Zeki Z. Kırmızı / 2023
Zeki Z. Kırmızı / 2023
1: ‘MECBUR İNSAN’
Açıklama: Metin boyunca, İnce Memed 1 (1955),Adam Yayınları, Sekizinci basım, Ağustos 2000, İstanbul, 422 s.; İnce Memed 2 (1969),Ant Yayınları, Birinci basım, 1969, İstanbul, 590 s.; İnce Memed 3 (1984),Toros Yayınları, İkinci basım, Ocak 1986, İstanbul, 691 s.; İnce Memed 4 (1987), Yapı Kredi Yayınları, Birinci Basım, Ocak 2004, İstanbul, 639 s., kullanıldı.
Yazı, uzun bir çalışmanın kısaltılmış iki yazıdan ilki olup Ocak-Mart 2023 arasında yazıldı.
Yaşar Kemal, yapıtları ve diğer yazılarında özel adları üstten kesme ile ayırmamıştır. Biz de bu çalışmamızda onun yazım biçimine bağlı kaldık.
Yaşar Kemal İnce Memedin ikinci kitabını yayımladıktan sonra “İnce Memedde ben başkaldıran insanı yazdım,”1 diyecek, aslında bir kahramanı değil, tıpkı Köroğlu gibi bir karşı-kahramanı anlattığını ise İnce Memedlerin tümü yayımlandıktan sonra 1992’de Alain Bosquet’ye söyleyecektir.2Büyük yazarımız yalnızca roman değil, bir direnişin zamanlar aşan söylenini (destan, epope) de yazdığı için İnce Memed ölümsüzdür, ölmeyecek, kuşaktan kuşağa, anlatıdan anlatıya (rivayet) toplumun gizli direniş düşlemi olarak sürüp gidecektir. Çünkü Yaşar Kemalin kalemi adanmış bir kalemdir, bağlıdır (angaje). Eşitlik özlemi, haksızlığa direniş söylemi roman bitse de sürecek, iyi roman (anlatı) olsa olsa buna aracılık edecektir. Roman ve işlevi üzerine yazarımızın 1955-1960 arasında çok düşündüğü ve bu sürede İnce Memedle ne yapacağı konusunda belirleyici, önemli bir kararı verdiğini sanıyoruz. Aynı süre içinde (1960-1968) Dağın Öte Yüzü (Ortadirek, Yer Demir Gök Bakır, Ölmez Otu) üçlemesi bu düşünme sürecinin romanda yansımış, somutlaşmış biçimidir. Dağın Öte Yüzü boyunca yürüttüğü çözümleme, onu İnce Memedin başkaldırısının sürmesi konusunda kesin, tartışmasız bir yere taşıdı. Öyleyse denebilir ki İnce Memed dizisinde her çeşitleme, anlatı (versiyon, rivayet) ana çizgileriyle öncekini yineleyecek, aynı sarmal döngü küçük ayrımlarla (zorbalar, uzamlar, yoldaşlar, kovalayanlar, doğa, vb.) sürecektir. İnce Memed’in dört cildi birbirini izleyen nehir roman değil, aynı anlatının dört çeşitlemesidir.
İnce Memedler 1955-87 arasına, yani 32 yıla yayılır. Bana göre ilk İnce Memed yayımlandığında Yaşar Kemal’in kafasında oylumlu, nehir roman kavramı yoktu. Bu düşünce Ortadirek’i (1960) yayımladıktan sonra oluştu. 60’ların ortasında devingen ve 27 Mayıs 1961 Anayasasıyla gelen özgür siyasal ortamın (konjonktür) ivmelemesi ve güdülemesi, ayrıca gerek İnce Memed’in (1955) gerekse Ortadirek’in toplumda yarattığı yankılanma Yaşar Kemale bir yazınsal görev (misyon) yüklemiş oldu.
Üçüncü İnce Memedde Battal Ağa; İnce Memed ölür, başka İnce Memed doğar, diye yanıtlar Memedin yaşamsal sorusunu: “Sen ne diyorsun oğul, İnce Memedler bitecek mi sanıyorsun? Her insanın içinde bir mecbur kurdu, bir İnce Memedlik, bir Köroğluluk kurdu var. Köroğlu gitti İnce Memed geldi. İnsanoğlunun içinde bu kurt oldukça insanoğlu ne olursa olsun yenilmeyecek.” (3, 433) Bu görüşünü bir söyleşisinde Erdal Öz’e de söyler Yaşar Kemal: “Köroğlu destanını bilmeden, onun büyük gerçeğine varmadan da Türkiye’de bir romancı olmak, olanaksız.”3İnce Memed dağın başında yağmur altında alıp alıp vermekte, içi içini yemektedir: Battal Ağa yerden göğe haklı. Bir ağa gider öteki gelir ama bir İnce Memed de gider başka bir İnce Memed gelir. Kendisinin yapıp ettikleri ise tamamdı, artık yeterdi. İnce Memed ilk kez üçüncü anlatımda (kitap) kişisel bir gelecek düşler. Bireyleşir. Onun tüm bu anlatılar (rivayet) boyunca çabası, derdi İnce Memed olmamaktı gerçekte. Ama dünya onu bırakmıyordu. Battıkça batıyor, İnce Memed İnce Memede daha tutsak kalıyordu. O kendinin ne olduğunu biliyordu, biriydi, bir insandı, yapmayacağı, usundan geçirmeyeceği şey eşkıyalıktı, öldürmekti. Yaşamak ve yaşatmak içinde bir sevinç, bir çığlıktı aslında. Ama köylünün ondan beklediklerini, anlata dinleye beklentilerini nasıl aşacak da…aşacak da…kavuşacaktı insanca düşüne.
Kendisi bir söyleşisinde dördüncü İnce Memedle ilgili olarak şunları söylüyor: “İnce Memed IV bence daha önceki üç bölümün bir parçası. Yıllar dilimi, kurgu yeteneğimi, biçemimi elbette değiştirdi. Ama İnce Memed 39 yıl önce sağlam kurulmuş, kendi surlarını yöresine kendi örmüştü. Doğrusu, ben İnce Memedin dört bölümü de birbirinin tıpkısı olsun, diye çok uğraştım. Dilim olduğu gibi kalsın, biçemim, kurgum öyle olsun, diye çok çaba harcadım. Otuz dokuz yıl içinde hep yazan bir yazarın sanatında böyle bir şey olabilir mi?”4 İlginç olan nokta dördüncü İnce Memedin daha yarısında çemberin tamamlanması, dağdan inen, eşkıyalıktan vazgeçen Memedin tekrar dağa çıkmasının romanın ortasında gerçekleşmesi. Bu son cildin iki küçük çemberden, döngüden oluştuğunu gösteriyor. Dördüncü kitabın ilginç bir başkalığı da geleneksel Toroslar ve eteklerinin Akdenize doğru coğrafyasının geniş açılı (panoramik) betimiyle başlangıcı için sözü bu kez Leonardo da Vinci’ye bırakması. Yaklaşık bir-bir buçuk sayfalık da Vinci yazısı da Torosları betimler. Ama sözü Yaşar Kemal orada bırakmaz, hemen kendi anlatısına, çevreleme (kompoze) diline geçer. “Toroslar ovayı bir ay gibi çepeçevre kuşatır. Ve Çukurova Akdenizle dağların arasında kalır.” (4, 8)
İnce Memed özünde ağlatısal (trajik) bir yaşam kurgusudur. Ne olacağı bilinir, bilinen beklenir. Başa gelecektir, önüne geçilemez. Yaşar Kemal bunu yapıtlarına öyle güzel yansıtır ki (belki Kırmızı Pazartesi’den5 önce) yapıtı çağcıl romanın yüz akı olduğunca büyük ağlatının son geri dönüşü gibidir.
İnce Memed’de dört kitap boyunca bir zamansal/uzamsal süreklilik ve dönüşümden, bir tümleyici yapılanmadan söz edemeyiz. Her kitap, olay akışında öncekinin bıraktığı yerden sürmüş değil. Tersine her kezinde daha da açılan döngüsel bir çevrim, dört romanı bir sonrakinin öncekini kuşatıp sardığı bir yineleme anlamına gelir. Bundan çıkan sonuçlar önemlidir ve üzerinde duracağız. Her İnce Memed romanı günümüzde kimi TV dizi bölümleri gibi kendi içinde bir bütün olmakla kalmaz, kendini sonrakine aslında kapatır. Yeniden açılışı olanaklı kılan şey ise romanın altyapısını biçimleyen söylen (mit) kipidir. Yaşar Kemal çağcıl bir yazın türünde (roman) devrim yapmış, romanın en geniş anlamda birey(sel)liğiyle geleneksel destanın (epope) bireyi simgeleştiren ortaklık (anonim) dilini bireşimlemiş, olanaksız gibi görünen şeyi başarmıştır. Böylece her İnce Memed kitabı aynı izleğin bir başka anlatı ya da söylem (rivayet) çeşitlemesi (varyasyon) gibi ya da müzikte ana izleğin değişik tını (tonalite) ve kurgular içerisinde yeniden çözülüp bireşimlenmesi gibi anlaşılmalıdır. Bunlar İnce Memed söyleni üzerine çeşitlemeler, yorumlardır (rivayet). Daha da artabilir, çoğalabilirdi. Üstelik, Yaşar Kemal’in yarattığı kurmacanın, İnce Memed’in coğrafyasında sonradan bir söylene (mit) dönüştüğü de söylenir ve bu da tezimizi bir başka yönden kanıtlar.
Diğer dizi (nehir) romanlarından ayrımını böyle vurguladıktan sonra 32 yılda kotarılan İnce Memed’leri kendi içinde ayrıştırıp katmanlamak, söylensel (epik, destansı) döngü gerekçesi dışında Yaşar Kemal’in ve İnce Memed kişisinin (karakter) güncel zamana ve ilişkilere, 50’lerden 90’lara Türkiye’nin toplumsal yaşamına verilmiş bir yanıt, bir direniş günlüğü gibi okunmasını kavramak denli önemli bir başka okuma ve yorumlama biçimi de; Yaşar Kemal dil siyasetindeki evrimi bu tek örnek yapıt üzerinden çözümlemeyle ilgili eşsiz bir okuma deneyimi sağlamasıdır. Ama tam bu noktada ikinci bir araştırma da gündemi büyütüyor. İnce Memedlerin arasına giren öteki yapıtlardaki dilsel ataklar, seçimler, kavrayışlar, bilinçlenim ve üstlenimler İnce Memed geçeneğinde nasıl yankılandı. Tam bir deneyevi (laboratuvar) çalışması gerektiren bu başlık altına elbette Yaşar Kemal dil siyasetinin evrimi ve sıçramalarının çözümlenmesi (analiz) girmek zorundadır.
*
Yazarımızı yazın yaşamı boyunca uğraştıran sorunsal tarihsel-toplumsal koşullar ortasında biçimlenir ve zamansız çocuk imgesi buradan doğar. Tüm yapıtı, yönetsel odakla (merkez) çevre (periferi) arasında6 Osmanlı dönemi temel çatışma tanımı ve kalıbını (şema) sanki kalıt olarak sürdürmektedir. Yapıtının eksenine oturttuğu büyük âşık geleneği (Köroğlu, Pir Sultan, Dadaloğlu, Karac’oğlan, vb.) de böyle güncellenir. Yönetimin baskısı (zorbalık, zulüm, vb.) ve canına tak edip buna karşı çıkan köylü ayaklanmaları… Bu tarihsel çerçeveyi çok da zorlamadan başkaldırının yapıttaki simgesel biçimlenişini ve bu simgelemenin bizi eninde sonunda saf ve her koşulda suçsuz çocuğa taşıdığını, altını çizerek belirtelim. Başkaldıran aslında tüm zamanların (zamansız) çocuğudur ve bir çocuğun çelişkili doğal özelliklerini bir arada barındırır içinde. Ama bu çocuk yalnızca geleneğin başkaldıran anlatı kahramanlarının karşılığı olmakla kalmaz, aynı zamanda halkın çocuksu davranış ve tepki verme biçimlerini de yansılar. Baskı altında halk benzer çelişkiler içinde yine de bir tepkiyi, başkaldırıyı içinde yükseltir ve sonunda billurlaştırır: İnce Memede dönüştürür. Billurlaşma sürecinde korkunun, olmayana erginin payı ise yazarımızın temel tezlerinden biridir. Sonuçta denebilir ki, Yaşar Kemal’in son dörtlemesi (Bir Ada Hikâyesi) dışındaki tüm anlatılarında çıkış noktası çocuk, erkek çocuktur ve genelde ergenlik öncesi, sırası ve ilkgençlik çağındadır İnce Memed anlatısına girdiğinde. Bir çocuğun dünya koşullarına açık, doğrudan, ikircimsiz tepkisinden kökenlenir çünkü söylen (mit). Geleneksel Anadolu destanlarıyla koşutluk ve benzeşim birebir kurulabilir. Haksızlık, baskı, eziyi sindirecek, tepkisini zamana yayacak denli bir yaşamı olmamış çocuk, kendi fiziksel gücüyle oranlı bir başkaldırı yolu dener. Örneğin, köyünü, evini bırakır kaçar. İlginç olan Yaşar Kemal’in roman-destan kurgusunun özne yaşını geriye çekmesi, kırsal yaşam düşünüldüğünde çocukluktan çıkış çağına odaklanmayı seçmesi... Çünkü geleneksel destan çeşitlemelerinde genellikle fiziksel güçle tinsel gücü bir araya getirebilen ve isteminin (irade) buyruğuna veren genç, güçlü adamdır (erkek) kahraman. Onun baş edebilirlik, yapabilirlik gizilgücü kamu (halk) bilincinde doğrulanmış, oturuşmuştur. Yetilerini, becerilerini, sevme ve savaşma gücünü varlığında yoğaltabilen soyut (stilize) kişi olarak toplumların kuşaklar boyunca bilincinde biçimlenip ülküsel gence (başkaldıran insan) dönüşmüştür. Genç kadın(lar) da anlatının yalnızca tümleci olarak katılır öyküye, arada bir etkin özne işlevi görebilse(ler) de. Yaşar Kemal’in kendisi; bilinci bu gelenekle yoğrulmuş, daha küçük bir çocukken, İnce Memed ve öteki çocuk kahramanlarını anıştırırcasına âşık geleneğine bağlanmış, bunu görev olarak üstlenmiş, arkasından tüm yaşamı ve yapıtı boyunca kendi çocuk imgesinden esinlenmiş, yola koyulmuş, kurgusunu genelde bu imge üzerinden yürütmüştür. İnce Memed, son dörtlemesi dışındaki hemen tüm yapıtında, bu imgenin saflığına (pürizm); sorumluluğu boyunu her kezinde aşınca umarsızlığını derinleştiren ikircimine; toplumun iki yüzlü ama yaşamsal çıkarlarına dayalı tepki verme biçimine, söylen yaratma ve ona sığınma konusunda kolay savrulmalarına yine de saygılı, anlayışlı, hoşgörülü bakışına; bireysel derin korkunun davranışların temel seçimindeki kökensel kaynaklarına (“Eşkiyayı korkuyla sevgi yaşatır. Yalnız sevgi tek başına zayıftır. Yalnız korkuysa kindir.”, 1, 67), vb. yapılan sayısız göndermelerin asal imine dönüşür. Öyle ki imgeden ime (işaret) geçilmiş gibidir. Onun türküsü dağ taş dolanır yankılanır, çoluk çocuk İnce Memedleşir artar çoğalırken, çocuk örgesi (motif) büyük kuşatılmanın ortasında Yaşar Kemalin dilinin de ucuna gelir: dördüncü kitabın sonlarındaki Çocuk Memed. Bilmiş, sanki görmüş geçirmiş, büyümüş de küçülmüş, çocuk olmak nedir hiç bilmemiş… Sözün özü dönüp dönüp çocuğu anlatmak istedi Yaşar Kemal, çocuğun hatırına da İnce Memedi anlattı. Hangi çocuk mu? Tüm anlatılarının baş kişisi, görünsün görünmesin, o çocuktur ve o çocuk el ettiğinde uzaktan kendisine gülümseyen, yanına çağırsa da gelmeyen, uzaktan öyle gülen kendi çocukluğudur; varla yok arasında, gitmekle kalmak arasında, yaşamakla ölmek arasında sıkışmış kalmış, ‘ben ne bileyim ben’ diyen Yaşar Kemalin ta kendi olan… İnce Memede kılavuzluk eden Çocuk Memeddir, dağda, yoklukta, kasırganın ormanı kaldırıp indirdiği yerde… Bir insan örneği, insanın en uzak geçmişte ve en uzak gelecekte en güzel örneği… İnce Memedin İnce Memede belki en güzel kapanışı, Memedin Memedi örtüşü, Memedin Memedle ilk ve son buluşması…
*
Yaşar Kemal’in temel izleklerinden biri ilk kez İnce Memedle ortaya çıkıp görünür: İz sürücü 7. İşte bu iz sürücü (takipçi) birçok anlatısında karşımıza aynı oylum ve niteliğiyle çıkacaktır. İleride daha geliştireceği birçok anlatı örgesi (motif) ilk roman, İnce Memed 1’de henüz ham iken iz sürücü örgesi hemen hemen en son kullandığı anlatısında olduğunca iyi işlenmiştir. İz süren, izci kılavuz, yolu gösteren, demirci, dağı eriten, gerçeği açığa çıkaran, söylensel kişidir. İnsanların yüreklerini okur. Toplumu bir yerden öteye taşıma gücü vardır onun, yanıltma ve doğrultma gücü de. Bu nokta ilginçtir. Onun tinbiliminin (psikoloji) çıkış noktalarından biridir iz sürücünün dışarıdan içeriye yönelip yeğinleşen iç çatışması. Hatta öylesine ki bu çatışmanın başka biçimde yansıması İnce Memedde gerçekleşir ve keskinlik düzeyi İnce Memed kitapları ilerledikçe artar, incelikli bir tinbilim çözümlemesine varır neredeyse. Halkının, yoksul köylüsünün ondan bekledikleri (kurtarıcılık, yiğitlik, vb.) ile kendi gücünün bilinci, bireyliğiyle ilgili kuşkusu, korkusunun özbilinci... Bu çatışma, adanma ve kendinden vazgeçme, imgeyi simgeye aşırtmanın zorunluluk (‘mecbur insan’) eşiğidir. Öte yandan bu çatışma eytişmeli tinbiliminin yankılandığı ve söylenin (epik, destan) ikinci büyük halkasını oluşturan topluluk (kişilerin silindiği genel ses, kamu) içinde de belki daha az çatışkılı (dramatik) ama daha çok da ağlatısal (trajik) biçimde, ki ağlatıyı güldürü (komik) olarak da okuyabiliriz Yaşar Kemalde, yankılanır. Topluluk dönektir, beklentilerini dayatma ve düş kırıklığına uğrayıp kargış (lanet) yağdırma konusunda yerçekimsizdir. Toplum tini olayın etkileriyle sağdan sola, yukarıdan aşağıya bir tüy gibi savrulur ve yazarımızın yapıtının özlerinden ve yazınsal buluşlarından biri böyle gerçekleşir. Onu Dostoyevski’yle karşılaştırmak bu bağlam içerisinde olanaklı ve doğrudur. Gözlem gücü; toplumu, çelişkisini, iyi ve kötüsünü ve aşkınlık düşlemini derin tinbiliminde yankılamıştır. Buradan bir biçimbirim (V. Propp) kaçınılmazca doğar, çünkü masalın, söylenin biçimbirimsel (morfem) kalıp yapısını güncelleyen ve buna özünde bağlı kalan Yaşar Kemal, aynı yapıyı hep yineler. Şöyle: Bağdaşık yerel toplum çatlar. Kötü (öğe), topluluk içinde sivrilir ve egemenleşir. Topluluk bölünür, çoğunluk egemenin istencine zorlanır. Açıktan direniş örgütleyemez, içinden, bağrından bir kurban-özverili yiğit çıkarır ve pekinler, onu egemenin önüne çıkmaya zorlar. Bu biçimbirime Yaşar Kemal yapıtı ilerledikçe birçok yan örge de katışır. Örneğin, öne çıkarılan kurtarıcı, kurtarıcılığı üzerine dönüp düşünmeye başlar. İnce Memed 2’den başlayarak ve sonraki nehir romanlardaki ana ve alt izlekler bu kuşkuyu, korku çözümlemesi yaparak derinleştirirler. 1992’de Alain Bosquet’ye şöyle der yazarımız: “Romanlarımda hep korkunun, korktuklarının üstüne yürüyen insanlar bulacaksınız. Ben hep korkunun, korktuklarımın üstüne yürürüm. Bu, benim huyumdur sanıyordum. Sonra öğrendim ki, çok insanın da huyuymuş. Yaratıcılığın kaynağına doğru, ondan beri de neye rast gelirsek… yeni Sofokleslere, yeni Cervantes’lere, yeni Moliere, yeni Shakespeare’lere. O zaman dünyamız daha mutlu olacak.”8 Aslında bu düşüncesi 60’ların başında biçimlenmiştir ve o zamandan başlayarak tüm anlatılarının belki de en önemli (tarih) tezi olarak döne döne işlenir: “Zulüm zulüm değildir aslında, zulüm korkudur. Ölüm ölüm değildir aslında, ölüm korkudur. Hapisane hapisane değildir aslında, hapisane korkudur. Her şeyin temeli, korkudur. Eyvallah, korkunun üstüne yürüyenlere. İnsan soyu içinde en güzelleri, en kutsanacak olanları onlardır.”9Bu düşüncenin kuramlaşması Dağın Öte Yüzü üçlemesinde gerçekleşir, İnce Memed 1’den hemen sonra yayımlanan üçlemeyle. İkilem yaşar istemeden kahramanlaştırılan birey. Bilir ki egemeni (tek kişiyi) alt etmek, yok etmek gerçek kurtuluşu sağlamayacak, Abdi Bey gidecek başka Abdi Beyler gelecektir. Başkaldırısının boşluğunu görür, umutsuzdur ama halkının, içinden çıktığı topluluğun ahı, beklentisi çok somuttur, onun varlığında yoğunlaşmış, billurlaşmış ve kaçınılmazdır. Bana göre Kırmızı Pazartesi karmaşasının (kompleks) ilk yazınsal tanımını yapan bu nedenle Yaşar Kemaldir. Hatta ileri gideceğim, 60 sonrası Latin Boom’u ve öncesinde büyülü gerçekçilik dünyanın öte/başka yoksul yakalarındaki sayısız yazarın öncülüğünü bastırmıştır ve kuşkusuz suç Latin Amerikalı yazarların değil, dünya yazın egemenliklerinindir (Paris, Londra, New York). Yaşar Kemal dünya ölçeğinde aslında hakkı tanınmamış bir büyük öncüdür. Fransa çok geç ayrımsamıştır yazarımızı ve birçok başka nedenle de üstlenmiştir, yaban(ıl)lık tutkusu (egzotizm) bu nedenler arasında en hafifidir. Tüm bu söylediklerimizden kesin olarak çıkan bir şey var ki o da Yaşar Kemal’in özgün ve yetkin bir tinbilimi önermesi, Orhan Kemal gibi tinbilimini kabuktan, algıdan yürütmesine karşın ondan ayrı biçimde betimi de söyleşim (diyalog) denli sıkça kullanmasıdır. Ayrıca Yaşar Kemal söyleşimi soyutlar (sitilizasyon), gerçekliği öteler, söyleşim aşkınlaşır, bir topluluk söyleşimine, hatta sayıklamasına dönüşür. Kişilerin değil topluluğun düşüncesi anlık kesitlerde söze dönüşür ama toplu söz bir salkım gibi, toplum tek bir bireymiş gibi dile aktarılır, söz kişiden kopmuş, tören(si)leşmiştir. Törenselin (ritüel) Yaşar Kemal anlatısının kaçınılmaz yapı birimlerinden olduğunu da bu arada belirtmiş olalım. Sürüsel davranış biçimi, dünyaya bireyleri aşan toplum tepkisi olarak kavranabilir, bu birlikte olmanın alt eşiğinde dolanıma girer.
Tinbilimi Yaşar Kemal’de toplumsallıktan bireyselliğe anlatı düzleminde pek inmez. Her iki tinbilime de çok yakındır ama yapıtını genel, toplumsal tinbilimine odaklar, yoğunlaştırır. Bence de doğrusunu yapmıştır. Çünkü iki koca yüzyıl, dünyada ve ülkemizde, kişinin içinde boğulan tinsellikle kişisini boğmuştur. İndirgemiştir dünyayı. Elbette bunlar birbirlerini yankılamayan iki ayrı, özerk evren ya da dünya değil. Geldiği son yerde uzamsız (mekân) kalmıştır İnce Memed, zamandan taşmış, zamanı(nı) yitirmiştir. Kendi uzamını, zamanını yeniden, yeni Memed için yaratması gerekir ya bunun için fırsatı olur mu? Dünya onu İnce Memed olmamaya bırakır mı?
Bir başka tinsellik deneyimine de değinmeden geçmeyelim. Yine dördüncü kitapta denizin görkemi, sınırsızlığında deniz kıyısında İnce Memedi kendi gerçek insan boyutlarına indirgeyen basınç Yaşar Kemalin buluşlarından, önemli değişmecelerinden biridir. Sonsuz evrende, insan da onun yiğitliği de yiğitliği üzerine koçaklamaların tümü de küçüktür küçük, hiçtir neredeyse. Anlaşılmazdır insanın insana yapıp ettiği… İnce Memed saatlerce denizin karşısında susakalır, oturur, bakar, düşünür. Onun yazgısı bu engin oluşun, sonsuz evrenin neresinde incecik, belli belirsiz çizildi, yazıldı? O kendini bilmez mi hiç, tanımaz mı? Onu başka biri sanmakta ayak direyenlere dürüstçe anlatmaya kalkmadı mı? Başaramadı. Yanlış olan nedir o zaman? Denizin ardından bir başka arınım töreni (ritüel, ayin) de gecikmez: Portakal. Portakal da bir dünya... Onun turuncu balkıması, sıcak uğultusu, sesinin hoş buğusu, güleç şenliği… Bu, bu bir dünyadır, portakaldır.
*
Yazarımız söylen (mit) yaratma sürecini bilim adamı nesnelliği ve titizliğiyle irdelemekte, usun içindeki usdışı oyuğu imleyerek, yaşamlarımıza beklenmedik bir açıklama da getirmektedir. İnsanın umarsızlığı, ezikliği, yazgısızlığına verdiği usdışı tepki tarihi ve eylemi tetikleyebilmekte, usdışının basıncı somut olaya (eylem ve öznesi), başkaldıran usa yol açmaktadır. Kurtarıcı beklenti ve umudu, bir kimsesizi, insanlardan bir insanı alıp baş tacı yapıp yüceltir, nice dirense de baskıyı göğüsleyemeyen kişi (İnce Memed, Taşbaşoğlu, vb.) toplumun onu atadığı yeri doldurarak korkusundan yiğitleşir. Buna kendisi ‘mecbur insan’ diyor. Yine önemli kavram ve tezlerinden biridir. Ona göre, İnce Memed yalnızca ‘mecbur insan’ kavrayışı sağlamadı, sıkışan insanın söylen evreni yaratmasını da çözümledi. Açıkça kahramanlara inanmadığını söyler. Kahramanı halk yaratır.10İnce Memed 2’de sığındığı köyde, Topal Osman ve Kamer Ananın evinde İnce Memedin gündelik gereksinimleriyle sıradan biri olduğuna tanıklık ederiz. ‘Bir avuç çocuktur o’, uykusunda bebekler gibi uğunmakta, ağlamaktadır: o mudur Abdi Ağayı öldüren, hem de kasabanın ortasında, herkesin gözü önünde… İnce Memed kendi sınırını da kavramakta, kıvrantısı; yoksul köylüsünün kötülüğün somut odağına kilitlenmiş beklentisiyle tek zorbayı öldürmenin çözümsüzlüğü arasındaki çelişkiden doğmaktadır. Çıkmazı da budur. Halkının, toplumunun beklentisinin umarsız, dönüşsüz kurbanı olmaktan başka seçeneği yoktur, bilinci ne denli ayak direse de. Üstelik önceki öldürüm (Abdi Ağa) geçici kurtuluşun ardından daha büyük bir zorbalıkla sonuçlanmış, halkın çektikleri daha artmıştır. Köylüsüne bunu asla anlatamayacaktır İnce Memed. Eşkıyalığı bırakmış, kurtarıcı olmayı yadsımıştır. Herhangi biri olmak istemektedir. Sıradan biri. Büyük beklentinin beklediği insan olmadığının bilincinden ürkmüştür. Bu Yaşar Kemal önermesi, aslında Dağın Öte Yüzü üçlemesinde geliştirilmiş ana izleklerinden biridir yazarın. Neredeyse bu tezi doğrularcasına yazmıştır ve kaynağında Nazım Hikmet’in Kuvâyı Milliye Destanı (1941) vardır, Karayılan anlatısı. İnce Memed göreve, anlatıya, kuşaklar boyu toplumun bilincinde yatan kurtuluş özlemine, düşlemine doğru itilmektedir. Saklansa, don değiştirse, adını (Kara Mıstık) silse de dünya ona baktığında takılmışça İnce Memed görmektedir, ne yapsa kurtuluşu yoktur. Aslında bir çocuktur, onu yaratan Yaşar Kemal denli ve hep, çocuk... Bir anda tüm söylen çözülür, yere iner, çırılçıplak bir çocuk olarak kalakalır İnce Memed, orada çoban çocuğa sevgiyle bakar, gülen, yumuşak bir sesle seslenir: “‘Çocuk kardaş, nolursun beni gördüğünü candarmalara söyleme, ben İnce Memedim.’ (…) Birden aklına geldi: ‘Ben bir kuş öldüremem,’ dedi. ‘Bir karıncayı ezemem. İncinir diye bir arıyı, bir kelebeği, bir kuşu tutamam.’ Şu anda, belki dünyada en çok elindeki tüfeğe, belindeki hançere, bedenindeki koşar koşar fişeklere şaşırıyordu. Kendine bakıp bakıp gülüyordu.” (2, 188)
Zaten dördüncü kitapta Ferhat Hoca, dönüp İnce Memede ‘Adam öldürmeye alışamadın hiç,’ der. Bu İnce Memed anlatısının tersinmesi, acısı, bilinci, ne derseniz odur. Okudukça İnce Memed eşkıyasının içinden yazarla birlikte bir çocuğu çıkartırız, ölüme öldürmeye inanmayan, tüm varlığın ne insanına ne böceğine kıyamayan bir sevgi varsayımı. Romanı ilerleten ise bu sevgi varsayımının, İnce Memedin insanca önermesinin dağlara taşlara kafasını çarpa çarpa parçalanması, yoksanması, yok edilmesi. İnce Memede kendi olmak iznini dünya vermedi, belli ki vermeyecek. Yine yapıtın temel düşünsel tartışmalarından biri yapılmaktadır. İnce Memed kendisini, kendisinden bekleneni ve anlayamadığı bu şeyi döner Ferhat Hocaya sorar, bungun, yanık, sıkıştırılmışlığı içre. Ferhat Hoca ne desin: ‘Bilemem.’ Ama İnce Memed onca yaşanmışlıktan bir sonuç çıkardı çıkaracak neredeyse. ‘Biz umut oluyoruz.’ Ferhat Hoca coşmuş: “Allah seni bir tek şey, bir tek, bir tek şey için yarattı, baş kaldırman için yarattı. Allah sana büyük hazinesini, tek kıymetli varlığını armağan etti, yüreğindeki umudu verdi sana… Başkaldırman için umuttan daha değerli bir şey, bir silah veremezdi sana. Onun verdiği umudla, sen eğer başkaldırmayı öğrenseydin, ölümü bile yenerdin.” (4, 304)
*
Yine bir ilkörnek (prototip) İnce Memed 1’de belirir ve yine tüm Yaşar Kemal yapıtı boyunca yaşamını sürdürür. Daha sonra bu ana kadın tiplemesi köy gerçekçiliği akımı içinde kurmaca, iyice soyut, düşsel bir ıra (karakter), özellikle köy anlatılarında çadır direği işlevi görmüştür. Yazarımızda ise Iraz, Meryemce, vb., romanların güçlü soluğu, süreği işlevi görmektedir. Direnişi kadınla, dişiliği direnişle tümler ve eskil bir tapıncağı (kült), anaerkiyi belli belirsiz ve etkili biçimde çağrıştırır.
Örneğin, Hürü Ana Hürüce Mustafa Kemal Paşaya küstür ya sıraya Köroğlu’nu koyar: “Seni olmaz olası seyisin hıyanetlik oğlu…” (4, 219) Verip veriştirir. Yaşar Kemalde ve öteki kır tanığı yazarlarımızda kadın ana örgesinin en parlak betimi, simgelenir. Onun sapanlaması, öfkesi, öğüdü, sevgisi, her bir şeyi kutsaldır. Düşü, sayıklaması, saçmalaması, sesi, tükürüğü şifadır. O kadın anadır, bir tür ermiş, yalvaç anası… Hem de herkesin anası… Ne dese ne yapsa yeridir. Öfkesini getirir dünyanın zulmüne, zulmü ağalara beylere dayar ve içten içe kaynayan bir direnişi örgütler. İlk ve son başkaldırıcıdır (isyancı), ilk ve son yenilen. Yenilmeyi yitirme olarak yaşadığınca gerçekçidir, son bedeli o öder.
2. İNCE MEMEDDE DİLİN EVRİMİ VE TARİHSEL TOPLUMSAL GÖRÜNGE
Açıklama: Metin boyunca, İnce Memed 1 (1955),Adam Yayınları, Sekizinci basım, Ağustos 2000, İstanbul, 422 s.; İnce Memed 2 (1969),Ant Yayınları, Birinci basım, 1969, İstanbul, 590 s.; İnce Memed 3 (1984),Toros Yayınları, İkinci basım, Ocak 1986, İstanbul, 691 s.; İnce Memed 4 (1987), Yapı Kredi Yayınları, Birinci Basım, Ocak 2004, İstanbul, 639 s., kullanıldı.
Yazı, uzun bir çalışmanın kısaltılmış ikincisi olup Ocak-Mart 2023 arasında yazıldı.
Yaşar Kemal, yapıtları ve diğer yazılarında özel adları üstten kesme ile ayırmamıştır. Biz de bu çalışmamızda onun yazım biçimine bağlı kaldık.
Zeki Z Kırmızı
İnce Memed 1’de, Durmuş Ali (İnce Memedin köylüsü) ağzından kaçırır anasının öldüğünü. Üzülür söylediğine, şöyle der: “Ben ne bilirdim ben!” (1, 231) Büyük yapıtın kök sapı ya da sözü böylelikle bir kez daha yüzeye çıkar. Bu deyiş, ilk Yaşar Kemal’in Pis Hikâye (1952) adlı öyküsünde belirir ve ondan sonra tüm Yaşar Kemal yapıtının kökünde ve yüzeyinde bir doğa, dilsel ıra (karakter) olarak yaşamı boyu onu izler. Aslında deyiş tüm Yaşar Kemal yapıtının özü, hemen hemen her şeyidir. Birçok Yaşar Kemal kişisinin ağzından duyulur. Kişinin toplumsal kimliğinden bağımsız, kendini içinde bulduğu duruma verdiği umarsız tepki biçimini yankılar. Neredeyse bir toplumsal tepkedir (refleks). Bunu çoğaltıp yükselterek, Anadolu insanının sonul tepki verme biçimine, bir genel toplumsal belirtkeye taşıyabiliriz. Yazar da böyle yapmıştır. Bu deyiş ve arkasından doğan evren yazarımızın yapıtı için açkı, kilit taşıdır. Yaşar Kemal incelemelerinin de çıkış noktası olsa gerektir.
İnce Memed ak kâğıt üstüne bir nakış, toplumsal belleğe bir kakmadır. Yaşar Kemal dilinin, özellikle doğa, coğrafya betimlemelerinin ilk örneği (prototip) burada yaratılmış, sonraki tüm yapıtı boyunca benzer sözcük, tümce, dil seçimleriyle yinelenip durmuştur. Sonsuz bir yineleme gibi görünen ve bazen tepkiyle de karşılanan tutumunu arada kendisi de tartışmalı bulur: “Bende tekrarlar var. Siz beni korumak için olacak, hep, bunu benim epopelerden aldığımı yazdınız. Bence öyle değil. Sözlerimin büyüsüne kapılıp, veryansın ediyorum. Usta bir anlatıcı, sözü yazıya dökmüş bir kişi için büyük bir kusur. Şu söz, o kadar önüne geçilmez bir büyü ki, büyüsünden kurtulamıyorum.”11 Ama aynı söyleşide, biraz ileride, yineleme döngülerine değişik, karşıt bir yorum da getirir:“Tekrar bile bir yeni yaratma değil mi?”12Biz ikinci görüşü destekliyoruz. Onda en başından yineleme (tekrar) bilinçli bir öncelemenin döngüsel anlatımıdır. Doğa sabırlı ve kendini yineliyor gibi görünen, öyle sanılan ve zamanları aşan döngüsüyle yapıtın asal örneğini oluşturmuştur çoktan. Yazarımız da insan çatışmaları içerisinde kayan zeminleri, yerleri doğalaştırmak, altta yatan geçiciliği anlatmak için bıkmadan yorulmadan hemen hemen aynı anlatımları ısrarla kullanır. Derdi, anlatma güçlüğü, sığ dağarı değil, tersine evrenin varsılllığı karşısındaki insan öyküsünün sığlığını, geçiciliğini imleyip bir güçlü, anlamlı gönderim noktasını sürekli göstererek değişmez başvuruyu (referans), doğayı yine anımsatmak, tutunabileceğimiz yeri duraylılaştırmaktır (sabitleme).
Kurgu, ilk İnce Memed’de acemicedir. İzleyen bölümler zamanı ansal bir işleyişle değil mekanik bir düzenekle geriye alır örneğin. Eşzamanlı olay akışları arka arkaya sıralanır çünkü olay birden çok yerde yankılanmaktadır. Zaman İnce Memedin kaçışıyla aktığı sırada köyünde oğlu eve gelmeyen anne Döne’nin de aynı zamanı başka uzamda akıtması gerekir. Buna bir üçüncü, dördüncü de eklenebilir. Daha ileride çözülecek sorun burada, gerçekliği zamanda ve uzamda çok boyutlu saptayabilmek için zamandizinsel (kronolojik) akışı bozmak zorunda kalır. Öteki uzamda zaman başa sarılır (bir dönem TV, Brezilya dizilerinde sıkça tanık olduğumuz üzere). Hangi yöntem kullanılırsa kullanılsın üretilen çözüm, anlatıcının görüngesini (perspektif) kırmadan, dış anlatıcı durumunda bile zamanın mekanik bir düzenle bir ileri bir geri savrulmasına izin vermeyecek biçimde zaman ve uzam boşluklarını kimi ipuçlarıyla okura bırakmaktı. Ama kurgunun kara deliğinden söz ediyoruz ve saltık çözümü bizce olanaksızdır. Her koşulda, kurgusal anlatının önvarsayımı, yani bir olanaksızlık noktası (bilinmez) söz konusudur ama gelişmiş uygulamalar bu açık noktanın okura sertçe çarpmasını önlüyor. Okur da bu önvarsayıma genelde saygılı olduğu ve kaldığı için okurdur. (Gizli uzlaşım). Ama kör parmağım gözüne boşluklar, onaylanamaz geçişler yazarın ve okurun yeni bir gerçeklik yaratma ve orada uzlaşma niyetini epeyce ketleyecektir. İnce Memed 1’in geçici açmazlarından biri budur ama destan (epope) göndermesi, anıştırması okur anlığımızın (zihin) boşlukların üzerinden sıçramasını ayrıca kolaylaştırmaktadır. Bir adım ötesi masalın evrenidir. Yaşar Kemal olayların zaman akış sorununu ikinci İnce Memedden başlayarak çözmüştür. Bir yerde anlatılanın karşılığı başka yerde de geçmiş olur ve zaman geriye sarılmaz. Yer değiştirildiğinde zaman ilerlediği yerden sürer. Okur usu (rasyo) düş gücüyle pekişir. Anlatılmayanı okur tümler ve kurgunun koşulu olan kusur, oybirliğiyle (oydaşma) aşılır. Bu çözümünü daha ileride Akçasazın Ağaları’ndan (1974) başlayarak daha da geliştirir Yaşar Kemal ve zamanı geriden ileriye doğru akıtan olay anlatısını kırar, böylece döngüsel zaman/uzam kurgusuyla dünyada ve ülkemizde başvurulan değişik anlatım uygulamalarını özümseyerek özgün bir sarmal (spiral) ve göreli (rölatif) kurgu uygulaması yaratır.
İkinci kitapla birlikte artık doğa ses çıkarmaya, anlatının yalnızca arkalığı olmaktan çıkmaya, aslında anlatının gerekçesi, yurdu olmaya doğru yekinmiştir. Yaşar Kemal Dağın Öte Yüzü’nden geliştirdiği doğa güzellemesi ve yeni doğa bilincini bir dil taşkını üzerinden aktarmayı yazınsal siyasetinin (poetika) neredeyse amacına dönüştürmüştür. Çünkü direnişi, başkaldırıyı oturttuğu, örneklediği zemin doğanın bitmeyen uğultusu, coşkusu… Bu bilinç Yaşar Kemal’i dünyayı iki uçtan en küçük (mikro) ve en büyük (makro) yanlarından kavramanın eşsiz tadına taşımış, özellikle de en küçük evren (mikro kozmos) kavrayışı büyük eytişmeli (diyalektik) bir varoluş dalgası olarak yapıtının derin dokumasını biçimlendirmiştir. Dil, birinci kitabın amacını çok aşan bir dünyalılık kavrayışının coşkusunu karşılayacak yansılama düzeyini yakalamış gibidir. Artık yeni dil budur ve insan dili ötesinde, onu da kuşatan bir doğa, yani dünya dilidir. Doğa ile insan ister çatışsın ister uzlaşsın bir daha birbirinden ayrılmayacak, son dörtleme (Bir Ada Hikâyesi) bu anlamda yazarın, yazınımızın bir başyapıtı olarak seçikleşecektir.
Tüm İnce Memedler boyunca İnce Memedi ortasına (merkez) alan kapanma, sonra yırtılma, kaçış yolu ve açılma; kapanıp açılan gün ya da çiçek, mevsimler, vb. gibi bir dizemlilik, döngüsellik oluşturur. Yaşar Kemalin en görkemli dilsel yansılamasıdır. Yerkabuğu zamanlar aşan bir çevrimle çöker taşlaşır, yinelenir, doğa uzunlu kısalı dönemlerle döner durur, dillerimiz, anlatılarımız, öykülerimiz yinelenir, gelir, çöker, katmanlanır, inceli kalınlı anlatı katmanları yerbilimsel (jeolojik), katmanbilimsel (stratigrafik), çökelbilimsel (sedimentolojik) bir sonsuz dizimde, dönmede birikir, yığışır üst üste. Dünyanın kabuğu, dilin kabuğu, sonsuzmuş izlenimi veren bu döngüde hem güvenlik arayışımızın, eşsiz yanılsamalarımızın kaynağı hem de acı, buruk, beklenmedik kırılıp dökülmelerin, kopuşların, kıyametlerin kaynayan kazanı olarak alır bizi de çevirir yazarımızın Akdenize çöken hortumları gibi.
Yine geniş açılı bir görüngeden (perspektif) gireriz 80’li yılların İnce Memedler evrenine: “Kimi yıllar Çukurova’ya bahar birdenbire iner.” (3, 7) Yaşar Kemal’in işlenmiş dili ve dünya algısını örgüleme donatısı doruklardadır. Varlık harmanı, dili kökünden dal ucuna hortumlar, kaldırır savurur çevirir dünya uğultusuna denkler. Yazılan, insanların şu açtıkları oyuklar içinde küçük oyunları, çatışmaları, didişmeleri, iyi kötü yazgılarının çok ötesinde bir dünya anlatısı, bağlamı, yurdudur. İçine tüm varlık katışır, tüm belirtileriyle, olma kıpıları, albenileri, ölümüne yaşam, dirim güdüleriyle… Harita çizilir, coğrafya yakınsar, anlatıcı dünyanın ısısını, yağmurunu, sesini, gidişini, sıkışıp genleşmesini yankılar. “Verimli, milli düzlüklerden sonra Torosun kıraç, kepir taşlı etekleri başlar.” (3, 9) Sel dağları oyar, Çukurovaya taşır. Öykümüzün yurdu insanı aşan ölçeklerde oluşur, biçimlenir. Bitki, dikeniyle otuyla çığlık çığlığa, atlar yel geçişli bir uçtan ötekine, öyküler, tutkular, öfkeler ve sevdalarla akadurur. Atlılar geliyorlar geliyorlar, Memedin üstünden doludizgin akıp gidiyorlardı. Memedse başını bir türlü kaldıramıyordu. Dünya onca yapıp etmelere karşın yine bir eksik dünyadır, daha da kötü… Ne yapsın İnce Memed, nereye kaçsın, saklansın, görünmez olsun? Bütün bu alıp vermeler, iç sesin Yaşar Kemal dilinde yerinin, oylumunun arttığı, bilincin belki geriye büyük savrulmalar olmadan sular seller gibi çılgın akışının öne çıktığının da kanıtı. Dil işlenmiş, neredeyse son biçimini, anlatım gücünü yakalamıştır. Bu dil dönüp dönüp dünyaya bakacak, yeniden sarıp sarmalayacaktır. Önüne geleni de ister çakıl taşı, ister su, ister çocuk, at, ot, ne olursa katıp sürükleyerek. Varlığın su diline varmıştır yazarımız, dil engelini dağıtmış atmış, yeryüzünün ve içindekilerin üzerinden selce akmaktadır. Yağız atla İnce Memed artık bir ve bütündür.
İçerik deyince de ayrıca orada durmak gerekiyor. Yaşar Kemal’in içeriği bu biçemidir (üslup), dilin özü, ta kendidir. Dil öz yetisinden esrik, şaha kalkmış, yazarın deyişiyle dörtnala kopmuştur romanın düzlüklerinde. İçerik eğer bir anın kişisi, içerik eğer eylemin sırası, içerik eğer insanın öyküsü ise dil tümünü sırtlamış, arkasına takmış, sürüklemektedir ve Yaşar Kemal’den başka bir şey ummasın bundan böyle hiç kimse. Artık yaratıcı yazardan da öte, yaratıcı usta (virtüöz), dil çağası, belirişi, görünümüdür ve görevi de işte tam budur. Dili kakmak, dili dürtmek, dili varoluşun sırtına sürmek, varlığa sonsuz koşusunda eşlik etmektir. Çünkü bu dil ne anlattığını da elbette bilir, bu dil içeriğini üretir sürekli. Yaşar Kemal dili asla boşa düşmez, boşluğu kapar, yele dönüştürür, dili yel, yeli dil kılar. Anlarız ki artık söylen bir kişinin söyleni değil, börtü böcek dünyanın söyleni, yası, sevincidir. İçerik akışı, dosdoğru yürümeyecek, sapmaların kendi içerik yapacak, asıl anlatılan doğaya, çocuğa, çıkarsızlığa, neşeye övgü olacaktır. Bu cıvıl dünyadır yaşayıp ölen, dönen, yine yaşayıp ölen… Bu dünyada bir arı olmak, bir çağa, çocuk olmak, bir İnce Memed olmak, bir yağız at, bir karınca, köy olmak aynı ve eşdeğer şeydir ve ses, dünya uğultusu tümünün sesi, uğultusudur. Göçer yörükler, yerleşim, tarımda sanayileşme, düzensiz işgücü yanında düzenli, yerleşik işgücü beklentisi Torosların ve aşağıya, denize doğru bereketli toprakların yeni dokuması, karkası, altlığıdır artık ve Yaşar Kemal bu sürecin, tarihsel-toplumsal dönüşümün bilincidir, keskin duyarlığıdır. Orhan Kemal, öncesine, dönüşüme bakmaz, şimdisinde durur sürecin, dikkatle kayda alır, yeni insanı görür. Yaşar Kemal dünden gelen insanı kolayından bırakmaz, onun diline, türküsüne, değerlerine bağlı (sadık) kalır, arkada kalmasına gönlü el vermez, dil verir, beden verir, tin sağar. Söylenin (destan) son yüzü, ağışı, selamlayışıdır geleceğin dünyasını.
Ve gelinen son yerde Yaşar Kemal’in dili doğanın neredeyse aracısız, doğrudan, değişmecesiz bir uzantısı, parçasıdır ve bu dil uzunca bir süredir Yaşar Kemal dili diyebileceğimiz dildir. Bu dilin önüne sıkça yarpuz, çam, karınca, alabalık çıkar, dil onların biçiminde, biçimiyle akar, tümü bu. Betimlemez bile, balıkla balık, kelebekle kelebek, arıyla arı dildir. Zaman zaman burgaçlanır, kasırgaya dönüşür, ileri gider karabasanlaşır. Yaşar Kemal dili okuru basar, toprağa bastırır ama sonra tutar kolundan, kaldırır, havalandırır, uçurur dörtnala… Yazınımızda dili belki Kemal Bilbaşar (Cemo, 1966; Memo, 1968) günümüzde de Faruk Duman tam da böyle, varlıklar arasında varlık(laşmış) olarak kullanır. Bu nedenle romanın nesneleri, yapıları, ilişkileri arasında bir üçüncü varlık (nesne) olarak dil girer ve bazen de yapıta ters gider. Alain Bosquet’ye de söylemiştir bunu: “Doğanın, insanın gerçeğine, anlatımın büyülü gerçeğine, sözcüklerin büyüsüne kapılıp gitmek. Bu büyülü dünyanın gerçeğine, gerçekten daha çok gerçek eklemek.”13 Çünkü bu noktadan sonra yazarımızın derdi dile yer açmaktır öteki varlıklar arasında. Olay örgüsü, kurgu, tür, yazı vb. ikincilleşir birden. Sonra dünya yine döner. Yine anlatı (rivayet) yeni biçimiyle gelir, yüreklerimize oturur. Bu tarihin anlatısıdır, dille direnişin, dille uygarlaşmanın, varlıklar barışı sofrasını kurmanın anlatı ataklarıdır. Yaşar Kemal’in yazar ve insan (kişi) bilincidir bu. Yalnızca klasik ya da çağcıl (modern) yazınsal çabayla başlayıp biten bir serüven hiç değil.
Aynı kavga aynı döngüleri tetikler ve roman da döngülere takılı aynı çevrimle dönenir. Yaşar Kemal, dördüncü İnce Memedde (280 vd.) sanrılı, bungun diline başvurur. Bunu daha önce Akçasazın Ağaları’nda geliştirmiş, kullanmış, son dörtlemesinde (Bir Ada Hikayesi) doruğa taşıyacaktır: Sırık, kesik baş, Hatçe, yılanlarca boğulan çocuklar, izini süren karanlık adam, donmuş deniz, boğa derisinden çarık, imgeler, görüntüler üst üste, alt alta… Yağmurcuk kuşu. Mavi. Yanı başında kıvrılıp kelep olan mavi uzun bir yılan. Çatal dili hışılıyor. Kaç gün kaç gece…
Böylece ağıt sahnesi Yaşar Kemal genel anlatısının kilidi, özü, var olma kavgası olur. Yazısını dalın, yaprağın, çiçeklerin en ucuna taşımanın ustalığı, becerisi, dilin ekinöte doğallaşmış taşkını, dilsel doruk, dile bağışlanmış, adanmış türküsüdür ve İnce Memedler de içinde büyük romanlarının dönüp dolaşıp çıktığı, yerleştiği, vardığı ilk ve son yerdir. Ağıtın kendi değil, ağıtın betimi, anlatısı. Ama bir nokta gelir orada betim, aktarım ağıda dönüşür (edimsel anlatı). Yaşar Kemal dünyaya, dünyanın ölüsüne, yıkımına ağıt tutar. O sözünü ettiği büyük ağıtçı analar, kadınlardan, bana kalırsa kamlardan (şaman) birine döner. Alır okurunu, direk boyunca, yerden yukarı, göğe taşır. Ölüyü ölmezler, diriye katar, dili kendi üzerine kakar (hakkeder), dil (Türkçe) anıtlaşır. Bu işlemi, yüksek fırında dil kavurma işini, bir de Türkçe, Kürtçe destan aktarımlarında yapar. Dil kıvamını bulduğu andan sonra gerekçelerinden, yakın nedenlerinden kopup yükselir, genleşir, kendini seyreyler. Yaşar Kemal okurunun bu sahnelerle birebir, sahici yüzleşmeleri, dilin akışına, dizemine kendilerini bırakıp yuvalanmaları, dille akmaları gerekir Yaşar Kemal okuru olabilmesi için. (4, 485-6) 1992’de Alain Bosquet’le söyleşisinde şöyle diyor: “Dilin gücünü, onun gücünün sonsuz olduğunu denemelerimle o yaşlarda kavramıştım. Dilin büyüsüne, gücüne öyle inandırmıştım ki kendimi, şimdi bile bütün insanlığı dilin kurtaracağına inanıyorum.”14
*
Yaşar Kemal’in gençliğinin 1950’lerde Çukurovada traktör baskınına uğradığını biliyoruz. Bu makineleşme kendisinin özel bir içerik yüklediği bir yabancılaşma, doğadan uzaklaşma ile sonuçlanmış olsa da ona göre aynı teknoloji yıkım getirdiğince kurtuluşu da sağlayacaktır. Hemen tüm büyük nehir romanlarında, İnce Memedler de içinde olmak üzere tarihsel-toplumsal arkalık bölgede toprağı ve toplumu hallaç pamuğu gibi atan bu büyük dönüşüm sürecidir. Çok sancılı geçen dönüşümde yer alan oyuncular, konumlarına göre ya zulüm yapmış ya zulme uğramışlardır. Siyasal erkin odağı (Ankara) ile onun bölgeye uzanan kolu ve yerel egemenleri köylü üzerinde acımasız bir şiddet uyguladılar ve Yaşar Kemal kişisel olarak bu ilişkilenme biçimini kendi içinde neredeyse hiç tartışmamış, böyle benimsemiş ve yansıtmıştır: “Cumhuriyet çağında karakol dayağı yememiş hemen hemen hiçbir köylü yoktur. Vergi demiş dayak atmış, yol parası demiş atmış, kız kaçırma demiş atmış, tanıksın demiş atmış, sonra da keyif için atmış… Atmış oğlu atmış.”15Üç yıl sonra öfkesi ve dili daha serttir: “Her şey çok açık. Cumhuriyet kurulduğundan bu yana, ilk günlerde, yıllarda diyelim, ulus-devlet bir yarı diktatoryaydı. Ne olursa olsun Osmanlı kurumları sürüp gidiyordu. Küçük bir değişiklik de olmamış değildi. Yalnız halk her zamanki gibi büyük baskılar altındaydı.”16Göçerleri, göçerlerin Çukurovaya yerleştirilmelerini (iskân), yaşanan acıları da Yaşar Kemal ana izleklerinden biri olarak yeri gelmişken belirtelim. Bölgenin çatışmalı, karmaşık tarihi yazarımızın genel anlatısından bir daha da kopmaz. Genel yapıtının ana izleklerinden biri olmakla kalmaz, şiirsel altyapısını da örgüler. Yazarımızın tüm Çukurova anlatıları bu tarihsel sürecin ürünüdür. Verimli düzlükleri ele geçiren ve palazlanan ağalar beyler; göçeri, yoksulu, köylüyü yerinden yurdundan eder, iliklerine değin ezer sömürürler. Abdi Ağa gibiler uçtaki en küçük zorbalardır. Onun arkasında daha irice ve yönetimle ilişkili, bağlaşık daha büyük uğursuzlar, ikiyüzlüler, hırsızlar elbette vardır.
“Mustafa Kemal Paşanın sağ kolu Arif Saim Bey’ de öyküye katışır. İleride, gelecek büyük anlatılarda da sıkça çıkacaktır karşımıza. O Cumhuriyetle Güneydoğunun arakesiti, iki tarihin buluşma noktasından doğan Janusudur17. Arif Saim Bey Ankaranın gücü, desteğiyle Çukurovayı ele geçirenlerin (ele)başıdır. Bölgeden çıkmıştır, bölgeyi bilir, ulusal direnişe ve savaşa katıldığı, hatta öncülük ettiği söylenir, bazen doğru bazen yalandır bu. Ankarada ağırlığı Güney cephesinde geçen adı nedeniyle büyüktür. Savaş kahramanı görüntüsüyle başkenti arkasına alarak Ermeni çiftliklerini haraç mezat ele geçirmiş, asla doymak bilmemiştir. Cumhuriyet nedir sorusunun Yaşar Kemal’de karşılığı, simgesidir. Yazarın (ön)yargılarını, indirgeyici kalıp biçimlemesini gerçekten oldukça yüzeysel, derinliksiz ve ne yazık ki duygusal bir yaklaşımla karşılar. Romanların kötüsü, kötülüğün uçtaki, aslında odaktaki az görünür, etkili simgesi… (Demek, Ankaraya yaklaştıkça kötülüğe de yaklaşılır.) Kesikli, kopuk ve içerik tersleyen bir çizginin uzak, erişilmez ucuna yakın kişisidir (karakter)… Bu aracı kişiler ile Cumhuriyetin Çukurovaya inişi, orada yapıp edişi bir suça, dolayısıyla anlatı bir suçlamaya dönüşür. Jandarma ve kiralık eşkıya, yerel aşiret beyleriyle, ağalar ve yöneticiler (kaymakam, vb.) buyruğundadır. Yönetsel odak (merkez) yerel işbirlikçileriyle uzak geçmişte (Osmanlı düzeninde) nasılsa öyle yoksul köylüyü, ırgatı, göçeri, işçiyi ezmekte, yok etmekte, varlıklarına el koymakta, öte yandan bölgede tarım endüstrisi (kurutulan bataklık, pamuk, vb.) ve sanayileşmenin acımasız öncülüğünü (çırçır, dokuma fabrikaları…) halkın kanını içerek gerçekleştirmektedirler. Bir yandan tarıma makineyi, çiftliği, kasaba ve kentlere fabrikaları sokarak da tarihsel işlev görürler. Yaşar Kemal birey olarak süreci çift yanlı bıçak sırtında algılar ve anlatır. Ama yöneticiler ve uzantıları ile köylü arasındaki tüm aracılar Ankara’ya yaklaştıkça seçkinci, burunlarından kıl aldırmaz, tepedenci, dayatmacı, küçük dağları ben yarattım havalarında uzak, duygudan yoksun, soğuk ve nemrutturlar. (Mustafa Kemal niyeyse ayrı tutulur her kezinde, köylü ağzı söylentileri çerçevesinde, yarım ağızla.) Söz konusu aracılar köye, köylüye yaklaştıkça insan yanlarıyla, yine şiddet eğilimi, artan kıyıcılık, zorbalıklarıyla, ama açıktan yekten, mertçe öne çıkarlar. Aynı yerel zamanın, dilin, sopanın çelişik iki ucu gibi uzak ama yakındırlar köylülere… Yaşar Kemal söyleni ve çelişkisi de tam burada yatar. Doğana da ölene de ağıt yakılır, gelene de gidene de ve iyisi kötüsü aynı anlatının vazgeçilmez, tümler parçalarıdır. Hemen unutmadan belirtelim ki, Yaşar Kemalin kötü kişileri, bütün o yerel, bölgesel, ulusal ölçekli beyleri ağalarının adları birbirlerini fena halde çağrıştırır. Özellikle ünlü ses benzerliği, adların aynı kötülüğün çeşitlemeleri olduğu yönünde güçlü bir kanı uyandırır. Bu da önemli bir Yaşar Kemal örgesidir (motif).
Yaşar Kemal Cumhuriyetin dilini (!) git git açıktan alaya almakta, abartılı biçimde küçük düşürmekte, bu yerel zorbalarla Cumhuriyeti ayrı gayrısız görmeye özen göstermektedir. Aslında düşüncesi zaman içinde değişmiş değildir. Zorbalığın öteki ucu Ankaradadır, burası kesin. Mustafa Kemal mi? Hayır, ama en yakınındakiler, onu kullanan, yöneten çevresi… Yazarımızın genel yapıtının en büyük sorunlarından biri yerel bağlam ile genel bağlam arasındaki ölçüyü, oranı kaçırması, iki bağlamdan öteki bağlamın kaldıramayacağı sorunu birbirlerine rahatlıkla atamasıdır. Yerelden genele ya da tersi yan yana dizili, sıralı olgular bir anlamlı küme oluşturmadan, birbirlerine göre ve eşdeğerlidir. Birinde neden ötekinde sonuçtur. Yan yana aynı olgulardır uzam/zamandan alabildiğine soyutlanmış, bu nedenle anlama iyiden karartılmış… Bu halk bakışı, halkın ortalama bakışıdır aslında. Bir değer yargısına bağlanıp önermeye doğrudan ya da dolaylı biçimde dönüşürse at izi it izine karışır kaçınılmazca. Bu nedenle tarihsel bağlamı genelde ve yerelde ayıramayan okur eğer hazırlıksızsa, düz usavurumla bugün nasıl Türk denilince belli ağızlarda kastedilen şeyi anlıyorsa dün de Ankara denince TBMM’den yerel ağa ve devlet temsili kurumlarına, candarma karakoluna dek aynı ve özdeş bir acımasız, zorba devleti, yönetim biçimi ve kişileri anlar ve Yaşar Kemal bunun böyle anlaşılmasına yerel bağlam çevreninden ne yazık ki katkıda bulunmuştur. Yani feodal bir düzlem ya da bağlamdan Cumhuriyet ülküsü aşağılanmış, karikatürize edilerek ırkçı, ahmak, çıkarcı, asalak bir yönetim olarak resmedilmiştir. İşin yadırgatıcı yanı, bu kurgusuyla çelişen düşünceleri de ayrıca vardır ve cesaretle dile getirilmiştir onlar da (özellikle yazılarında).
Yakın tarihimizde Ankaraya ‘başkaldıran gericilik’ olarak aktarılacaktır olayların önemlice bir bölümü. Bu çözüm belki Yaşar Kemalin de çözümü olacak mı? Cumhuriyetin yazdığı tarih Doğuda ayaklanmaları ‘gerici ayaklanmalar’ olarak nitelemişti. Acaba? Haber Ankaraya nasıl ve kimlerce aktarılıyordu? Yaşar Kemal bir kuşku tohumunu ve belki çoktan inandığı bir şeyi dile getirmektedir. Az yukarıda belirttiğimiz gibi, devletin somut temsilleri yazarımızda hep egemenin, zulmün doğrudan, dolaylı destekçileridir. Karşıt bir örnek mumla aransa bulunmaz. Oysa yazarımızın yaşamöyküsünde, anlatısının seyrek kimi bölgelerinde aydınlık bir kaymakam görünüp yiter arada. Ama tümü budur. Devletin savaşçısı, yöneticisi ağaların beylerin şöyle ya da böyle adamlarıdır ve köylüye, yoksula kan kusturma aracılığıdır işleri güçleri.
Öte yandan mertlik söylemi geleneği diriltip yenileyen bir söylem olarak roman türünü yüzyılımızda olmadık yerlere, tartışmalara taşır. Cesaret, yiğitlik hangi zamanı ve insanı, hangi coğrafyayı nice bağışlatır? Bir çelişki, çatışma ötesi dil, zemin için yeterli bir varsayım mı? Böylesi açık, sözlü ve doğrudan bir mertlik dili nelerin üstünü örter, neleri açığa çıkarır? Bu çok önemli bir ikilem ve Yaşar Kemal’in bamteli, zayıf halkalarından biridir. Açıktan değil ama dolaylı biçimde hem ekinimiz hem ekinimizin büyük, öke (dahi) sözcüsü Yaşar Kemal bu ikilem arasında gerilir kalır. Bir önermeye asla dönüştürmez geçmişin sözel, açık doğrudan (değmeli) ilişkilenme biçimini. Çünkü şiddeti, dehşeti, acımasızlığı daha az, bağışlanır değildir gerçekte ve geçmiş özlemi (nostalji) olsa olsa bugünden bir aymazlık, budalaca bir karartma anlamına gelir. Öte yandan sayısız kez dolayımlanmış günümüz insan insana ilişkilerinde somut tutamak noktaları oluşturmak, konumları kesinlemek, tutumu belirlemek olanaksızlaşmıştır neredeyse. İnsan öteki insana göre nerede, nasıldır? Hele genel uzlaşma, insanı yurttaşa dönüştürerek iyice soyutlayamamış, dolayımlanmaları belli bir düzene sokamamışsa böylesi bir toplumda geçmişin doğrudan ilişkileri ve güvenine özlemin dumanı tüter durur. O geçmiş daha yalın, daha doğal, daha kendinde ve gıllıgışsız bir geçmiş sanılır, yüceltilir de yüceltilir. Yaşar Kemal yapıtının doğal akışıyla bu özlemi beslemiş ama usu, toplumsal anlayışıyla böylesi bir anlayışa uzak durmuştur. Öte yandan söyleşilerine, yazılarına baktığımızda aslında 21.yüzyılın başında insandan anladığı, beklediği şey anlattığı geçmişin doğrudanlığına, somutluğuna yakın, yatkın olduğunu da dışa vurur.
*
Arif Saim Bey coşmuş, bataklıklar kuruyacak, suyu kesip yönünü değiştirecek, Çukurova pamukla daha büyüyecek… Köylülere söylev çekiyor. Şakşakçılar alkışlıyor. Sonra mı? Göçerler aşağıya yığıldı, pamuğa ırgat kılındı. Çatışmalar aldı yürüdü. Fabrikalar kuruldu ya da kurulacak… İnce Memed bütün bunları dağda duydu, bildi. Candarma İnce Memedin köylüsünü de sürgün etti, yola düzdü. “Torosta tek bir insan, yerde yürüyen karınca, gökte uçan kuş kalmayacak, hepsi Çukurovaya inecekler.” (4, 544)
(2023)
[1] Yaşar Kemal’le Yaratıcılığın Kaynakları Üzerine Söyleşi, 1977, Söy. Erdal Öz, Ağacın Çürüğü, Yapı Kredi yayınları, Birinci basım, 2004, İstanbul, 249.
[2] Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor- Alain Bosquet ile Görüşmeler (1992, söyleşi), Yapı Kredi Yayınlarında Birinci Basım, Ocak 2004, İstanbul, 189 s.
[3] Yaşar Kemal’l Yaratıcılığın Kaynakları Üzerine Söyleşi, 1977, s.233.
[4] Dünya Kabuk Değiştirirken… Söy. Raşit Gökçeli, 1987, Zulmün Artsın, Yapı Kredi yayınları, Birinci basım, 2004, İstanbul, s.239.
[5] Gabriel Garcia Marquez; Kırmızı Pazartesi, özgün dilde ilk yayımı 1981.
[6] Bu ilişki ve toplumsal çatışma örneği (model) son derece kaba (vulger) bir indirgeme yordamı olarak olumlu-olumsuz içeriklerle bir dizi tarih, toplum, siyaset tezi olarak gündemimizi epeyce çarpıtmıştır. Zzk.
[7] Bu örgeyi (motif), başka birçok önemli Yaşar Kemal örgesini de günümüzde kullanan ve geliştiren bir yazarımız var: Faruk Duman. Bkz. Zeki Z. Kırmızı: Sus Barbatus! Sözcükler Edebiyat Dergisi, s, 99, 2022, ayrıca E-Kitap 31 (okumaninsonunayolculuk.com)
[8] Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor- Alain Bosquet ile Görüşmeler, 1992, s.188.
[9] Ağalar, 1962: Baldaki Tuz, Yapı Kredi yayınları, Birinci basım, 2004, İstanbul, s.292-3.
[10] İnce Memed New york Review Baskısı Önsözü, 2005, Binbir Çiçekli Bahçe, Yapı Kredi Yayınları, Birinci Basım, Eylül 2009, s. 162-4.
[11] Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor- Alain Bosquet ile Görüşmeler (1992, söyleşi), Yapı Kredi Yayınlarında Birinci Basım, Ocak 2004, İstanbul, s.179.
[12] Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor- Alain Bosquet ile Görüşmeler, 1992, s.188.
[13] Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor- Alain Bosquet ile Görüşmeler, 1992, s.178.
[14] Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor- Alain Bosquet ile Görüşmeler,1992, s.90.
[15] Yaşar Kemal; Ağalar, 1962 : Baldaki Tuz, Yapı Kredi yayınları, Birinci basım, 2004, İstanbul, s.130.
[16] Edebiyat ve Kürt Sorunu Üstüne Yaşar Kemal’le Konuşmalar, Söy.Yavuz Baydar,1995, Zulmün Artsın, Yapı Kredi yayınları, Birinci basım, 2004, İstanbul, s.262.
[17] İki yüzü olan söylence kişisi.Zzk.