir. Ben derken Biz demektedir. “Tek insanın şarkısını söylüyorum, bir başına, herhangi bir insan,/ Gene de Demokratik sözcüğünü, Yığınlar sözcüğünü kullanıyorum.” Tek insanla toplum bağdaşıktır, aynı şeyin iki yüzüdür. Halkın çocuğu olmakla övünürdü. İngiltere’de toplumcu (sosyalist) William Morris’e karşı kendisinin devrimci değil evrimci olduğunu, sınıf gözüyle bakamayacağını söylemişti. Toplumcu değildi kuşkusuz. Evrimciydi ama devrimleri övmekten de geri durmazdı. ‘Whitman yeryüzünde akan bir damla kanın acısını duyan, bütün yüreklere dostluk tohumları ekmek isteyen bir insandı.’ Savaş, kanlı devrim şarkıları söylemesinin tek nedeni onların kaçınılmaz oluşlarıydı. Sevişmeyi, cinselliği apaçık, gizlisiz, sevinçle dile getirirdi. Gövdeyi savunuyordu. Dünya için yeni bir söylem, anlatımdı bu, yalnızca Amerika için değil. Eşcinselliği ise (Memet Fuat’a ve dayandığı kaynaklara) göre Calamus’un (1855) yanlış yorumlarından kaynaklanıyordu. Nasıl mı? Whitman arkadaş canlısıydı, insan gövdesine (beden) tutkundu çünkü. Ben gövdenin şairiyim dedikten hemen sonra ben tinin şairiyim demekten alıkoymazdı kendini. Bir tümcü, biroluşçu, Hegelyan tekçiydi. Şiirinin dili, biçimine gelince onu özgür yazmaya iteleyen şey yenilik düşkünlüğünün çok ötesindeydi. Belki eski şiir kurallarını yok saydı ama yeni kurallar, ölçütler uygulamaktan da çekinmedi. Ölçüyü, uyağı, vurguyu dışlamasına karşın yeni bir dize anlayışı, uyum duygusuyla yazıyordu. Düzyazı ile koşuk arasındaki engelleri yıktığını söylemiştir. ‘Çoğu zaman, söylediği şeylerin güzelliğiyle yetinip söyleyişin güzelliğine önem vermezdi.’ Halkın yalın dilini kullanmıştır, açıklayıcıdır, yüksek seslidir.
*
Cumhuriyet Kitap, 2 Haziran 1996 tarihli 532. sayısında Gaye Köseoğlu’nun derlediği bir Whitman yazısı yayımlandı. Orada Whitman’ın önceki şiir anlayışını yerle bir etmede bir öncü olduğunu, 20. yüzyılda yazılan şiirin yolunu onun açtığını okuyoruz. Binbir Gece Masalları ve Walter Scott’la büyülenen genç okurluğu okul dışından beslendi ve gençliği Manhattan-Brooklyn arası ekinsel (kültürel) yolculuklarla dolu. “İnsan, Broadway’de yürürken, uzun boylu, bol pantolonlu, kalın ensesi, kıllı göğsünü gösteren önü açık gömleği, hafif kırlaşmış sakalı, o kocaman gözleri ve kabadayı görünümüyle Whitman’ı yürürken görür gibi olur. Elleri fotoğraflarındaki gibi hep cebindedir.” 30 yaşlarında onu mutlu kılan ve esinleyen insanlar için şiir yazmaya başladı. İlk baskıda (1855) kendi fotoğrafını da koydu kitabına. Okur yanılmasın, bu Ben’dir şiirlerin yazarı... Ve sokaktaki insanı, nasılsalar öyle anlatan şiirlerdi. Ölçüye, uyağa sığmaz, doğal… İnsanın varlığı tansımanın kendi, eşsiz örneğiydi ve Whitman o insanın kim olursa olsun izini sürmekle ilgiliydi. Dedikleri başlangıçta pek anlaşılmadı bilindiği üzere. Nietzsche’nin, ‘kimse seni övmezse sen kendini öv,” sözünü doğrularcasına kendi kitabı hakkında yine kendi yazdı: “Nihayet Amerika ozanına kavuştu.” Ve Emerson’dan gelen beklenmedik mektup. Bugün ilk baskıdan (795 tane) elde yalnızca 150 tane var ve açık arttırmalarda 40-50 bin dolara alıcı buluyormuş. Joseph Brodsky (şair, 1987 Nobel Yazın Ödülü) söylemiş Whitman’ı anlamak için yüksek sesle okumak gerektiğini. Daha 50’li yaşlarında ağır sayrılıklar geçirir ve doğaya (çamur banyoları) sığınır. “Yıllar sonra kaleme alınan biyografilerinde de Walt Whitman’ın 1865’in fırtınalı bir gecesinde Washington D.C.’de, bir tramvayın içinde 18 yaşındaki kondüktör Peter Doyle’a âşık olduğu yazılacaktı.” Emily Dickinson bir mektubunda ‘şairi okumadığını ama ona ahlaksız biri olduğunu söylediklerini’ yazarken Robert Louis Stevenson, Whitman şiirlerinin dünyasını altüst ettiğini söylemiştir. İlginçtir tüm eşitlikçi düşüncelerine karşın, kölelikten bağışlananların eşit yurttaşlık haklarına tam kavuşmasına karşı çıkmıştır. Ona göre insanları yönlendiren asıl etken, ‘beyin yapıları’… Öldüğünde (1892) 72 yaşındaydı. Ölümünden sonra beyni incelenmiş, ortalamadan daha küçük olduğu görülmüştür. İşlem sırasında beyin bir asistanın elinden düşüp parçalanınca da çöpe atılıvermiş… Aradan bir yüzyıl geçtikten sonra Sorbon’lu bir profesör, Roger Asselinean, şöyle demiş hakkında: “Bugün öğrenciler Whitman’da eksikliğini duyduklarını okuyabilme metaforuna düşüyorlar. Kadın eşitliği. Seks özgürlüğü. İfade özgürlüğü.”
*
Fahri Öz de yine kaynaklardan topladığı benzer bilgileri, Sunuş’unda daha derli toplu biçimde aktarıyor. Bu arada Whitman’ın iki de roman yazdığını öğreniyoruz. Franklin Evans (1841) bir haftalık gazeteyle (New World) dağıtıldı. Öteki Life and Adventures of Jack Engle (1852-53) Sunday Dispatch dergisinin altı sayısında yayımlanmış, sonra yitip gitmiş... Yıllar sonra bulunup basılan roman Türkçeye de çevrildi (Ben, Jack Egle, 2017, Çev. Aytek Sever).
İç Savaş sonrasında düzyazıya ağırlık veren Democracy, Personalism başlıklı yazılar yazan Whitman düzyazılarını Democratic Vistas adlı kitabında topladı (1870).
Anne soyundan Quaker inançlarıyla beslenen şair, Ralph Waldo Emerson’un yanı sıra David Thoreau, Margaret Fuller, Orestes Brownson, Elizabeth Palmer Peabody, James Freeman Clarke gibi aşkıncılardan etkilendi. “Aşkıncılık, kilise cemaatlerinin atomize olmaya başladığı 19. yüzyılın ilk yarısında Amerikan ünitaryanizmine karşı köklü bir reform hareketi olarak New England’da ortaya çıkmıştır. Ünitaryenler Lock’u takip ederek Tanrı’nın ve yasalarının sezgi yerine ussal düşünmeyle anlaşılabileceğini iddia ediyorlardı. Tam bir manifestosu olmayan aşkıncılık ise Lock’un duyulara dayalı görgül felsefesi yerine sezgilere bel bağlıyordu.” Anlaşılan 1820’lerden sonra bir orta yol arayışına girildi. Kant ve Coleridge’den esinlenen gençler, “insanın ‘anlama’nın yanı sıra daha yüksek bir yeti olan ve tinsel gerçeği duyuların ötesinde algılamaya yarayan sezgisel ‘Akıl’a sahip olduğunu ileri sürdüler. Akıl aşkıncıların yer yer ‘Ruh’, ‘Us’ ya da ‘Tin’ adını verdikleri içsel bir ışık ya da vicdan, Tanrı’nın sesi ya da bizzat insana içkin olan Tanrı’nın kendisi ile eş anlamlıydı.” ‘Biçimci Hristiyanlığın dogmatik teolojisine’ dönük eleştirisiyle Emerson, ‘Benim işim yaşayanlarla’, deyip vaizlikten ayrılmıştır. Whitman’ın en çok etkilendiği kişilerden biridir. Emerson’a göre artık Amerikalılaşmanın zamanıdır. “Avrupa geleneğine, geçmişe kölece bağlı kalmayı yadsıyarak Amerikan kimliğinin, sanatının, biliminin ve düşüncesinin kendi değerlerine yaslanarak oluşabileceğini” ileri sürer. Yavaş yavaş ısınan Whitman, Emerson’un bu düşünceleriyle ‘kaynamaya başladığını’ yazar bir mektubunda. Amerikan demokrasisinin gelecek çevreninde (ufuk) görev budur, yeni sanat biçimleri, yeni ülkeyi yaratmak: yeni bir yazın (edebiyat), yeni bir metafizik, yeni bir şiir. Şöyle yazar: “Kastettiğim şey İngiliz şairlerin düzgün yürüyüş yolları, özenle traşlanmış çalı çitleri, çiçek demetleri ya da bülbülleri değil, jeolojik tarihiyle ateş ve karla dolu, hudutsuzca yuvarlanan, milyarlarca ton ağırlığında da olsa tüy kadar hafif, bütün yeryüzü, bütün kozmos.” Şiiri, düşüncelerinin dışavurumudur gerçekte.
Helen Vendler, Whitman’ı da değerlendirdiği yakın tarihli bir kitabında5 şöyle yazmış: “O ulusalcılık, demokrasi, beden, toplumsal cinsiyet gibi kapsamlı ve başat kavramlarla anlaşılamayacak denli zordur. O yalnızca Amerikan toplumunun sosyolojik bir kaydını yapan bir şair sayılamayacak denli entelektüel, on dokuzuncu yüzyılda kaydedilen ilerlemeyi coşkuyla kutlayan biri olarak özetlenemeyecek denli hüzünlü, Amerikan hitabet tarihine dahil edilemeyecek denli kendine özgüdür.” C. Andrew Higgins’e göre6, Çimen Yaprakları Amerika’da yazılan şiiri dört açıdan değiştirdi: 1) Ölçüye dayanmayan şiir (özgür koşuk), 2) Tüm coşumcu yanına karşın gündelik imgelere dayalı gerçekçi poetika, 3) Şiirin konuları arasına cinsellik ve gövdenin katılması, 4) Ekinin (kültür) hem odağı hem kenarında yer alan yalvaçsı (peygamber) Amerikan şair örneğini oluşturması.
Şiirinin öznesi daha çok bir ‘gazeteci’ gibidir. Gözlemler, izler, saptar (kaydetmek), aktarır. Yaşamı tüm yönleriyle kucaklar. ABD savsözü (slogan) E Pluribus Unum (Çokluktan doğan teklik: Birçok Eyaletten Doğan Ulus) ilkesinin şiirsel karşılığıdır. Bir yandan ‘evrensel söylen’ (kozmolojik-epik) yaratılır, öte yandan çokluk denizi içinde eşitlik düşü (ideal) vurgulanır. Sınıflandırılması güçtür şiirinin. Çünkü şiiri lirikle epik harmanıdır. Lirizm şiirinin öznesine, epik ise topluma ve ortak bilince dayanır. Ama Whitman epiği demokratik, dünyasal, dindışı (seküler) bir epiktir. “Lirik özne bir Amerikan Everyman’idir”, tekbenci ya da bireyci değil demokratik bir özne. Ben’i kozmik bir Ben’dir. Ama doğaüstü içermez, herkesten biridir şair. Kentli bir şairdir. 20. yüzyıl şiirine etkisi ise arkasından gelen şu adlar dizisinden anlaşılabilir: Carl Sandburg, Ezra Pound, William Carlos Williams, Lawrence Ferlinghetti, Allen Ginsberg, Langston Hughes, Jean Toomer, June Jordan, Michael Harper, Meridel LeSueur, Muriel Rekeyser, Patricia Hample, Sharon Olds, D. H. Lawrence, Virginia Woolf, Charles Tomlinson, Anthony Burgess, Jose Marti, Pablo Neruda, Jorge Luis Borges, Ruben Dario, Fernando pessoa, Federico Garcia Lorca, Rudolfo Anaya, Garrett Hongo, Maxine Hong Kingston, Yusef Kamunyakaa, vb.
F. O. Matthiessen’e göre>7, “Amerikan kanonu 1800 ve 1850 yılları arasında Emerson, Thoreau, Hawthorne, Melville ve Whitman tarafından” oluşturuldu ve Whitman’ın özgün katkısı ‘dilin yaşayan biçimlerini kullanması’ydı.
1950’lerde Amerika’da öne çıkan Yeni Eleştiri’nin Whitman’a sıcak bakmadığını da ekleyelim yine Fahri Öz’den aktararak. 1970’lerden sonra ise tinçözüm (psikanaliz) ve gay/queer kuramı açısından şairin şiiri odağa alınmıştır.
II
Yukarıda özetlenmiş geniş çerçeveden sonra benim Whitman’la ilgimi ve sorgumu kısaca belirtmekle yetineceğim. Amerikan yazını ve Bağımsızlık’tan (1775-1783) İç Savaş’a (1861-1865), oradan içe kapanma-küresel açılım döngüsünde güçlü dünya sömürgeni (emperyal) olmaya, Amerikan yazınında derince yankılanan ırkçılık sorunundan Vietnam kırılımına vb., bizim gibi dünya taşrasının kafası öyle yıkanıp çalkalandı ki nedense ABD her tartışmamızın öncülü oldu. Bir ölçüt işlevi gördü. Oysa Whitman’ın şiiri ABD’nin yetkinliği ve yetersizliğinin somut imgesi bana kalırsa.
Bu şiirin kaynağı ve sonuçları açısından birkaç soru sorulabilir. Sınırsız, el değmemiş (üretilmemiş, meta döngüsüne tümüyle katışmamış anlamında) bir coğrafyanın yoğun (kompakt) ekinsel odağı olan kuzey batısında (New England) kendini bu büyük, iştah açıcı kaynakla ama Avrupalı birikimle de karşı karşıya bulan 19. yüzyıl başı yazar çizer takımı yolunu çizme, belirleme konusunda Avrupalı çağdaşlarından daha iyi konumdaydı denebilir. Avrupa’nın ekinsel gelenekleri burada birer güçlü yaptırım olma yeteneklerini hele Bağımsızlık’tan sonra önemli ölçüde yitirdi. Tüm sanatların, başta şiirin dili yeniden yaratılabilir, geleneksel bukağılar kaldırılıp atılabilir, şahlanış boyun eğmeyen bir duruşa (tavır) dönüştürülebilir, dilin yeni dünyayı dökümleme (envanter) işine sıfırdan başlanabilirdi. Gerçi önlerinde açılan bu büyük coğrafyanın yerleşik küçük toplumları, yaşama biçimleri, gelenekleri vardı ama Avrupa kökenli Amerikalı öncü, geri dönüşsüzlük duygusu ve ele geçirme (fetih) tutkusu nedeniyle, bakışının çevreni (ufuk) içinde herhangi bir ikinci seçeneği göremeyecek denli kördü aslında. Görmek, kendisinin saltık (mutlak) ve sahte özgürlük inancının önünde bir engele dönüşemezdi, öyleyse görmeyecek, ille de gözüne giren ya da sokulan çapağı çıkarıp atacak, görünmez kılacaktı. Yani demek istediğim o büyük şarkının, ‘Ben Kendim’in saltık varoluşu, benim dışımdakinin saltık yok oluşuyla doğrulanmak, dolayısıyla ilk yalan söylenmek zorundaydı. Sözün özü: saltık yalan (kötülük) saltık doğruyla (iyilik) olasıydı. Whitman şiiri gibi. Enginde uçan kartalın görüş açısı ve kapsama alanı geniştir, içine vadiler, ırmaklar, sıradağlar sığar. Ama kartal bakışı tarla faresini, yaban kedisini de kaçırmaz ve bir anda dünya yalnızca odaklandığı avından ibarettir. Somut, odaktaki imge dünyadır. Eğer insan bir kartalsa; özgürlüğü, sevme gücünü, kardeşliği, yaratma ve yok etme gücünü ötekine kaptırmaz. Kim bu öteki? Amerika’nın kucağına doğmamış ya da yanlışlıkla doğmuş olanlar, özgürlük önündeki pürüzler çapaklar…
Whitman’ın sevgisi, kucaklaması, henüz çelişkilerini koca midesinde sindirecek kerte büyük Amerika’nın siyasetsiz kılınmış sevgisidir ve tüm siyasetsiz sevgiler gibi şişik, kof, obezdir. Amerika öyle büyük bir evrendir ki yutulabilecek şeylerin sınırı yoktur, dolayısıyla yaşam ve sanatlar için eğilip bükülmeye, herhangi bir ölçüte de gerek yoktur. Yasa gibi dil de sıfırdan başlayabilir, başlamalı da. Öncü, tutunma savaşında pişecek, düşünce ve duygusunu silaha dönüştürecek, dil arkasından yedecektir yiğit (kahraman) bireyin savaşını. Dolayısıyla ekim alanları için yeni toprak açar, sürer gibi yeni dünya İngilizcesi de dokunulmamış (!) Amerika’nın betiminden, dökümünden ve öncülerarası omuz omuza kardeşlik şarkılarından yola koyulacaktır. İç savaş ilk düş kırıklığıdır ama bakalım ilk mi? Çünkü her öncünün yolu bir başkasınca gittikçe daha sık kesi(ş/l)ir. Her öncü ötekinin engelidir de. Ama uzlaşma da tam burada, yani yarışmada (rekabet) ötekini yok etme konusundadır ve o gün bugün yeni dünya demokrasisinin, ayrımsız kardeşliğin (Amerikalılığın) ikiyüzlü bireşimini olanaklı kılan kaynakların bitirilememiş oluşundadır (ki bu başka ve üzerinde çok çalışılmış bir konudur).
Aslında sözü uzatıyorum. Genç ülkenin (gerçekte siyasal tasarı) kendisine ilişkin özgün bir sese gereksinimi olduğu için Whitman’ın da içinde olduğu silsile (kanon) ortaya çıktı. Ama bu siyasetle ilişkili ve siyaseti üstlenen öteki Amerikalıyı bize unutturmamalı. Thomas Paine geliyor usuma, öteki eşitlikçi siyasal özneler…
Sonuçta tarihin belli ve özel bir coğrafyada somutlaşmasının dili kaçınılmazca (neredeyse) Whitman’gillerin diliydi. Çelişki taşımaktan korkmayan, yaşamın açık gizli tüm verimlerini tatmaya hevesli ve teşne, dili taşırmanın atı köpürtmeyle aynı yerden hizalandığı bu dil, önünde açılan cennetin hakkını iki anlamda da verdi. Kaçınılmazca sonsuz iyi düş kötü düşe evrildi. Kovulmuşlar, suçlarını arkada bırakıp arınmış yunmuş olarak buranın kurucularıydı, görevliydiler (misyon), o eski dünyaya göstereceklerdi ne olduklarını ve de ne olmadıklarını... Elbette Whitman kişisel yaşamında herkes gibi sorunlarla boğuştu ama şiirini hep boyunun üstünde tutmayı ve bunun ne anlama geldiğini bildi. Gerçekten de Amerika’nın kendi kuşağı bilicilerinden (kâhin) yalnızca biriydi. İşin tuhafı Amerika ve Amerikalılık konusunda öngörüleri gerçekleşti o kuşağın. Üstüne üstlük geleceğin ortalama tüm Amerikalılarına da sonsuz, bön, budala bir özgüven ve söylen (mit) sağlamış oldular. Çoğunluk Amerikalı, içinde büyüttüğü eleştirel siyasetleri de aşağı yukarı kapsayıp içselleştirecek biçimde bugün de aynı ebleh tine (düşüngü, ideoloji) sığınabiliyor, bir ideali yaşattığına inanabiliyor.
*
Whitman şiirindeki dilsel atağı, özgürleşmiş sözü başka ekin ve şiirlerindeki benzeri kopuşlarla karşılaştırmak, gerekçelerindeki ayrımı imlemek iyi olurdu. Örneğin bizde özgür koşuk (Nazım Hikmet) bambaşka tarihsel gerekçelere dayalı olarak belirdi. Siyasal görevle (misyon) koşutluydu, tersine. Fransa’da, diğer ülkelerde çağcıl dünyanın dille karşılanmasındaki dönüşüm başlı başına büyük bir konu. Ama Whitman’ın seçiminde, tanıklık edilen doğanın enginliğinin dilde karşılanma kaygısının önemli ve belirleyici olduğunu düşünüyorum. New Orleans yolculuğundan sonra bu şiir dilini oturttu bence. Tanıklık ettiği şey hiçbir ölçüye gelecek gibi değildi. Şöyle düşündü. Sınırsız bir dünyayı da (örneğin Missisipi’yi, Apalaşları, vb.) içine alacak bir şiir kümesi olasıydı demek. Bu dünya çelişkisiz, sorunsuz, yalnızca mutlu değildi belki. Ama karayı akıyla bir arada taşıyabiliyordu. Suçu suçsuzlukla, öldüreni öldürülenle, yasayı yasasızlıkla... Öyle bir kapsar dil bulmalıydı ki içinde dünyada olan her şey yankılansın, bir arada olabilsin ve geriye kalan ne ve nasıl olursa olsun, böyle olan en başından bağışlanmış olsun. Herkes ve her şey iyi ve kötü. Ve iyi de kötü de aynı gövdenin, aynı düşüncenin, düşün, umudun iyisi ve kötüsüdür. Şiir tümünü kucaklamazsa şiir olmaz.
O zaman?
*
Belki diğer ciltlerden sonra Whitman’a döner, yakından dokunur, yanlışımı varsa görme fırsatım olur. Şimdilik burada keseceğim.
III
Fahri Öz çevirisi ve Türkiye İş Bankası yayınlarıyla Çimen Yaprakları’nın beklenen üçüncü cildi sonunda gelince (Eylül 2023)8 Whitman yazıma, zaten ilk yazının (2021) başında söylediğim gibi kısa bir ek yapma zorunluluğu kaçınılmaz oldu 2 yıl aradan sonra. Bu ciltte de Walt Whitman’ın önceki şiir anlayışı ya da şiirsel devrimi aynı yazınsal siyaset içinde sürmüştür, aynı şiir yazılmış, aynı izlekler benzer duygu ve davranılar, biçimlendirmeler ile yinelenmiştir, kuşkusuz yarı epik bağlamlar, olaylar ve kişilerle. Şiirin öznesi ve sesi değişmemiştir. Öznenin tutkusu, dünyayı ve ilişkileri kavrama biçimi ve şiirsel görevi de (misyon)… Daha çok bağımsızlık ve kuruluşu kaynak alan ama bunu iç savaşla biraz bulanık ve yüzeysel bir özgürlük anlayışına ulayan Whitman kuşkusuz tanıklığını yaptığı İç Savaş’ın (1861-1865) söylenini (epope, mit) şiirleştirmeyi üstlenmiştir. Bir eşitler ve beyazlar savaşıdır iç savaş ona göre ve cesur, mert insanlar arasında geçer. Ama özgürlüğün, bağımsızlığın bayrağı Kuzey’de dalgalandığı için Whitman Kuzeylidir. Savaşın düşüngüsel (ideolojik), söylemsel kipi içinde öyledir ama savaşan Amerikalı genç erkekler açısından bakıldığında tümünü kutsamaya yatkındır şair, konumlanışı böyle sezgilenir okurca. Ama sıcak savaşın ortasında bildirisi yanlış anlaşılmayacak ölçüde Kuzeylidir, kesindir.
Birkaç gözlemime yoğunlaşmadan önce Fahri Öz’ün üçüncü cildin dört ana bölümüyle ilgili açıklamalarına göz atalım.
İlk bölümün genel adı Yol Kenarında. Bu bölümde yer alan uzunlu kısalı şiirler ‘güncel politik gelişmeleri’ konu alıyor. Örneğin Kaçak Köle Yasası (1850) ve kaçak köle anlatıları (Bir Boston Baladı) işlenen konulardan. Avrupa, 1848-9’larda Avrupa’daki devrimci dalgaya odaklı. Eyaletler’e şiiri de güncel siyasete dönük eleştirileri içeriyor.
Davul Sesleri adlı ikinci bölüm Whitman’ı, iç savaşı konu alan yazarlardan başka kılan, ‘İç savaşı ya da sonuçlarını doğrudan gözlemleyen tarafsız bir muhabirle bir şairin lirik bakış açısını harmanlayan’ uzun bir şiir. Bölümde başka şiirler de yer alıyor. Örneğin, Goethe’nin ‘Erlkönig’ şiirini andıran Şafakta Sancağın Şarkısı, yaşamında şiir derlemelerine girmiş Tarladan Gel Baba, az görülür çatışkılı (dramatik) şiirlerinden Pansumancı, kent yaşamına övgü dolu Bana Muhteşem Sessiz Güneşi Ver, Çimen Yaprakları’ndaki tek iambic biçimde (13-14 hecelik dizelerle yazılmış) uyaklı Etiyopyalı Bayrağı Selamlıyor, gibi.
Başkan Lincoln’un Anıları bölümünde Abraham Lincoln’u anlatan şiirler yanı sıra, Whitman’ın en uzun şiirlerinden biri, Mavi Ontario’nun Kıyısında da yer alıyor.
Son bölüm Güz Derecikleri bir düş görüsü (dream vision) olan Fırtınanın Mağrur Müziği; üç olaydan esinli (Süveyş Kanalı’nın bitirilmesi, ABD’nin doğusunu batısına bağlayan üç bin km. demiryolunun açılması, Atlantik Okyanusu’nda telgraf kablosunun döşenmesi) Hindistan’a Yolculuk; kendi Ben’i yerine Kristof Kolomb’u konuşturduğu Kolomb’un Duası gibi şiirleri içeriyor.
*
Whitman şiirlerinin Ben’i (öznesi) gerçekten Ben’dir, yazarını taşıması konusunda tutarlı, gediksiz, doğrudandır. “Soru, Ey Ben! Tekrarlanan, pek üzücü soru -Bunların arasında ne faydası var Ey Benim, Ey hayatımın?/ Yanıt/ Buradasın -hayat var ve kimlik de,/ Muhteşem oyun devam ediyor, katkıda bulunabilirsin sen de bir dizeyle.” (Ey Ben! Ey Hayat!: Yol Kenarında, 13) Bu ben kendisinden hiç kuşku duymadan gururla kendini, arkasındaki yazarı hem de şiiri taşır. Bundan çıkan sonuç Whitman şiirlerinin kendileriyle doymuş, eşözlü (homojen) şiirler olduğu... Kendi içlerinde çatışmaları (anksiyete), bölünmeleri (psikoz) yoktur. Şiirlerin bağdaşık enginliği, genişaçılı kapsayıcılıkları imgeyi yayarak sonuçta bir Ben epiği yaratıyor. Burada epiği olanaklı kılan Ben’in Odysseusca sürekliliği, değişmezliği, odakcıllığı. Walt Whitman kendi duruşundan, yerinden yayın yapmıştır hep, hem de oldukça doğal bir biçimde. Ana girdi, tek asal veri kendisi, özdeğidir (madde). Bir bakıma kendini ilk nedene bağlamış, yaratılışı kendinden ötelemiştir. Yaratmamış ama varlığa saygısını kutsamıştır, bir tür tanrısız tanrı gibi. “Her şeyin altında, bireyler,/ Yemin ederim doğru gelmiyor bana bireyleri görmezden gelen hiçbir şey,/ Amerikan sözleşmesi tümüyle bireylerledir,/ Bireyleri önemsiz gösteren şey sadece hükümettir,/ Evrenin bütün kuramı hataya mahal vermeksizin bir tek bireye ylöneliktir-yani Sana.” (Mavi Ontario’nun Kıyısında 15: Başkan Lincoln’un Anıları, 104)
Onun doğalcılığı aslında bir seçim ve bilinçli bir tutumu imliyor. İç savaştan önce (Avrupalı) göçmenin Kuzeyde ve Güneyde davranışı sanırım yaşamın ekonomik çevrimine ve doğa koşullarına bağlı olarak da ayrışmıştı. Kuzey, özellikle Kuzeydoğu siyasal açıklamayı öne çıkaran bir toplum oldu, Avrupa’yla bağlantının özel koşulları bölgede aydını (entelektüel) biçimledi ve bu biçimlenmede düşünsel örgeler (motif) belirleyici oldu. Kuzey Amerika kıtasının gerçek (düşünsel) öznesi Kuzeydoğu olduğu için tüm kıtayı zorunluluklar alanının dışında insanbilimsel (antropolojik) çerçeveler içinde algıladı, yorumladı ve düzenlemeye kalktı. Öncelikli konu ‘özgürlük’ kavramıydı. Coğrafyanın sınırsız olanakları özgürlük kavramının zemini ve içeriğini Avrupa’ya göre önemli ölçüde kaydırdı, dönüştürdü. Burada özgürlük, köklü ve güçlü bir kurumsal yaptırımın dışında kalan, yetki ve gücünü kullanma hakkını kendinde bulan bir bireyciliği coğrafyanın (kaynakların) üzerine saldı. Bir bakıma yaşanan şey, daha düne değin Avrupa’nın yerleşik, kurumsal ve sayısız yaptırımlara bağlanmış anlatım biçim ve düzenlerinin de yeni coğrafyada yırtılması, aşılması ve özgür koşukla soluklanma anlamına geliyordu ki bu ciğerlere çılgınca çekilen özgürlük havası kısa sürede yerini Stevens’ların, Pound’ların, Elliot’ların çağcıl, yeni içsel sıkıdüzenlerine (disiplin), yine özgür koşukla yazılsa da geleneksel anlatı birikimlerinin yeniden gözden geçirilmesi ve değerlendirilmesine bıraktı. Bir bakıma önceki kuşağın özgürlük taşkınlığına çeki düzen verme kaçınılmaz oldu ya, beri yandan o bakış açısı, aşkıncı, özgürlükçü anlatım biçimi öncüydü, olmasaydı arkadan gelen gerçekleşmezdi. Whitman Avrupa deyi bukağılarıyla yüzleşti, yeni dünyaya, onun henüz biçimsel denetime uğramamış engin doğasına en uygun dilin saltıklaşma yolunda genleşen Ben’in sınırlarını silen, sınırsız doğaya yansıtan özgür koşuğa yönelik dışavurum biçimi olarak seçti. Yeni kıta geleneksel şiir ölçü ve uyaklama düzeniyle ‘zaptürapt’ altına alınamazdı, ayrıca alınmamalıydı. Avrupa’nın seçkinci, inceltilmiş, altında insanlık suçlarını da barındıran ayrımcı dili aynı zamanda bir ayrıcalıklı sınıf diliydi. Oysa yeni dünyada sayısız Ben denli özgürlük söz konusuydu ve ona gem vurmak olanaksız olduğunca haksızlık olurdu. Kıtanın güneyindeki göçmenler ve onların toplumları için süreç başka türlü işledi kuşkusuz. Orada Avrupa tini köleci üretim düzeniyle de bağdaştırılarak ayrıcalıkları daha da güçlendirip doğallaştıracak bir dinsellikle (teoloji) at başı sürdü ve Avrupa geleneklerinin bağlı kalınarak izlenmesi, yinelenmesi (taklit) başattı. Tabii bu kaba örnekleme (modelleme) aslında geçiş biçimleri, tipleri üzerinden çalıştı tarihte ama öne çıkan örnekler uç örneklerdi ve tanımlamalar bu örnekler üzerinden yapıldı. Whitman bu örneklerin en önemlilerinden biriydi ve gerçekte en yanıltıcılarından da biri.
Özgürlük kavramını kavrayışı çağdaş benzerlerinde olduğu gibi sığdı, bir yanılsamaya dayanıyordu ve ‘doğa, doğallık’ yapay bağlamı içinde ele alınıyordu. “Görüyorum kibirli kişilerin küçümseyişini, aşağılayışını işçileri, yoksulları, zencileri ve benzerlerini;/ Bütün bunları -bitmek bilmeyen bütün bu alçaklığı ve acıyı oturup seyrediyorum,/ Görüyorum, işitiyorum ve susuyorum.” (Oturup Seyrediyorum: Yol Kenarında, 14); “Alışıldık bir şey olacak evlerde ve sokaklarda erkeksi sevgiyi görmek,/ En gözü pekler, en kaba saba olanlar yüzlerini değdirecek birbirine hafifçe,/ Özgürlük’e bağlı olanlar sevgili olacak,/ Yoldaş olacak Eşitlik’in sürekliliğine inananlar.” (Katliamın Üzerinde Yalvaçça Bir Ses Yükseldi: Davul Sesleri, 63) Sıkı bir irdeleme engin doğa karşısındaki bu yeni insanın ne denli doğal olduğu, doğayla uyumlu olduğunu açığa çıkaracaktır. Elinde tüfeği, arkasında ‘evrensel insan (birey) hakkıyla’ onun özgürlüğünün de başka özgürlüklere mal olduğunu anlamak için çok çaba harcamak gerekmez. O zaman bu şakımadaki heybet, coşku ya da görkemde, haklılığına yüzde yüz iman etmiş sevinç dağıtıcısı işlevinde birçok okuru kaygılandıracak görünmez gölgelerin ağırlığı duyumsanacaktır. Bu ‘aptal’ denebilecek özgürlüğün bedelini bir yerlerde birileri ‘kahraman, kutlu, özverili, yiğit, kurban, vb.’ olarak, üstelik hiç de kendi sıradan gerçeklikleri içerisinde bilinmeden ödediler ve ödemeyi de sürdürüyorlar. “Savaş için yola çıkan kalabalık birlik, ardındaki tepeleme askerî malzemeyle dolu vagonlarla;/ İnsanlar, bitmez tükenmez, akan, güçlü sesleri, tutkuları, gösteri alaylarıyla,/ Kuvvetli nabzıyla Manhattan sokakları, şimdiki gibi çalan davullarla,/ Sonsuz ve gürültülü koro, tüfeklerin çatırtısı ve şakırtısı, (hatta yaralıların görüntüsü,)/ Manhattan kalabalıkları, şamatalı müzikal korosuyla!/ Manhattan yüzleri ve gözleri her zaman gerek bana.” (Bana Muhteşem Sessiz Güneşi Ver 2: Davul Sesleri, 60-1); “Savaş cesetlerini gördüm, on binlercesini,/ Genç adamların ağarmış iskeletlerini, gördüm onları,/ Savaşta katledilmiş askerlerin kalıntılarından sayısız yığını,/ Ama sanıldığı gibi değillerdi,/ Tamamen huzur içindeydiler, acı çekmiyorlardı,/ Yaşayanlar kaldı geride ve acı çektiler, ana acı çekti,/ Karısı, çocuğu ve düşüncelere dalmış yoldaşı acı çekti,/ Ve geriye kalan ordular acı çekti.” (Leylaklar Avluda En Son Çiçek Açtığında 15: Başkan Lincoln’un Anıları, 85) Ama Whitman için yüce ülkü (idea) en acı gerçekliği yatıştırır, bağışlatır, dahası olayı genel açıklamalara dayalı yollardan güzelleştirir, tıpkı dinsel ‘teselli’, ‘kurban’, ‘şehitlik’ törenlerinde (ritüel) olduğu gibi. Yani ABD siyasal tarihi Whitman’ı, onun belki de hiç istemeyeceği biçimde açtığı yoldan ‘özgürlük tapıncağı’ yanılsamasına taşıdı. Ne de olsa Whitman seküler bir sözcüydü, dinseli yalnızca biçimsel olarak üstlenen… Rejim töreni işte bu söylemsel (retorik) kaynaklardan alıp içini boşaltarak günümüze taşıdı. (İkiyüzlülükten söz etmeye hiç gerek yok.) Benim kızdığım yine de öngörüsüzlüktü, yani koşullarını aşamayan öngörüsüzlük… Çünkü etkileri, serpintileri sıradan, saf insanları biçimlendirebiliyor.
Walt Whitman’ın doğaya dönük duruşu bir kent karşıtlığı gibi algılanabilir. Döneminde etkili bir akımdı bu (Thoreau, vb.). Ama kent insanıdır, kentlidir, biliyoruz. Belki kent uyumsuzu denebilir çünkü kişisel, cinsel yeğlemeleri ortalamadan sapıyordu ve bu yüzden yaşadığı ile gösterdiği arasında açılanma dikkati çeker, ama önemsizdir yazın açısından bu durum. Yine de yapıtında kentli toplum ve seçkinlerine dönük eleştirileri, kendi özgürlük savaşçısı kimliğiyle çeliştiğinden eleştirisini esirgemez. Örneğin, Davul Sesleri: Bana Göre Değil Gençlik’te (66); kibarlık, çene çalarak zaman öldürmek, dans etmek, zariflik gibi şeylerin ona göre olmadığını, okumuşlar arasında rahat edemediğini, bilime, güzelliğe, bilgiye alışık olmadığını ama yaşamında önemli üç şeyi değerli bulduğunu yazar: yaralılara baktı, teselli etti ölmekte olan nice askeri ve ‘bu şarkıları yazdı’. Yine aynı şiirin Bir Sivile adlı bölümünde kentli sivillere kızar. Gidin piyanonuzu tıngırdatın, benden hoşunuza gidecek şiirler beklemeyin, der. (71)
Walt Whitman kendini içinde bulduğu dünyayı, durumu ve çevreyi ululadı, kutsadı ve yarattığı şiirsel gerçeklik yaşanan her şeyi ne yazık ki ‘güzel’ kıldı. “Çünkü dünyadaki her gözü pek isyancının yeminli şairiyim ben,/ V benimle gelen geride bırakır huzuru ve alışılmış şeyleri,/ Ve ortaya koyar her an kaybedebileceği hayatını (…) Zaferin mühim oluğunu mu düşündük?/ Evet öyle -ama şimdi bana öyle geliyor ki çaresi yokken yenilgi de mühim,/ Bu ölüm ve keder de mühim.” (Başarısızlığa Uğramış Avrupalı Bir Devrimciye: Güz Derecikleri, 125-6) Ölüm de yoksulluk da acı da bu sınırsız olanaklar (fırsat) evreninde güzeldi (!). “Yürüyorum güle oynaya ve en güzel giysilerimle,/ Anlatamam nereye gittiğimi, ama iy olduğunu biliyorum,/ Bütün evren iyi olduğunu gösteriyor,/ Geçmiş ve gelecek iyi olduğunu gösteriyor.// Hayvanlar ne kadar güzel, ne kadar mükemmel!/ Yeryüzü ve üstündeki en ufacık şey ne kadar mükemmel!/ İyi denen şey ne kadar mükemmel, kötü denen de bir o kadar mükemmel,/ Bitkiler ve madenlerin hepsi mükemmel, ölçülemeyen sıvılar da mükemmel,/ Yavaşça ve kesinlikle bunun üzerinden geçtiler, yavaşça ve kesinlikle geçiyorlar hâlâ.” (Zamanı Düşünmek: Güz Derecikleri, 203)
Sorun olsa olsa Ben’in sınırsız olanaklar cennetinden pay kapma konusunda yetersizliği, yeterince Ben olamayışıydı. Kuşkumuz olmasın, Ayn Rand çok uzakta değildir. Yirminci yüzyılın büyük ABD’li yazar ve şairlerinin kişisel öykülerini izlemek bu konuda çok şeyi açıklar. Çünkü çıkış noktası çok etkili ve bir o denli yanlış bu yanılsamayla ilgili. Ona göre gerçek Amerikalı, Amerika’nın iyi ve kötü hiçbir parçasını göz ardı etmeyecektir (Mavi Ontario’nun Kıyısında 17: Başkan Lincoln’un Anıları, 105) Devrimci özne, istem (irade) 19. yüzyılın ikinci yarısı boyunca keşfedilmesi gereken Yeni Dünya’nın fatihi gibi gördü kendini: “Her çağda bir ulus önderlik etmeli,/ Bir ülke vaadi ve güvencesi olmalı geleceğin.” (Mavi Ontario’nun Kıyısında 5: Başkan Lincoln’un Anıları, 92); “Düşün ardıma Eyaletler!/ Her şeyin önünde bir insan -kendim, özgün, her şeyin önünde.” (Mavi Ontario’nun Kıyısında 5: Başkan Lincoln’un Anıları, 103); “Bereketli Amerika-bugün,/ Her tarafta doğumlar ve sevinçlerle dolusun!/ İnliyorsun servetle, zenginliğin sarmalıyor seni bir kundak gibi,/Kahkaha patlatıyorsun sancısıyla devasa mülklerinin.” (Kahramanların Dönüşü 3: Güz derecikleri, 112) Oysa devrimci özne Avrupa’da yenilmiş, teslim olmuştu bile tam o sıralarda. Burada ise toprak, kaynaklar sınırsızdı. Yerliler mi? Özgür, girişimci tinin (Ben) olsa olsa insan ulamının (kategori) dışında engelleriydiler. Özgürlük kıskançlıkla, Ben’i, bencilliğiyle tepeledi, öyle inanmıştı kendi güzelliğine, yaratıcı gücüne.
Özel tarihsel koşulların Walt Whitman özgür koşuğunu yaratması, dilin engellerini yıkarak bir özneyi dalga dalga aç(ınla)ması bir dilsel, şiirsel devrim sayılabilirdi ve sayılmalı. Ama şiirde bu devrimin ancak tüm dünya şiir geleneği içindeki yeriyle bir anlamı olabilirdi. Zaten bu yerel şiir atılımı evrensele, çağcıl şiire giden yolun kapısını da araladı. Uzun süre (19. yüzyıl ortalarından ilk büyük savaşa değin) dünya şiiri geleneksel biçimlerle yeni koşuklama, özgür anlatım biçimleri arasında sayısız geçiş biçim ve deneyimleri yaşadı ama artık Whitman’ın çözümü günümüzde genelgeçer bir çözüm olarak yaygınlaşıyor. Dolayısıyla dünya şiirinin ona borcu da çoktur. (Türk şiiri bu evrimi gecikmiş olarak yineledi, geçerken belirtelim.)
Whitman’ın ABD çağdaş tarihinde özgün, coşkulu, etkili ve belki bir o denli kof şiiriyle düşüngüsel (ideolojik) açıdan ne denli belirleyici olduğunu imlerken kadın hakkında düşüncesini de bir alıntıyla vermeden geçmeyelim: “Ancak kadınların eşsiz şiirlerinden ortaya çıkabilir erkeklerin şiirleri, (benim şiirlerim oradan gelmedir;) (…) Erkek ilkin kadına biçimlenir, sonra biçimlenebilir kendi içinde.” (Kıvrımlardan Ortaya Çıkan: Güz Derecikleri, 148) Burada kadınla doğanın eş ya da özdeş tutulduğunu sezinlememek olanaksız. Kadın yaratıcıyı da yaratan doğa. Yine dinbilimi (teoloji) ama dindışı (seküler) bir dinbilimi. Ne anlama geliyorsa? ABD mitini biraz da bu açıdan anlamaya çalışmak iyi olur bana kalırsa.
IV
Dördüncü ciltle9 birlikte Whitman şiirleri Türkçede ilk kez tümüyle yer aldı ve bu bir yayıncılık tasarı olarak değerlendirilmeli. Yayıncı Türkiye İş Bankası ve çevirmen Fahri Öz kutlanmalı bir kez daha. Kısa sunuşunda Fahri Öz’ün belirttiği üzere, bu son ciltte bir araya gelen şiirler, 1865’ten sonra Whitman’ın ölümüne değin yazdıkları… Önceki dönemleri de şöyle tanımlıyor: 1855-1859 dönemi, ‘Kendimin Şarkısı’nın simgelediği ve Whitman’ın ‘barbarca çığlığını’ yansıtan dönem; 1859-1865 dönemi, ilk dönemin taşkın, coşkulu sesini susturduğu, yumuşak sevi (aşk) şarkılarıyla karaduyu (melankoli) yüklü ölüm ezgilerinin öne çıktığı dönem… Üçüncü dönemi, ölüme övgü düzülerek ölümsüzlük arayışlarının dönemi olarak niteliyor, ki bu dönemi ‘Hindistan’a Yolculuk’ özetliyor Fahri Öz’e göre. “Dakota’nın Uzak Kanyonlarından” şiirine değinirken, “Whitman’ın Amerikan yerlileri konusundaki tavrını, onları Amerika’nın gelişmesinin önünde bir engel olarak gördüğünü açıkça ortaya koyan bir şiir,” diyor.
Göksel Ölümün Fısıltıları ana başlıklı kitapçıkta ölümün sesiyle baş etmeye çalışan ama kuyruğu da dik tutan, altmışını arkada bırakıp yetmişine merdiven dayamış bir Whitman var karşımızda. (Öl.1892). Bu şiirler arasında gezinirken eski alev almış, tutuşmuş tin yer yer kendini canlı bir sesle duyursa da daha çok ülkesinin değerlerine ama daha çok bu değerlerin taşıyıcısı kahramanlar olarak gördüğü Amerikalıya (Hangisine?) bolca yüceltici övgüler, ulus önderlerine saygı dizeleri, ülkesine tapınma düzeyinde hayranlık ve şairce barutun azaldığına ilişkin kimi sönük, kederli yalpalamalarla karşılaşıyoruz. Kendi imgesini gözünde aslında ikonlaştıran, şairliğini görevleştiren (misyon), bu nedenle epeyce kutsallaştıran, dolayısıyla aynı zamanda kutsayan olgunluk şiirleri okuyoruz. Onu ayrık kılan ise coşkusunun vericiliğidir kuşkusuz. Esirgemeyen, bağışlayan bir Tanrı değildir ama sanırım kendi gözünde daha da önemli, bir yalvaç-ozandır. Şair karşılığı ozan demek doğru geliyor bana. Hele de Whitman gibileri için. Çünkü onun abartık bireyliği simgeleyici bireyliğe beklenmedik biçimde geçiş yapınca, ortaya daha sonra ABD sanatında örneklerini bolca bulduğumuzdan ayrı olarak, bir özveri çağlayanı, gürül gürül bir kaynak çağıltısı, eliaçık (cömert) bir yer ya da doğa tanrısı (Pan) çıkıyor karşımıza. Bu çağlayanın görkemli etkisiyle insanlığımızdan onur duymaya, doğanın korosuna katılıp birlikte şarkı söylemeye sıra gelince böylesi büyük özgecilikten umulmayacak bir tapıncak ırası (fetiş karakteri) doğması karşısında şaşkın, hatta haksızlığa uğramışlığın öfkesiyle durakalıyoruz. Belki o zamanı (18-19. yüzyıl, bağımsızlık ve arkasından iç savaş döneminin tinini, Zeitgeist’ını) kendimize anımsatmamız işe yarayabilir, yatışabiliriz. Yine de Whitman’ın kendine sığamadığı kimi anlar var ki oradan beliren ıra (karakter) irkiltici, itici, sevimsiz bir ıra. Çünkü tüm koşulsuz bağlanmalar, bağlılıklar aslında ve özünde ürkütücüdür, dar açılı ve kafalı, sığdır. Bu nedenle yukarıda da yeri geldikçe belirttiğim gibi, Whitman’ın benim açımdan önemi (Dünya açısından önemi konusunda büyük söz etmek istemem. Çünkü sevdiğim birçok dünya yazarı, Whitman’a neler borçlu olduklarını hep söyleyegeldiler.) dilini doğalaştırması, doğaya yayması ve aslında başıboş, serseri bir dil kullanımı izlenimi arkasında şaşırtıcı biçimde yinelenen yapılı (fraktal) bir dil akış düzeyi yaratması ve bunu şiirin sesçil öğelerinde de yankılandırması, diyebilirim. Tabii ki bunca değil... Başka şeyler de ekleyebilirim Whitman’ı benim için önemli kılan özelliklerine, ama hangi özellik ya da niteliklerinin beni ilgilendirmediğini saptamayı asıl görev sayıyorum. Bunu da elimden geldiğince bu yazının başından beri dile getirmeye çabaladım zaten. Nazım’ın şiirimizde gerçekleştirdiği devrimi Amerika (hatta Anglo-Sakson) şiirinde gerçekleştirdiğini görmemek için kör olmalı. Gerekçesi ya da çıkış noktası değişik olsa da. Dili geleneksel bukağılarından kurtarıp doğa benzeşimli (analojik) bir çokbiçimlilik, çokiçeriklilik, yani çokseslilik tek başına iki yanlı kesen bir bıçak işlevi görebilse de aynı zamanda devrim sayılmalı. Çünkü çapraz kurgular bir dizi yanılsamaya da kaynaklık edebilir. Yani her çokbiçimli, çokiçeriklilik (hele devrimci içeriklilik) anlamına gelmediği gibi vice versa.
Sanırım, Whitman’ı sarsan kimi sağlık sorunları son şiirlerinde düşüncelerini yaşam ötesine çevirdi. Daha önce bakışı yeryüzüyle ve onu dolduran varlıklarla, insanlarla tepeleme doluydu doğrusu. Dirimin, canın sesini, şarkısını yankıladı hep. Oysa şimdi, göksel ölüm, ozana sesleniyor: Cesaretin var mı, bana eşlik etmeye? Dil ustalığının rahatlığı ve işlekliğiyle sözcüklerini, düşüncesinin bulutlarını akıtıyor arka arkaya. Yüklü bulutlar geçiyor anlığının göğünden. Bir ölüm var. Ölmek diye bir şey var. O güne değin yaptıklarını yapamayacağın bir yer… Nedir bu? “Sanki bir hayalet okşamış gibi beni”. (11) Bakışı çok ötelere uzanıyor ozanın, ki hemen önündeki dünyaya dokunmaya, tüm gövdesiyle ona sürtünmeye, uy(dur)maya yatırmıştı o güne değin yaşamını. Sanıldığınca sevinç, inanç, tutkuyla dolu değil miydi yoksa yaşam? Zamanın hangi yeri, ne zaman bataklaştı böyle? “Siyasetten, zaferlerden, savaşlardan, hayattan sonunda ne kalır geriye?” (12) Gösteri bitti ve şimdi geriye kalan ‘İnsanın Özü’ne bakmanın sırasıdır. Müzik sesi geliyor kulağına. Hatta büyük bir koro; uğurlamanın mı, karşılamanın mı? Gemi yalpalıyor, kılavuzsuz kaldığından mı? “Ah yaşamak her zaman, her zaman ölmek!/ Ah gömülmelerim geçmişteki ve şimdiki/…/ Yola devam etmek (Ey yaşamak, her zaman yaşamak!) ve geride bırakmak için o cesetleri.” (14) Ceset dediğinse bir ‘dışkı’… Ve acısı paylaşılacak bir şey yok, “Acıyı paylaşmam” (15) Şimdi artık ölümsüzlüğü ve huzuru özlediğini söylüyor. İnanalım mı Whitman’a? “Ah anlıyorum şimdi hayatın her şeyi sunamadığını bana, tıpkı gündüzün sunamadığı gibi,/ Anlıyorum ölümün sunacağı şeyleri beklemem gerektiğini.” (16) Bellek olaylara takılı kalıyor ve ‘o kadınlar öldü mü sahiden’, diye sorarken yakalıyor kendisini ozan. Dirimin ve ölümün kaynağı olan topak, bir avuntu sağlar mı? Yaşam, toprağı işlemek, ölüm de ürünü dermek olabilir mi? Whitman’ın koreografisi sendeliyor, kendini yadsımayla onama arasında sesin düzeyiyle (desibel) oynayarak denge tutturmanın peşinde. Gökselin çağrısıyla büyülenmiş sürüklenirken o tanıdık yeryüzü şarkısı kayanın çatlağından fışkırıp görkemli bir Amerika yelpazesi olarak açılıyor ve ozanımız hangi izi süreceğiyle ilgili bocalıyor bir an. Yeri (Amerika’yı) kutsamak, gökselleştirmekle Tanrı’yı yeryüzüne, engin Amerika’nın bağrına indirmek iki çözüm olarak usunu sıkça kurcalıyor, kuşkusuz şiirini de. Gökle yeri buluşturan dünyaya sesleniyor: “Senin meşum büyüklüğünün iyi olduğu kadar kötülüğünü de hissediyorum,/ İlerlemeni, şimdiki zamanı özümsemeni, geçmişi aşmanı seyrediyorum,/ Işığının aydınlattığını, gölgenin kararttığını görüyorum, sanki bütün dünyayı,/ Ama seni tanımlamaya kalkışmıyorum, seni anlamak zor,/ Ama sadece adını, müjdeni, şimdi olduğu gibi,/ Sadece seni haykırıyorum!” (22) Whitman şiirinin genelde Yüce’yle; ürkünç, korkunç, iyi, güzel, erişilmez Yüce’yle ilişkisini sezinliyoruz bir kez daha. (Bkz. Kant)
Öğleden Yıldızlı Geceye ana başlığı altında yazdığı şiir dizisine göz atalım şimdi. Şiir yer yer kuşbakışıyla çölleri, kıtasal ırmakları, vadileri, ormanları tarar uçuşu sırasında, kutsar Amerika’yı tüm yüreğiyle, bu içerik biricik ve ayrıcalıklıymışçasına… Şiirin bakışı kıta insanlarının yüzlerini de tarar, yine kutsar, kim olduklarına değil Amerikalılığına bakar öncelikle. “Çok çocuklu ananın yaşlı yüzü,/ Şışşt! Tamamen memnunum ben.” (32) Kadın odur işte! Quaker şapkasının altından bakıyor. Trompetçi çalıyor: “Bir daha çal trompetçi! Ve ezgini,/ Her şeyi sarmalayan ezgiyi seç şimdi, çözüm sunan, yerli yerine oturtan,/ Aşkı, her şeyin can damarı, gıdası ve sızısı olan,/ Aşk içindir hep erkek ve kadının kalbi,/ Aşktan başka bir ezgiyi değil -dokuyan, sarmalayan, her şeye nüfuz eden aşkı.” (35) Dünyayı sürükledin ardın sıra, ey ozan! Ölüme inançla koşan genç askerleri, toprağı süren çiftçiyi, özgürlüğü çığıran düşünceyi… Artık şimdi sıra, kapanışta... Whitman, kapanış müziği diliyor trompetçiden. İnancı zayıflıyor, Amerika’yı sürükleyen trompet sesine gereksinim duyuyor şu an. Umudu tükenmek üzeredir: “(B)ir gelecek hayali ver bana,/ Bir kerecik olsun onun esinini ve sevincini ver.” (37) Evrensel insandan evrensel Tanrı’ya ilahiler… “Geride kalmış savaş, keder, acı -kokuşan yeryüzü temizlenmiş- neşeden gayrısı kalmamış geride!” (37) Peki, aslında kimedir bu şarkı? Kuşkusu olmasın kimsenin, kışın içinde yol alan bir lokomotifedir. O lokomotif Amerika kazağını örmedi mi, ilmek ilmek orasını burasına birbirine düğümlemedi mi? ‘Haşin gırtlaklı güzel’dir o. Kırları göklere, kayalıkları göllere… “hiçbir engele takılmadan, mutlu ve güçlü.” (38) Büyük nakışlı yorgan: Amerika!10 Yalnızca Kuzey Amerika kıtasını değil, Güneyi de, dahası tüm dünyayı örtecek ve koruması altına alacak büyük Amerika! Sayıyor ülkesinin hayvanlarını Whitman, eyaletlerini, kayalıklarını, okyanuslarını ve ayrı yazıyor Mannahatta’nın11 şiirini. Amerika her şeydir ve öyleyse Her Şey Hakikattir. (İlginç bir usavurum kaydırmacası…) Orada yalancılar ve yalanlar yoktur, çünkü olsa bile olanaksızdır (!): “Yalancılar arasında kafa yorduktan sonra ve acımasızca kendi içime dönünce görüyorum aslında yalancıların veya yalanların olmadığını/ Ve hiçbir şeyin mükemmel sonucunun başarısız olmadığını ve yalan denilenlerin mükemmel sonuçlar olduğunu/…/ Ve hakikatin bütününde kusur veya boşluk olmadığını- her şeyin istisnasız hakikat olduğunu/ Ve bundan böyle kutlayacağım gördüğüm veya olduğum her şeyi/ Ve şarkısını söyleyeceğim, güleceğim ve inkâr etmeyeceğim hiçbir şeyi.” (42-3) Daha önce de belirttim. Whitman kendisinden, kendisini kuşatıp var eden Amerika doğası ve toplumundan sonuna dek, inakçıl (dogmatik) biçimde hoşnut bir seçkincidir12, bu yüzden onun ülküsel bağlamının (Amerika) içine giren kötü bile iyidir. Saltık onama, katışma söz konusu; yani arınım değil katınım törenidir (ritüel) şiiri… Şiiri tam tersi gibi görünse de törenseldir ama sözdizimi siyasetine bakılırsa söylemsel (retorik) olmadığını belirtmek gerekir. Aradaki ayrıma ise belki bu yazı sonunda değinmek olanağı buluruz. Whitman’ın şiiri, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) gözlükleriyle bakılan dünya şiiridir ve orası geçmiş, şimdi ve gelecekteki tüm gerçekliklerine karşın sonsuzca cennettir, çünkü Amerika Amerika’dır, kendisidir, esinli, cinli, kutlu. Kutsayansa hem Tanrı hem yalvaç hem ozan hem insan olan Whitman’ın ta kendisidir. Rilke’nin Whitman okumasını (okuduysa kuşkusuz) merak ettim tam burada. Katlanabilir miydi, katlanabilmiş midir, kuşkuluyum. Soruyor ortaya Whitman: En uzağa kimdir giden, öyleyse o daha uzağa gidecektir. En sakınımlı olan kimse o daha sakınımlı, en mutlu olandan daha mutlu, en eli açık, cesur ve bağlı, vb. olacaktır: “Peki kim mükemmel ve büyüleyici bir vücuda sahip? Zira birinin benimkinden daha mükemmel ve büyüleyici bir vücuda sahip olduğuna inanmam,” (45) İyi de bu yoksulluklar, ürkeklikler ve somurtkan geri çekilmelere ne diyeceğiz o zaman? Eyaletler’de ortaya çıkacak Aracılara bu nedenle çok iş düşecek. Onlar eksiksiz kadın ve erkek olacaklar, “görünüşleri kaslı ve esnek, su içecekler, kanları temiz ve duru olacak,/ Maddiyattan sonuna kadar keyif alacaklar ve ürünlerin görüntüsünden, bifteğin, kerestenin, ekmeklik malzemenin, görkemli Chicago şehrinin görüntüsünden keyif alacaklar,” (47) (Yani sarışın Germenler ya da WASP? örnekleri mi?) O zaman Yaşam geleceğin büyük seferleri, savaşları için güçlü ve eksiksiz askeri dokumalı. (47) Hem de kanla: “(Ne işe yaradığını bilmiyoruz Ey hayat, ne amacını ne sonunu biliyoruz, aslında bildiğimiz hiçbir şey yok,/ Bildiğimiz iştir, ihtiyaçlar sürüp gider ve sürecektir, savaş kadar barışın da ölüme sarınıp yürüyüşü devam eder,)” (48) Bu arada kötücül kızılderililer orada burada olay çıkarır, kirletirler (!) Amerika’yı. Kızılderili pususu her yerde, hile, öte yandan kahraman atlı birlikler, Custer. (49-50) Büyük ulusun büyük ozanının doğası okuduğumuz üzre yerlerde sürünür, soy, onur, vb. sözcükleri art arda dizerek. Buram buram ululanır o asker, ülkenin en güzel anısıdır. Hele, Benekler Serpilmiş Bayrak Bezi. (51) Öte yandan şarkılarını, şiirin kurallarına uymadığı için eleştirenlere de söylenecek bir çift sözü vardır. Bu şarkılarda tin(sellik) arayan boşuna uğraşır, başka bir yere baksın. Kitapçığın bitiş ezgisi (nağme) ise şöyle: “Bu senin saatindir Ey Ruh, sözsüz olana özgürce uçuşun,/ Kitaplardan uzak, sanattan uzak, gün silindi, ders bitti,/ Tamamen ortaya çıkıyorsun, sessizce, dikkatle bakıyorsun, en sevdiğin konuları düşünüyorsun,/ Geceyi, uykuyu, ölümü ve yıldızları.” (Dingin Bir Gece Yarısı, 54)
Ayrılık Şarkıları kitapçığında Walt Whitman ayrılık saatinin çaldığının ayrımındadır iyiden. Kendi ayrılık (veda) duruşunu yontup biçimleyecektir ama kolay değildir bu. Nasıl durmalı, hangi duruş yakışır Amerika’nın görkemli sesine? “Vakit yaklaştıkça kasvetli bir bulut,/ İçimi karartıyor ötesinde ne olduğunu bilmediğim korkunç bir şey.” (55) Gözlerinin önünden akıp geçiyor varlığıyla özdeşlediği Amerika’sı. “Özgürlük’ü görüyorum, baştan aşağı silahlı, muzaffer ve pek mağrur, bir yanında Yasa, bir yanında Barış’la,/ Müthiş bir üçlü, hepsi karşı çıkıyor sınıf fikrine;” (56) Zurna tam yerinde ‘zırt’ diyor. Ve Amerika’ya özgü Özgürlük anlayışının David Harvey’i13 haklı çıkaracak kerte, nasıl ABD sömürgeciliğinin kaynağındaki ‘onay’ı (rıza) ürettiğine hiç şaşırmıyoruz. Thomas Paine’den çok değişik biçimde Whitman yerel ve seçkinci bir düşüngü (ideoloji) üretecidir ve elbette bunu ‘demokrasi, özgürlük’ şarkıları söyleyerek gerçekleştirdi ve Amerikan tininin (ruh) düşüngüsel kaynağındaki üç beş kişiden biridir, Kuzeydoğu’nun öteki aşkıncılarıyla (transendendalist) birlikte. Daha sonraları Ayn Rand (1905-1982), vb. Amerikan ırkçılığının kuramını yapmışlardır. Ayrı bir öykü. Önemli olan Whitman’ın buradaki göz alıcı, çelici etkisidir. Kaba ve indirgenerek yorumlanan evrimciliğin (toplumsal darwinizm) görünür işlevini de vurgulamadan geçmeyelim bu seçkinci (elitist) düşüngü tarihinde. Ozanın yalvaç (peygamber) görevi üstlenmesinin daha yalın, bireysel, tinsel gerekçeleri kuşkusuz vardır ve şiiri alttaki örüntüyü açığa çıkarmak için iyi bir kaynak oluşturur gerçekte. Askerlerin külleri kalmıştır geriye hem Güneyli hem Kuzeyli askerlerin. Ozan Kuzey ülkülerinin (idea) savaşçısıdır ama kendini Güney’in de bayrağı olarak görür. Nasıl olur bu? Düşüngü karşıt uçları nasıl bireşimler (sentez)? Whitman Amerika bağlamı içine giren iyi kötü, olumlu olumsuz tüm öğeleri (eleman) kutsar çünkü. Orada savaşan düşmanlar da kardeştir, iyiyle kötü de. Amerika (=Whitman) tümünü, yani Amerika derisinin sardığı her şeyi kucaklar. “Sevgili yoldaşlar, her şey çoktan olup bitti,/ Ama sevgi bitmedi -ne sevgi ama Ey yoldaşlar!/ Savaş alanlarından gelen güzel koku çürüyenlerden yükseliyor” (59) Anlarız ki Sevgi kümesi, diğer evrensel kümeleri gibi boş kümedir Whitman’da. Öyleyse kendinin ve şiirinin ‘gerekçe’sini tüm boş kümeleri sile sile yeniden ortaya çıkarmak gerekiyor. Asıl çıkış ya da yöntem noktası ise irdelemenin hangi örtücü, karartıcı, görünmez kılan katmanları kaldırmayı kaçınılmaz kıldığı noktadır. Örneğin, şu dizeyi nasıl kırarız ya da kırmalıyız? “Amerika nasıl da ihtişamın, özgürlüğün ve Demokrasilerin zaferinin, toplumun meyvelerinin ve başlatılan her şeyin kıtası.” (60) Yorumu toplumsal-tarihsel bağlam içi eşduyumuyla (empati) yapma açıklaması bizi yatıştıramıyor. Hele ozan şimdisini zamanın ileri ve geriye doğru değişik uçlarından sınayan ve kavrayan kişi olmalı, diye düşünmemiz doğru olacağından. Ayrıca o (ozan, sanatçı) tüm yön ve akışlarda olasılıkları gözeten bir duyarlık öznesi…sayılmalı. Durum giderek tinbilimsel (psikanalitik) bir çözümlemeye kayıyor gibidir, dahası polisiye (dedektif) soruşturmalarına… Ama buna gerek var mı bilmem. Elimizde bir nesne (yapıt) olduğuna göre başka yere bakmamız artık boşunadır. Yanlışa yanlışla yanıt vermek anlamına gelir böyle bir tutum. “(Ama ben atletik insanları, savaşın muhteşem ve kaçınılmaz sonuçlarını görüyorum ve bunların yeniden başka sonuçlar doğuracağını.)” (60) Gelgelelim, tümcülük yine de bir şeyi anımsamamızı engelleyemiyor ve Gün Batımında Şarkı eninde sonunda söylenecektir. “Harika bir şey çekip gitmek!/ Harika bir şey burada olmak!/ Kalp, hep aynı ve masum kanı pompalaması!/ Havayı solumak, ne kadar hoş!/ Konuşmak -yürümek- elle bir şeyi kavramak!/ Uykuya hazırlanmak, yatağa yatmaya, gül rengi tenine bakmak!/ Bedenimin farkında olmak, o kadar tatmin olmuş, o kadar büyük!/ Bu inanılmaz Tanrı olan ben olmak!/ Diğer Tanrıların arasına girmiş olmak, sevdiğim bu erkek ve kadınların.” (63) ‘Ne oldumcuk’ noktası: “Nasıl da harika seni ve kendimi kutlayışım!” (63) Yine de geç midir? Bu soruya takılma ve anımsa, her nerede olmuşsan orada, hoşnut ve utkuyla doluydu için. “Çünkü evrende tek bir kusur görmüyorum,/ Ve evrende yerinecek bir sebep veya sonuç da görmüyorum nihayetinde.” (64) Tümtanrıcılık (panteizm) Whitman şiirinin zorunlu, kaçınılmaz kara deliğidir, gördüğümüz üzre. Dünyayı onadıkça çelişki körüne dönüşür o, Amerika diye diye evreni sanrılar, şarkısı doğaçlama bir dışavuruma, şakımaya dönüşür, dünya denli tek (çelişkisiz) ve çok (çelişkili)… Ama o dünyaya ilişkin tüm dışsal veriyi, tanımı geridönüşsüzce içselleştirir, benleştirir. Ben ise şiştikçe daha dünyalanır. Ortada tutunacak bir şey kalmaz, sesin havada dalgalı ve süreğen akışından başka. Bu görünüşte düşüngüsüz düşüngü noktasıdır ki bilinç karartmasının en olumsuz örneğini oluşturur. İstemeden üretilmiş körlük desek yeri. Umulanla yapılan ayrı düşmüştür. Burada bir şiiri tümüyle alıntılamak doğru olacaktır:
Onlar Sona Yaklaşırken
Onlar sona yaklaşırken,
Önceki şarkıların altında yatan şeyler -onlardaki amaçlarım,
Onların içine ekmek istediğim tohum, neşe, tatlı neşe, nice yıllar boyunca, onların içine,
(Onlar için, onlar için yaşadım, işim onlarda tamamlandı,)
Onca boş heves, onca düş, onca tasarı;
Zaman ve Mekân’ın bir şarkıda kaynaşması ve akan sonsuz kimlik sayesinde,
Bunları kapsayan, Tanrı’yı kapsayan Doğa’ya -neşeli, kıvılcımlı olan her şeye,
Ölüm duygusuna, sırası geldiğinde Ölüm’e ve hayata olduğu kadar sevinmenin kabul edilişine,
İnsan’ın ortaya çıkışına şarkı söylemek;
Bir araya getirmek sizi, siz ayrılmış olanları, farklı hayatları,
Ahenge sokmak dağları, kayaları, akarsuları,
Ve kuzey rüzgârlarını, meşe ve çam ormanlarını,
Seninle Ey ruh. (69)
Artık, kendisinden sonra ne olacağını bildirmeye gelmiştir sıra: Elveda! Dinleyelim: “Amerika sözünü yerine getirdiğinde,/ Bu Eyaletler’de yüz milyonlarca muhteşem insan yürüdüğünde,/ Geri kalanlar bu muhteşem insanlar için bir yana ayrılıp onlara destek verdiğinde,/ En mükemmel anaların soyu Amerika’yı simgelediğinde,/ Ben ve benim olan hak ettiğimiz amaca ulaşacağız.” (71) Ozanın izinden giden MAGA’cı kuşaklar, doğrudur, tam da bu özsevercilik (narsisizm) kibiriyle tarihlerini yazdılar, dünyaya cinnet, ölüm salarak. Gerçi Dünya Musa’nın asasıyla Kızıldeniz gibi ortasından çatlamalı, Amerika’nın yolunu açmalı, onu Dünya’nın tek kurtarıcısı, efendisi yapmalıydı yapmasına ama tarih işte, bazen yolunu şaşırabiliyor.
1.Ek: Yetmiş Yaşın Kumları (İçindekiler ile); 1888’de ayrı basılan, ön çalışmalar, taslaklar, Amerika evreninden gözlem ve saptamalar, duygusal ve düşünsel doğaçlama nitelikli Whitman-Doğa (=Amerika) buluşmaları, tutunmaları, söyleşileri… Aslında onları kendi başlarına bağımsız şiirler olmaktan çıkaran bir veri yok okurun elinde, okunduğunda taslak ya da karalama demeyi gerektiren herhangi bir şey… Çünkü içinden geldiği gibi söyleme, doğaçlama izlenimi14 Whitman’ın tüm şiirleri için söz konusu bir şiir yöntembilimi. Bunun için kimi uygulayımları (teknik) özenle öne çıkarıp kimi geleneksel yapı öğelerini de yorumlamış ya da kaldırmıştır. Genel şiiri açısından üzerinde durulacak, dünya ve Anglo-Sakson şiirine katkısını ortaya çıkaracak çalışma budur ve kuşkusuz bu yönde nice çalışmalar söz konusudur. Tam bu noktada İngiliz ve Amerikan yazınbilimi ve eleştirisinde bir boşluğu imlemek doğru olur. Bana göre belki Edward Said, vb. birkaçı dışında bu büyük yazının kendi Auerbach’ı, dilcisi (filolog) yok. Bu nedenle, atıyorum, Melville, Hawthorne, Pound, James, Caudwell, Faulkner, vb. okyanusta rastgele yüzen balinalar gibi anlaşılır ve sunulur. Auerbach yöntembilimi yetersiz olsa bile, Amerikan-İngiliz yazınının (iki ayrı, büyük yazından söz ediyorum gerçekte) o bakış ve kavrayışa gereksinimi var. Amerikan klasikleri epeyce ve giderek, günümüze yaklaştıkça artan oranda ABD’ye özgü budalaca kuruluş söylencesinin (mit) dışında kavranamıyor bu nedenle, bu da yapıtın ve yazarın görünmesini ketliyor. Walt Whitman bu imlenmiş, ikonik kavranılışından soyutlanamıyor, dolayısıyla yapı çözümleri, içerik-biçim araştırmaları, eşleşme ve ayrışmaları ortaya çıkamıyor. Yani, söylence süregeliyor.
Bu kitapçıktaki şiirleri daha geniş yapılara uyguladığı ya da bunu düşündüğü söylenebilir ama sayrılık, yaşlılık birçok tasarı yeniden ele almayı zaten gerektirir. Yaklaşım kimi ozanlar için zor ya da olanaksızdır ama Whitman için değil. Onda şiirin ağızdan çıktığı biçimiyle gerçekleştiği ve bunu birikimin, deneyimin bir noktadan sonra kaçınılmazca kolaylaştıracağı söylenebilir ve yanlış olmaz. Bir anlamda ya(p/z)-tak (modüler) bir şiirdir onunki. Tümlük imgesi ozanın düşsel evreninde ilk ya da son belirleyici olmuş görünse de. Bu da Whitman şiiri için açıklanması gereken bir tez konusudur. Onun şiiri için yap-tak (modül) şiiri tanımı kullanılabilir mi?
Şimdi yine dönüp Whitman’la birlikte düşünme (tefekkür) anlarına bakalım. Bir de düşenler, bir şey yapmayı olmayı umup da başaramayanlar var, onlar da tümün yapıcıları, haklarını teslim etmek gerekir ve bunu düşünmek Whitman’a gerçekten yakışıyor. “Cephede önde giderken düşen adsız askerlere,” söyleyecek bir sözümüz olmalı, öyle değil mi? “Erken ölümle sönüp gidenlere.” (80) Altmış dokuz yaşında kaleminin ucundan bir ‘İlahi’ dökülür. New York Körfezi ağzında, Navesink’te yaşlı ozan oturmuş, denize, sise, gelen geçen gemilere, okyanusun derinliklerine bakmaktadır: boğuk itiraflar, hıçkırık ve fısıldanan sözler…gelir kulağına: “Bir intiharın umutsuz çığlığı, Git o engin ıssızlığa ve bir daha geri dönme asla.” (87) Kısık mağrur dudaklarıyla deniz, ‘ruhunun derinliklerinden kabararak ve mırıldanarak evrensel tutkunun öyküsünü anlatıyor duygudaş bir ruhla ozana, yerkürenin ilk ve son itirafı’ olarak. (91) “Sonra boşluk, hiçlik, sessizlik ve tamamen” (98) yitip giden bir boğuk ses, uğultu kalıyor havada. Birleşik Devletler’den Eski Dünya’nın Eleştirmenlerine şöyle sesleniyor Whitman: “Burada ilkin bugünün ödevleri, somut dersler,/ Zenginlik, düzen, seyahat, barınak, ürünler, bolluk;/ Değişik, çok büyük, ebedi yapının inşası olarak,/ Zamanı gelince kaçınılmaz olarak oradan yükselecek yüksek çatılar, lambalar,/ Yıldızlara doğru yükselen sağlamca dikilmiş uzun kuleler.” (100) Belki dünyaya, gitmeden önce, her şey için, evet, her şey için son bir teşekkür etmenin zamanı gelmiştir: Yaşlılıkta Teşekkürler. Dünyada olan bitenler, haberler, ölümler, anmalar, Akşam Durgunluğu, Yemekten ve Sohbetten Sonra, “Birazdan sonsuza dek kaybolmak üzereyken karanlıkta- gönülsüz, Ah çok gönülsüz ayrılmaya!” (111)
2.Ek: Elveda Hayal Gücüm (İçindekiler ile) 1891 yılında bağımsız basılmış bir kitap. Sonraki Çimen Yaprakları baskılarında yazdığı tüm şiirler bir araya getiriliyor. Whitman, bir yıl sonra, 73 yaşında ölüyor. Elveda Hayal Gücüm’ün küçük bir önsözü var girişinde ve şöyle diyor orada ozan: “Muhtemelen ilk baştan beri özensiz dokunuşlardan yeterince korkmadım -ve şimdi de korkmuyorum- ne papağan gibi tekrarlardan ne basmakalıp sözlerden ve sıradan şeylerden. Belki de bu tür kaçınmalar için fazla demokratım. Ayrıca teorimin baştan tasarladığı gibi şiir alanı artık yeterince açıklığa kavuşmadı mı -ve sessizce emekliye ayrılmanın tam zamanı değil mi?- (zaten benim şiirsel ifade tarzım için büyük bir talep veya Pazar yok.)” (117) Sözleri ozanı erdemli bir dünya ozanı yapan gizemi de açığa çıkarıyor. Sözcükleri ama özellikle düşüncelerinde sınırları bile isteye zorlamış, bilinçli savrukluğu özgürlük adına yoklamıştır ve cesurdur bu noktada. Dahası, yıkıcı sayılmalı. Kendini güçten düşmüş, felçli, deniz kabuğu gibi gören ozan kısa sunuşunu şu sözlerle kapatıyor: “Ey uzaklardaki okuyucu, bütün bu kitabın aslında sonuç olarak benden sana o zamanlardan geçmişi hatırlatan bir anıttan başka bir şey olmadığını?” (119) tut okurluk belleğinde.
Elveda Hayal Gücüm
Elveda hayal gücüm –(söyleyecek bir sözüm vardı,
Ama pek zamanı değil- bir insanın sözünün veya söyleyeceğinin en iyisi,
Yeri geldiğinde söylenendir- ve anlamı için,
Ben kendiminkini sona saklıyorum.)” (120-1)
Shakespeare’e ısrarla Shakspere diyen, Shakespeare oyunlarını belki de Bacon’ın yazdığı söylentisine katılan Whitman, 1888’de General Sheridan’ın ölümü üzerine yazdığı övgü yazısında (New York Herald); “Modern silahlar, ulaşım ve yaratıcı Amerikan dehasıyla birlikte bu ikisi Birleşik Devletler’i ciddi olarak sadece tüm dünyaya karşı koyabilecek değil, aynı zamanda bize karşı birleşen dünyayı fethedebilecek hâle getirecektir,” demiştir. Kış sesleri artmış olsa da kar beyazı saçlarla ezgisini sürdürmektedir. (130) Olgun bir şairdir ve Doğa bir yandan İnsan öbür yandan asılır, çekiştirir onu. Ozan hangisinin? Yanıt: İkisinin arasında, ikisinin elinden tutan, buluşturan, uzlaştıran, “onları tamamen ve neşeyle kaynaştıracak” aradaki olarak her ikisinindir hem Doğanın hem İnsanın ozanıdır o. (131) 31 Mart 1889’da Pennsylvania-Johnstown kentinde South Fork Barajı yıkılır ve iki binden çok insan yaşamını yitirir ve Whitman ölüm üzerine döner, yeniden düşünür, ölüme seslenir: “Çünkü ben de unuttum,/ (Kendimi ilerlemenin, siyasetin, kültürün, zenginliğin, icatların, medeniyetin bu küçük etkilerine kaptırmıştım,)/ Sessiz ve sürekli salınan gücünüzün farkına varamadım, ey kudretli doğa sancıları,/ Oysa içinizde ve üzerinizde yüzeriz ve her birimiz sayenizde su üstünde kalırız.” (134) Bunu bir özeleştiri olarak yorumlamak için, biraz geçtir, öyle değil mi? Sıradan şeylerin şarkısıydı söyledikleri. (Sıradan, 135) Açık havanın, özgürlüğün, hoşgörünün ve tümünün altında yatan demokratik bilgeliğin şarkıları... Ve sayıyor uzun uzun, çevrimlerden, şiirlerden, çağların derin çeküllerinden, uzunlu kısalı sayısız şarkıdan, dillerden, ülkelerden sonra, “Hâlâ şiirin sesinde veya sayfada henüz söylenmemiş bir şey var- eksik kalan bir şey,/ (Kim bilir? En iyisi henüz ifade edilmemiş ve eksik olandır.)” (138) Hep söyleyegeldiği gibi: Görünen Muhteşemdir. (139) Yeryüzü, yasaları, ama tümünden çok ‘benim görünmeyen ruhum’, çünkü bütün bunları kavrayandır, niteleyen, aydınlatan, araştıran, denizlere yelken açan…
Bir kez daha: Elveda hayal Gücüm: “Uzun bir hayat sürdük, neşelendik, kucakladık birbirimizi;/ Pek hoş! -şimdi ayrılık vakti- Elveda Hayal Gücüm.” (140)
Katedilmiş Yollara Gerisin Geri Bir Bakış ölümünden dört yıl önce kendi yaşamı ve şiiri üzerine yazdığı bir tür bildirge (manifesto) sayılabilir. Şiiri adına hemen hemen tüm ipuçlarını barındırıyor açıktan ya da kapalı bir biçimde, dense yeridir. Şiirine giriş kapısı bu yazı. (Bir şairin kendi şiiri üzerine konuşmasını okur olarak nasıl göğüslemeli, ayrı konu.) Anımsanan tüm şeyler arasında yüzen bir tin (ruh) gibi toplam çizgisiyle yaşamında büyük ve son bir yolculuğa çıkmaktadır. Yaşamdan ayrılma zamanıdır, bilinci şiirinde ve düşüncelerinde hesaplaşma kaygısını öne çıkarmıştır belli ki. Her şey bir yana, diyor, “Çimen Yaprakları ve onun kuramını deneysel addediyorum- tıpkı en derin anlamda kuramıyla birlikte Amerikan cumhuriyetimizin de öyle olduğunu düşündüğüm gibi.” (145) Bunu, başyapıtı ile yapıtın gerçekleştiği öznel-nesnel tüm süreç ve katışımların bir sarmaşık gibi iç içe dönerek yükseldiği biçiminde anlıyoruz ve buna hakkımız var. Yapıt yalnızca bir şiirsel bildirge değil, aynı zamanda uzamsal-zamansal; yani tarihsel, toplumsal, siyasal bir bildirgedir. Çimen Yaprakları erken-(pre-) Amerikan(cı) yorumla, demokratik (!) evrensel ulus (!) yapımında çimento bileşeni, karışımın (harç) bir öğesi, parçası, imgesidir. Öyle olduğu açıktır ve Whitman’ı kanıt olarak göstermek saçmalamak olur: “Bu kendi fiziksel, duygusal, ahlaki, entelektüel ve estetik Kişiliğimi, o günlerin ve günümüz Amerika’sının önemli ruhu ve gerçeklerinin ortasında ve onlarla hesaplaşarak edebi veya şiirsel bir biçimde ve taviz vermeksizin ifade etme duygusu veya hırsıydı -ve yer ve tarihle özdeşleşen bu Kişiliği şimdiye kadarki herhangi bir şiir veya kitaptan çok daha samimi ve kapsamlı bir biçimde kullanmaktı.” (146) Ulus kurucu böylesi evrensel çağcıl (modern) epiğe ikinci büyük örnek de Nazım Hikmet’tir. Kendisi (düşüncesi) olmasa da şiiri bu işlevi görmüş, böyle okunmuştur. Whitman’ı Nazım’a (bir ölçüde Neruda’ya da) yakınlaştıran ortak özellik olarak belirtme gereği duyuyoruz. Ekliyor: “Belki de yapmaya çalıştığım her şeyin özeti veya ima ettiği budur. On dokuzunu Yüzyıl, Amerika Birleşik Devletleri ve bunların alan ve bakış açısı olarak sundukları göz önüne alındığında, ‘Çimen Yaprakları’ sadece sadık ve şüphesiz öz iradeyle tutulmuş bir kayıttır veya öyle olmaya çalışmaktadır. Bütün bunların ortasında bir adamın -yazarın- kimliğini, tutkularını, gözlemlerini, inançlarını ve düşüncelerini, başka inançlardan veya başka kimliklerden neredeyse hiçbir açık etki taşımadan verir.” (146) Yazınsal (poetik) duyurusunun asıl sözü arkadan geliyor: “Bir şiir olarak ‘Çimen Yaprakları’na temel oluşturmak için geleneksel temaları terk ettim, bunlar şiirimde yer almaz: basmakalıp süslemeler, ne aşk veya savaştan seçme konular, ne de Eski Dünya şarkılarının yüksek, sıra dışı şahsiyetleri, diyebilirim ki güzellik uğruna hiçbir şey -ne masal, ne efsane, ne romantizm, ne örtmece, ne de kafiye. Sadece insanlığın en geniş ortalaması ve artık olgunlaşmakta olan On Dokuzuncu Yüzyıl’daki kimlikleri, özellikle de bugün Amerika Birleşik Devletleri’ndeki sayısız örnekleri ve pratik uğraşlarının her biri.” (146-7) Açık sözlü, yürekli ozan geriye onun hakkında söylenecek pek de bir şey bırakmıyor bu durumda. Kendini, şiirini ele de vererek, doğru anlamış ve açıklamış görünüyor. Bu bağlamda kendi ya da herhangi bir amaç için Şiir tanımı yapmaya da kalkışmadığını altını çizerek belirtiyor. Ona göre hiçbir tanım Şiir kavramını yeterince içer(e)mez. Kendi şiirine gönderme yaparak, “İnsan ruhuna uygun, büyüklük ve sınırsızlık açısından kozmik ve dinamik özelliklere sahip bir şiir daha önce hiç mümkün olmamış gibi görünüyor. Demokratik kitlelerin yararlanacağı mutlak inanç ve eşitlik şiirinin hiçbir şekilde var olmadığı kesindir,” diyor. Gerçi tarihsel geçmişin büyük şiirsel anlatılarını biraz atlıyor gibidir bu sözleriyle. Ama tartışmayacağız. Sözünün ikinci tümcesi de boşluktadır kuşkusuz. Bunu da kendi çağının insanı olmasına bağışlayabiliriz gönül rahatlığıyla. Haklı olarak durumu kesinliyor: başka bir çağda, ‘demokratik Amerika’dan başka bir ülkede’, hatta ‘Ulusal Birlik güçlerinin’ kesin utkusu olmadan Çimen Yaprakları ortaya çıkmazdı. Büyük ölçüde doğru, çıkmaz sözcüğünü hem olumlu hem olumsuz anlamda kullanma koşuluyla. Yani olumsuz anlamda da… Yoksa Whitman’ın çağdaşı birçok düşünürü, ozanı, yazarı göz ardı etmemiz gerekir. Hızını alamadığı belli ki yazmadan duramıyor: “Aslında zaten (açıkçası hiç olmazsa demokratik Amerika’nın iyiliği için) özellikle Şiirin bütün kuramı ve doğasını zorunlu olarak yeniden düzenlemenin zamanı gelmedi mi?” (151) Sözlerin arkasında yatan düşüncenin yalınlığı ürkütücü, ürperticidir. Dünya ABD ile başladığına göre her şeyiyle buna göre yeniden tasarımlanmalı, düzenlenmeli. Bu çabada Walt Whitman da katkıda bulunan bir emekçi, sıra eridir (nefer). Öte yandan Amerika’nın bir de küresel ırkçılığı var ki yerel ırkçılık tarihinden ayırarak ele almak doğru olacaktır. Arkasındaki tinsellik ise bir ortak bilimsel tasarın (toplumsal tinbilimi, vb.) sonucu olarak çözümlenip ortaya çıkarılmalı kuşkusuz. Soruyor Whitman, büyük şairler arasında Birleşik Devletler’e uygun bir tek şiir var mıdır? “Temelinde demokrasiyi inkâr etmeyen ve aşağılamayan bir tane var mıdır?” (152) Bizce de haklıdır, haksız olduğunca…haklı. Özetle onun girişimi ve soruları kendi deyişiyle şöyle: “Kendi özgün çağımı ve çevremi, Amerika’yı, Demokrasiyi en iyi nasıl ifade edebilirim?” (155) Biliyoruz ki çok az şair o günden beri bu sözün sorumluluğu altına girmiştir ve Whitman bu açıdan öncü sayılmalı.
Bu arada, şiirine özel kaynak olarak İç Savaş’a tanıklığını göstermesi de önemlidir. Gerçekten epiğinin en önemli sahne ve görüntüleri, izleri bu savaştan ve her iki cephesinden (Kuzey: Birlik ve Güney: Federasyon) doğar. Yöntemini açıklarken seçtiği izleğin kendi düşüncelerini yansıtmasından çok, okuyanı o izlek ya da düşüncenin havasına sokmayı amaçladığını belirtiyor. Ona göre yazınsal bir çaba ilginç şeyler sunmaktan öte büyük tutkuları, kişileri, olayları güçlü ve kusursuz bir mertlikle, dindarlıkla donatmakla ilgili olmalı ve böylece bu özellikler iyi yüreklilikle bezenmiş olur. ‘Doğuştan gelen Amerikan bireyselliğine gelince’, ozana göre henüz ortaya çıkmadı bu birey: “Başından sonuna kadar şiirlerimdeki vurgunun Amerikan bireyselliği üzerinde etkili olmasına ve onu desteklemesine (…) izin verdim. Görünürdeki edebî ve diğer geleneklere meydan okuyarak açıkça ‘insanın kendi içindeki büyük gururunun’ şarkısını söylüyorum ve bunun neredeyse tüm şiirlerimde az veya çok bir motif olmasına izin veriyorum. Bu gururun bir Amerikalı için kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum. İtaat, alçakgönüllülük, saygı ve kendini sorgulamayla bağdaşmaz olmadığını düşünüyorum.” (157-8) Elhak, amacında başarılı (!) olduğu söylenebilir ozanın… Eski ekinlerin (kültür) kahramanlarını sokakta, sıradan insanlar arasında buldu ve onların şiirini yazdı. Savı bu, doğru da. Ama bakın: “Yapraklar’ın ortaya çıkmasını sağlayan temel nedenlerden biri Birleşik Devletler’i zirveye çıkaran büyümenin ruhani ve kahramanca olması gerektiğine (…) olan inancımdı. Bu büyümenin başlamasına ve desteklenmesine yardımcı olmak /veya hatta buna ya da bunun gerekliliğine dikkat çekmek- şiirlerin başlangıçtaki, ortadaki ve sondaki amacıdır. (Aslında gerçekten hesaplanıp sonuna kadar özetlendiğinde insanlığın nadasa bırakılmış bitmez tükenmez vasat arazilerini ciddi bir şekilde sürmek -sadece genel anlamda ‘iyi idare’ değil- bu Birleşik Devletler’in gerekçesi ve amacıdır.)” (161) Midemizin kalkması için aradan 130 yıl mı geçmesi gerekiyordu, diye insanın düşünmemesi olanaksız. Sonuç: “Çimen Yaprakları gerçekten de (…) özünde kendi duygusal ve diğer kişisel doğamın ortaya çıkışıdır -başından sonuna kadar bir Kişi’yi, bir insanı (kendimi On Dokuzuncu Yüzyıl’ın ikinci yarısında Amerika’da) özgürce, tam olarak ve içtenlikle kayda geçirme girişimidir. Günümüz edebiyatında beni tatmin eden benzer bir kişisel kayıt bulamadım. Ancak ‘Çimen Yaprakları’nın edebiyat veya onun bir örneği olması üzerinde özel olarak durmak veya iddiada bulunmak istemiyorum. Şiirlerimi edebi bir icra veya böyle bir icra girişimi olarak görmekte ısrar eden ya da esas olarak sanatı veya estetizmi hedefleyen hiç kimse şiirlerime ulaşamayacaktır.” (162) Buradaki çelişkiyi imlemekle yetineyim. Whitman sözcüklerle kurduğu bu özgün evrenin güzelduyusal (estetik) bir altlığı ya da arkalığı olmadığını söylerken kimdir? Hangi Walt Whitman’dır ve arkasından gelen dünya şiiri, onun şiir serpintilerini nasıl üstlendi acaba?
*
Genel okuma yöntemim bireşimi (sentez) çözümlemeyle (analiz) uygun adım gerçekleştirmek, eşanlı yürütmek olduğu için çalışmalarımda ayrıca Sonuç bölümüne çok az gerek duyduğumu belirtmem gerekir. Çözümlememin içinde tartışmalarımı yapıp yargılarımı zaten ürettiğim ve dile getirdiğim için, Sonuç metin içi yargıların bir derlemesine dönüşüyor ister istemez. Gereksiz gibi görünüyor ama gerekli olduğu düşünülebilir kimi açılardan. Okurun işini kolaylaştırdığı açık. Bir şeylerin askıda, boşlukta kalması da olası… Bu incelememde okuru zora koşmayı yeğleyeceğim, ne yazık ki. Sonuç bölümü yazmayıp, yalnızca bir iki tümceyle ek yapacağım.
Örneğin özgün dilinde Çimen Yaprakları’nın anlam öbeklerini buluşturma, birleştirme biçimleri, biçimbirimleri ve yöntemleri ilgimi çeken bir konu oldu. Bu konuda akademi içi ya da akademi dışı çalışmalar çok olmalı. Çevirilerden bu ilişkilenme biçimini bir yapısal özellik olarak ayrıştırmak, saptamak ve bir yargıya bağlamak kolay olsa bile yanlış olacaktır. Çünkü Amerikanca dilbilgisinin (hele de şiir özelinde) Türkçe dilbilgisiyle eşleştirilmesi, karşılaştırılması gerekir. Örneğin, virgülün (,) ya da kesmelerin (-) Whitman şiirinde işlevi, her iki dilde örtüşme ayrışma düzenleri özdeş olmasa gerek. Bu bağlaç işlevi gören aracı sözcüklerin taşıdığı yazının; duygu, düşünce ve dizemlenim (ritim), vurgu, vb. yüküne doğrudan ya da dolaylı etkileri başka türlü anlaşılamaz.
Değinmek istediğim ikinci bir konu da Fahri Öz’ün dev ve olağanüstü emeğine ve Türkiye İş Bankası yayınevi’nin böyle bir tasarı gerçekleştirme girişimine sonsuz teşekkürlerimi sunarken küçük bir eleştiriyi çevirmenden (ya da yayınevinden) esirgememek. Bu güzelim çeviri nasıl daha güzel bir çeviri olabilirdi biliyor musunuz Sayın Öz (ya da Sayın Yayınevi sorumlusu)? Türkçe konusunda daha duyarlı davranarak… Günümüzün önemli birçok çevirmeni aynı sorunun bir parçası… Yalnızca Türk(çe) okurlarına değil bana kalırsa yazara da haksızlık edilmiş olunuyor böylece. Güzelim özgün dilindeki şiir anıtı dilimizde kusursuzca karşılanabilir, anıtlaşabilirdi gereksiz yere eskitilmeseydi Türkçe, evet, gereksiz yere. Çünkü kullanılan birçok sözcüğün yerleşik, şiirin yapısına, ses düzenine daha uyumlu Türkçe yerleşik karşılıkları var ve çevirmen bir dil ustasıdır, karşılaştığı sorunları eski, kullanımdan düşmüş sözcüklere başvurmadan çözebilecek yetenek, donanımdaki kişidir. Yaygın örnek aslında beni kuşkulandırıyor ve eskiden daha arı, daha güzel bir Türkçeyle çeviren aynı çevirmenlerimizin bugün ısrarla dilimizi eskitme tutumlarında onları aşan bir etken; yayınevi, yayın yönetimleri, kurumsallaşma, piyasa, öğrenim izlenceleri ve egemen dil siyasetleri, vb.ni görmüyor değilim. Ama her tekil örneğin başka bir açıklaması olabilir. Belki de başvuru kaynağı el altındaki sözlüktür (Redhouse, örneğin) Türkçemizi yıpratan şey, çevresel onayın doğrudan-dolaylı baskısı ya da genç çevirmenleri kuşatan yurtiçi ve yurtdışı iklim, ortam ya da… Her ne ise… Sonuç değişmiyor. Dilimiz, dolayısıyla kaynak dildeki yapıt da güzelliğinden yitiriyor. Genel sonuçlarına ise hiç girmeyeceğim. Başlı başına bir yazı konusu. Ama şunu biliyorum. 1960’lardan beri yazınsal çevirileri izleyen biri olarak Türkçe dili ve yaratıcılığı konusundaki geri(ci) savrulmaya içim acıyarak tanıklık etmekten yoruldum, bıktım, o yılların çevirilerini arar oldum, çünkü inanması güç de olsa bugün yapılan (basılan) çevirilerden çok daha iyiler. (Bu yargıyı yalnızca Türkçe açısından ileri sürüyorum.)
[1] Whitman, Walt; Çimen Yaprakları (I); (Leaves of Grass, 1855), Çev. Fahri Öz, Türkiye İş Bankası yayınları, Birinci basım, 2019, İstanbul.
Whitman, Walt; Çimen Yaprakları II (Leaves of Grass, 1855), Çev. Fahri Öz, Türkiye İş Bankası yayınları, Birinci basım, 2020, İstanbul.
[2] Whitman, Walt; Leaves of Grass-Fuilles d’Herbe (Leaves of Grass, 1855), Fr. Çev. Roger Asselineau, Aubier Flammarion, 1972, Paris, 511 p.
[3] Whitman, Walt; Çimen Yaprakları (Leaves o Grass, 1855), Çev. Memet Fuat, Broy yayınları, Birinci basım, 1985, İstanbul, 136 s.
[4] Koyu renk satırlar Türkiye İş Bankası, Fahri Öz çevirilerinde yer alan bölümleri gösteriyor.
[5] Helen Vendler; Poets Thinking: Pope, Whitman, Dickinson, Yeats, Cambridge, Harvard UP, 2006.
[6] C. Andrews Higgins; ‘The Poet’s Reception and Legacy’, Donald D. Kummings (Yay.haz.); A Companion to Walt Whitman, Oxford, Blackwell, 2006.
[7] F. O. Matthiessen; American Renaissance: Art and Expession in the Age of Emerson and Whitman, 1941.
[8] Whitman, Walt; Çimen Yaprakları III, Leaves of Grass, 1855), Çev. Fahri Öz, Türkiye İş Bankası yayınları, Birinci basım, 2023, İstanbul.
[9] Whitman, Walt; Çimen Yaprakları-IV(Leaves of Grass, 1855), Çev. Fahri Öz, Türkiye İş Bankası yayınları, Birinci basım, Eylül 2024, İstanbul, 163 s., Ciltli.
[10] Whitman günümüzde yaşasaydı MAGA: make america great again (Faşist yeni Başkan Donald Trump’ın seçim savsözü) için ne düşünürdü? Bu soru büyük ozanı çok mu hafife almak olurdu? İçtenlik düzeyi benzeşimi ortadan kaldırır mı? Trump dili (bu iğrenç dil) nereden geliyor? Zzk.
[11] Çevirmen dipçesine göre Manhattan’ın Kızılderili dilinde söylenişi (imiş). Zzk.
[12] Amerika’nın sivrilmiş kişilerinde kibir, büyüklük takıntısı (megalomani), tanrıca görevlendirilmiş (misyon) elçilik duygusu vb. sapık yakaşımlar yaygındır. Trump ant içme töreninde (21 Ocak 2025) Tanrıca görevlendirildiğini açıkça söyledi. Yanlış anımsamıyorsam, bunu ya Bush’lardan biri ya da Reagan da söylemişti. Zzk.
[13] David Harvey, Neoliberalizmin Kısa Tarihi (A Brief History of Neoliberalism, 2005), Çev. Aylin Onacak, Sel yayınları, Üçüncü basım, 2021, İstanbul, s. 51-63.
[14] Doğaçlama sözcüğünü kullandığım her kezinde ‘izlenim’ sözcüğünü kullanma gereğini duyuyorum. Çünkü büyük doğaçlama başyapıtlarının verdikleri izlenimin tersine yoğun bir yapı işçiliği, emeği içerdiklerini epeyce okuma ve dinleme yaptıktan sonra biraz olsun anlayabildim. Öyle kolayından doğaçlama demek çok yetersiz bir saptamadır. Zzk.