Zeki Z. Kırmızı

Dizin


OKUMALARIM 2000-2005 - IV


Spargo, Tamsin; Foucault ve Kaçıklık Kuramı,

Everest yayınları, 2000


"Elinizdeki deneme kaçıklık kuramı, kaçık düşünce ve Foucaulthakkındadır" (8)


*

Timur, Taner; Türkler ve Ermeniler,

İmge Yayınları, 2000


Timur'un güncel konuda çalışması serinkanlı ve ussal bir yaklaşımı temsil ediyor. Tarihsel gerçeği küçümsemeden ama aynı zamanda büyütmeden, güncel taraflara çıkarlarını anımsatıyor ve uyarıyor Timur.


*

Modleski, Tania, Haz.; Eğlence İncelemeleri,

Metis Yayınları, 1998


Modleski'nin değişik yazarlardan derlemesi, kitle kültürünün daha çok feminist bakış açısından eleştirisini; televizyondan, modaya, reklamdan, sinemaya değişik alanlara dönük olarak, içeriyor.


*

Ali, Tarık; Ayna Korkusu,

Everest Yayınları, 2000


68 liderlerinden İngiliz yazarı Tarık Ali'nin romanlarından biri Ayna Korkusu. Baştan son derece ilgi çekisi bir saptamayla gelişen roman (baba oğul iki kuşağın sol gelenekle yüzleşmeleri) ilerledikçe sola vurup durmaya, sol adına işlenen suçların muhasebesine başlıyor. Yazınsal açıdan aman aman olmayan romanı da kimileri için ilginç kılan bu yarı gizli pişmanlık duygu ve öyküleri olsa gerek.


*

Tunaya, Tarık Zafer; Siyasal Müesseseler ve Anayasa Hukuku, Ed. Nurer Uğurlu,

Cumhuriyet Yayınları, 2000


Tunaya, açık ve duru bir dille anayasa hukuku'nun tanımını yapıyor ve diğer toplumbilim alanlarına göre durumunu ve neden geri kaldığını açıklıyor.

Birinci bölümde, çağımızın çatışmalarını irdeleyen yazar, sosyal yapılarda (azgelişmişlik-çokgelişmişlik), ekonomik yapılarda (kapitalizm-kollektivizm), sosyal eğilimlerde (sağ-sol) çatışmaların çözümlemesini yapıyor.

İkinci bölüm'ün adı Anayasa Hukuku: Kapsamı ve Yöntemi. Fransız Devrimi geleneğine bağlı anayasa kavramı tepeden inmeci, ussal ve mantıksal bir yapı gösterirken, İngiliz geleneğine bağlı anayasa kavramı daha pratiktir. Tunaya'ya göre, günümüzün Anayasa Hukuku,  siyasal ve sosyal gerçeği, tüm olarak ve her yönüyle incelemek zorundadır. Siyasal hayatın gerçeklerini hukuki olarak çevreleyen ve bunları düzenlemekle görevli hukuk koludur.(s.50) Yazara göre, siyaset zaman ve uzamda özdeşlik gösterir. Siyasal sorun hep aynı ve sonsuz...(s.53). Siyaset ise iki olay kategorisini kapsar: insanları yönetme sanatı ve siyasallaşma. 'Sosyal olaya siyasal kimliğini içinde bulunduğu  toplum koşulları verir. Bu bir yorumdur. Yoksa, sosyal bütünlük dışında, kendiliğinden siyasal olan olaydan sözetmek zordur.' (s.64).

Pozitivizmin Anayasa Hukukunun gelişmesi üzerindeki olumsuz etkisi üzerinde vurgu yapan Tunaya, Anayasa Hukukunun siyasal gerçeğe  yeterli bir biçimde ulaşabilmesi için pozitivizmi aşıp Hukuk ve Siyaset Bilimi yöntemlerini birlikte kullanması gerektiğini söylüyor. 'Artık hukuk tüm sosyal bilim konularıyla iç içe, toplum gerçeklerini araştırma yolunda geliştirilmelidir.' (s.74).

Üçüncü bölüm, Siyasal Yapılar ve Kurumlar. Tunaya, yapı, kurum, sistem, rejim kavramlarını irdeliyor, farklarını ve ilişkilerini belirliyor. En kapsamlısı olan sistem, rejimi içerir. Aynı sistem içinde farklı rejimler olabilir (kollektivist sistem içinde farklı sosyalizmler). Rejim somutlaştırılmış sistem sayılabilir. Kurumlar birer yapıdır, ama her yapı kurum değildir. Kurum biçim, yapı dokuyu ifade eder. Bahçe yapıdır, parmaklık ona kurumsallık verir. Yapı evrime bağlı değişir, kurum ise kalıp olarak, kökten...

Sonuç olarak Tunaya şunu diyor: "Siyasal kurumlarla sosyal gelişmeler arasında bilinçli bir bağlantı kurulabildiği zaman, hukuk toplum içinde olumlu bir rol oynayabilir."


*

Altuğ, Taylan; Dile Gelen Felsefe,

Yapı Kredi Yayınları, 2001


Altuğ, sırayla Lock, von Humboldt, Heidegger, Wittgenstein, de Saussure ve Derrida bölümleriyle dil düşüncesindeki değişik kurguları özgün biçemiyle (bu biçem işi kolaylaştırmıyor) irdeliyor. Daha çok tanıtıyor. Eleştirmiyor. Sürece de işaret etmiyor.

Nermi Uygur'unki gibi yetkin bir Türkçe, felsefe dili bir Türkçeyi ummamızı olanaklı kılıyor.

Özellikle Wittgenstein ikinci dönem, de Saussure ve Derrida yaklaşımlarının Türkçenin özleşmesi uygulamasında yeterli kuramsal desteği sağladıkları açık.

Yapıtın tek eksiği bir değerlendirme, sonuç bölümünden yoksun olması.


*

Karataş, Temel; Yolağrısı,

Varlık Yayınları, 2004


Sanırım bir ilk kitap. Karataş 1977 Elazığ doğumlu. Türkiye’de son yılların marjinal coğrafya ve insanlarına uzanan birinci yarı öyküleri argomsu diliyle dikkati çekerken, ikinci bölüm öyküleri daha geleneksel. Dili rahat kullanımı ve doğal konuşmaları belli bir çekicilik katıyor öykülere.


*

Eagleton, Terry; Postmodernizmin Yanılsamaları,

Ayrıntı Yayınları, 1999


Eagleton oldukça titiz bir eleştiri yapıyor ve postmodernizmin bence de önemli tutarsızlık ve çelişkilerini gösteriyor. Genel olarak yaklaşımında postmodernizmin katkılarını da sahiplenme var, ama eleğinden geriye ne kaldığını anlamadım. Çünkü sol geleneğin eksiği postmodernizmin fazlası (ya da katkısı) olamaz ki...


*

Zeldin, Theodore; İnsanlığın Mahrem Tarihi,

Ayrıntı Yayınları, 1998


Zeldin'in bu oldukça önemli yapıtı bir çırpıda özetlenecek gibi değil. Çizdiğim yerleri alıntılayacak denli zamanım da yok. Şunu söyleyebilirim: Zeldin'e göre insanın (ya da insanlığın) bu güne değin gösterdiğinden değişik (farklı) bir tepkisi olabilirdi ve olabilir. Yapıtın yazılma nedeni de, kurgusuyla da desteklendiği üzere (kişi ve olay anlatıları üzerine bindirilmiş yorum) bu değişik yola ilişkin öngörü ve sezgilerin oluşturulması... Nitekim  şöyle diyor:" Tarihin deli gömleği gibi elinizi kolunuzu bağladığı yerde özgürlük yoktur. Bu kitabı yazmaktaki amacım, insanlık deneyimini yön duygusu edinmekte başvurulabilecek bir kaynak olarak sunmaktı, herhangi bir zorunluluk veya kaçınılmazlık ima etmeyen, çünkü aynı zamanda önünüzde sınırsız seçenekler açan bir kaynak."(453)

Eski sözcük kullanma düşkünlüğüne karşın (bu yayınevinin tutumu) çeviriyi kutlamak gerek (Elif Özsayar).

"Kendine benzemeyen birine elini uzatmak, ona kulak vermek, dünyanın şefkat ve insanlık stokuna küçücük de olsa katkıda bulunmak, bir parça cesareti olan herkesin gücü dahlindedir. Ama bunu yaparken, önceki çabaların neden başarısız olduğunu bir insanın nasıl davranacağını önceden kestirmenin asla mümkün olmadığını unutmak, özensizliktir. Yeyüzüne konup göçenlerin oluşturduğu sonu gelmez geçit alayıyla ve büyük oranda kaçırılmış fırsatlardan ibaret olan karşılaşmalarıyla tarih, bugüne dek ziyan edilmiş olasılıkların kaydını içeren bir vakayiname oluşturur. Ama iki insan arasında gerçekleştirilecek bir sonraki karşılaşmanın sonucu başka türlü olabilir. Karşılaşmaların akibeti  kaygının çıkış noktasıdır, ama umut da aynı noktadan harekete geçer, ve umut, insanlığın çıkış noktasıdır." (459)


*

Fontane, Theodor; Effi Briest 1,2,3

Cumhuriyet Yayınları, 2001


Fontane 1819-1898 arasında yaşamış bir Alman yazar. Effie Briest'i 75 yaşında yazmış (başyapıtı sayılıyor). Nijad Akipek Türkçeye gerçek anlamda kazandırmış yapıtı ve kutlamak gerek.

Effie Briest son zamanlarda okuduğum en iyi romanlardan. İnsan davranışları üzerine geniş bir açılım sunuyor ve çokboyutlu bir değerler dizgesi öneriyor. Bu, incelikli biçeminden ve kurgusunda etkilere özenle yer vermeyişinden de belli yeterince. Effie'nin annesi, babası, Effie, eşi olacak Baron Instetten, Binbaşı Crampas, Roswitha,vb. kahramanlar çerçevesinde bir üçlü ilişkiyi olağanüstü bir çekicilikle anlatmayı becermiş Fontane. Madame Bovary ile karşılaştırılması pek çok açıdan ilginç olabilir.

Roman için klasik trajedinin gündelik yaşam içerisinde izinin sürülmesi diyebiliriz kanımca. İnsanları aşan ve ezen bir güç var, onur, bağlılık, pişmanlıklar, vb.

Fontane, Instetten'i bir yerde (Macbeth'in karısının durduğu yerin önünde) durduruyor.


*

Koninck, Thomas de; Yeni Cehalet ve Kültür Problemi,

Epos Yayınları, 2003


Günümüzde küçümsenen ve dışlanan kültüre bir sahip çıkma denemesi Koninck'in çalışması. Ya kültür, ya şiddet! Bu ikilem geleceğimizi belirleyecek.


*

Hauser, Thomas; Mark Twain Hatırlıyor,

Sel Yayınları, 2001


Bu yalın ve yalınlığı ölçüsünde, belki yazınsal anlamda çok önemli değil ama, etkili yapıt, aradan çok sular aktıktan sonra ABD'de ırkçılık ve insan sorunsalına serinkanlı ve o ölçüde çarpıcı bir bakış.

Güzel bir Tükçeyle çevrilmiş ödüllü günümüz ABD yazarı Hauser'in yapıtının benim için önemi ise, Twain'in (bu büyük ABD yazarı) bakış açısı içine yerleşerek, onun gibi bakmamızı sağlaması değil, sanki Twain'i kendi içinden tanır gibi olmamızı bir ölçüde sağlamış olması.

Onun, çok şeyi (her şeyi) gören gözlerinin ardındaki umutla umutsuzluğun sarmalındaki derin bilgelik, bu romanla yüze çıkıyor.


*

Dery, Tibor; Eğlentili Bir Gömme Töreni,

Bilgi yayınları, 1967


Tibor Dery bir Macar yazarı. Anlatısını saçmaya yaklaştırmış bir modern yazar. Duyguyu boşaltan, anlamsız kılan bir yöntemi var. Pek sevdiğimi söyleyemem.

Kitapta, Eğlentili Bir Gömme Töreni yanısıra, ondan daha önemli olan Portekizli Kral Kızı ve Sevi adlı öykü yeralıyor. Sevi öyküsü çağrışımları benim açımdan güçlü bir öykü. Oldukça da iyi.

Adalet Cimcoz çevirisi iyi.

İnsan ilişkilerindeki yapmacıklık, ikiyüzlülük çok da inandırıcı olamadan veriliyor.


*

Dery, Tibor; Dev,

Varlık Yayınları, 1967


Ülkü Tamer'in duru (özgün dilden değil) çevirisi düşkırıklığına uğramamı engellemiyor. Savaşın kötü olduğunu anlatan Dery'yi anlıyorum ama duygusallık  çamurundan kurtulmak için bence gereğinden çok ödün vermiş.

Bir de minik öykü Aşk (Sevi) ekli yapıta.

Yine de okuduğuma pişman değilim.


*

Uyar, Tomris/Ersen, Ali Arif; Güzel Yazı Defteri,

Yapı Kredi yayınları, 2002


Tomris Uyar'dan bir uzun öykü. Ali Kemal Ersen'in resimleriyle bezeli bir ortak yapım.

Tomris Uyar büyük bir yazar kuşkusuz. Gerçekte Dünya çapında. Ama Türkçe sevgisi onu yerele bağlı tutuyor. Bizim için de yazması çok güzel.

Bu öykü bir roman da olabilirdi belki.


*

Mataracı, Tuğrul; Ağaçlar,

TEMA Vakfı Yayınları, 2004


Üçüncü baskı olmasına karşın, hoş olmakla birlikte çok da eksiği olan bir kitap... Hem malzeme kullanımı, hem de tanıtım bilgileri açısından doyuruculuktan uzak.


*

Kiremitçi, Tuna; Bu İşte Bir Yalnızlık Var,

Doğan Yayınları, 2003


Kiremitçi'nin İstanbul ve pop müzik çevresini konu alan, iki çiftin acı evlilik deneyimlerini işleyen, anlatımı yalın, kurgusu geleneksel, 60'ların asi ABD yazarlarını anımsatan romanı okunabilir olmakla birlikte iki boyutlu bir anlatı. Egemen tek bir söylem, canlı olan ne varsa herşeyi bir düzlemde eziyor.


*

Alptekin, Turan; Ahmet Hamdi Tanpınar. Bir Kültür Bir İnsan,

İletişim Yayınları, 2001


Tanpınar ve çalışmaları hakkında derli toplu bir kaynak. Tanpınar'ın öğrencisiydi Alptekin.


*

Özakman, Turgut; Romantika,

Bilgi yayınları, 2000


Rahat, deneyimli bir anlatım. İlginç bir konu ve hoş bir roman. O kadar. Eğlenceli... Adıyla uyumlu.


*

Özakman, Turgut; 19 Mayıs 1919: Atatürk Yeniden Samsun’da 1,

Bilgi yayınları, 2003


Atatürk dayanamıyor ve arkadaşlarıyla 80 yıl sonra Samsun'a çıkıyor. Düşsel bir kurgu gibi başlayan roman (1.cilt) Atatürk'ün yurttaşlarına dokuz önemli konuda TV'den seslenişiyle sürüyor. Özakman'ın amacı da anlaşılıyor. Bu değerli yapıt Atatürk'ü ve düşüncesini günümüz genç kuşaklarına anlatmayı amaçlıyor. Gerçekten çok değerli, anlamlı bir çalışma ve gençlerin okuması gerek.


*

Özakman, Turgut; 19 Mayıs 1919: Atatürk Yeniden Samsun’da 2,

Bilgi yayınları, 2003


İlk cildin buluşçu pırıltısını ne yazık ki sürdüremeyen, yazınsal bir değeri olmayan, güncel tarihimizi Atatürkçü bakışla yargılayan bir çalışma.


*

Balibar, Etienne/Borne, Dominique/Copeau, Etienne; Dersimiz Yurttaşlık, Ed. Turhan Ilgaz,

Kesit Yayınları, 1998


Yazılar derlemesi olan yapıtta özellikle Dominique Borne'un 'Fransız Eğitim Sisteminde Tarih, Coğrafya ve Yurttaşlık Bilgisi Tasarımı ve Bu Tasarımın Yurttaşın Oluşumuna Katkısı' başlıklı yazısı biz TC yurttaşları açısından paha biçilmez değerde.


*

Er, Tülin; Bir Cemil Kavukçu Portresi,

Everest Yayınları, 2004


Cemil Kavukçu ile yapılmış söyleşiler Kavukçu'yu tanımak için (ki tanınmalı) iyi.

Kavukçu kişiliğine ve kaynaklarına ilişkin yeterli ipucunu veriyor.


*

Tüysüzoğlu, Fatma/ Bektaş, Tolga; Ferahfeza Mucizesi: Huzur,

Kitap-lık 63, 2003


Tanpınar'ın Huzur adlı romanının müzikal yapısını irdeleyen, özellikle İsmail Dede Efendi'nin ayinleriyle eşleştiren bir çalışma.

*

Todorov, Tzvetan; Poetikaya Giriş,

Metis Yayınları, 2001


Yazının bilimsel değer ve ölçütlerini oluşturmak için girişilmiş geçici bir izlence taslağı denebilir kitap için. Todorov öncülerden biri kuşkusuz... Geleneksel anlayışlara çeki düzen verilmesi, bir tür ayıklama çabası.


*

Uçman, Abdullah/İnci, Handan; Bir Gül Bu Karanlıklarda,

Kitabevi Yayınları, 2002


Ahmet Hamdi Tanpınar'in 100.doğum yılı nedeniyle hakkında yazılmış önemli yazıları başlangıcindan (1930'lar) günümüze değin derleyen önemli bir kaynak çalışma. Tanpınar, yapıtının yankısız kaldığından yakınıyordu. (1962'de öldü).


*

Yazan, Ümit Meriç; Babam Cemil Meriç,

İletişim Yayınları, 1998


Kızı, babası düşünür Cemil Meriç'i anlatıyor. Cemil Meriç için iyi bir başlangıç olduğu tartışılır. Ben Cemil Meriç'e bir yakınlık duymuş değilim bu kitabı okuduğum için.


*

Türkali, Vedat; Kayıp Romanlar,

Everest Yayınları, 2004


Vedat Türkali ileri yaşında pek çok yaşlı erkeğin başına gelebileceği üzre, cinselliği saplantılı bir düzeyde algılayarak uluorta (ve gülünç) bir biçimde anlatısının eksenine oturtuyor. Viagra yardımıyla yürüyen roman, abuk bir entrika ve dizi mantığıyla da çok satış garantisini yakalıyor (mu acaba?) Bana kalırsa son zamanların en kötü anlatılarından biri. Güven'in oldukça altında seyrediyor Türkali.

Ya zavallı kürtçülük desteğine ne demeli. Yaşar Kemal'de bu daha büyük bir yanlış... Buna bakarak bunların solculuğunun da fotografisi ortaya çıkıyor.

Üzerinde durmaya değmez.


*

Türkali, Vedat; Güven 1,2

Gendaş Yayınları, 1999


Türkali'nin yaklaşık 1250 sayfa ve iki ciltlik romanı, TKP'nin 2. Dünya Savaşı yıllarında Türkiye serüvenini, toplumun değişik sınıflarından temsilci-kahramanlar aracılığıyla anlatıyor. Türkali'nin ilk okuduğum yapıtı bu ve piyasaya oldukça savlı sürüldü. Türk roman geleneğine bir katkısı olduğunu sanmıyorum.  Batıda çoktan çözülmüş bilinç akışı ve anlatıcı-anlatım sorununun Türkali'de oldukça rahat ve kolay bir uygulamayla biçimlenişi ne ölçüde başarı sayılmalı, bilmem.

Güncel kürt sorununa dokundurmaları, tek parti ve CHP eleştisinin Cumhuriyetin kuruluş mantığına yer yer yönelişi, TKP yaklaşımını veri alışı, bir yerde değinildiği gibi, devrimcilikle ajanlığı ayıran çizgide yol açtığı yeni belirsizlikler, cinselliğin genelde romanı sürükleyen önemli bir kurgu aracı olarak algılanışı ve algılatılışı, vb. konular rahatsız edici. Öte yandan bilgilendirici yanı yok değil.

Ama beni asıl rahatsız eden, olay örgüsünde ve kurguda, günümüzde moda ve Amerikan kökenli etkileme yöntemlerinin (efekt) gizli-açık kullanımı.

Roman üzerinde ciddi bir değerlendirme görmedim. Eski tüfeklerin (TKPli), tarihçilerin ve yazarın katıldığı bir toplantı dışında. R.N.İleri, cinsellik çok abartılmış, diyor.


*

Çolak, Veysel; 2002 Şiir Yıllığı,

Gendaş Yayınları, 2003


E  Edebiyat dergisinin eki olarak verilen güldeste belli bir düzeyi tutturuyor. Gençlerden geriye doğru yöntemiyle düzenlenmiş.

Onur Caymaz, Nilay Özer, Zafer Ekin Karabay (öldü), Özlem Tezcan Dertsiz, Altay Ömer Erdoğan, Gökçenur Ç., Birhan Keskin, Betül Tarıman, Hüseyin Alemdar, Zeynep Uzunbay, Mustafa Köz, Yunus Koray, Oğuzhan Akay, Mehmet Kazım, Arif Madanoğlu, M. Mazhar Alphan, Ahmet Uysal, Ülkü Tamer, Ahmet Necdet, Sait Maden, Mehmet Başaran, İlhan berk, Melih Cevdet Anday (öldü);  özellikle dikkatimi çeken ozanlar oldu.


*

Çolak, Veysel; 2003 Şiir Yıllığı,

Agora Yayınları, 2004


Çolak'In seçkisi çok önemli olmamakla birlikte, giriŞ yazIsI ilginç, günümüz Türk Şiiri denen şeyi sorgular nitelikte. Ama daha geliştirilmeli.


*

Hehn, Victor; Üzüm ve İncir,

Dost Yayınları, 2003


Ekin (kültür)  tarihçisi Hehn, Batı odaklı bakış açısına sert bir darbe indiriyor bence.

Çevre, bitki örtüsü her zaman böyle değildi ve tarım insan kültürüdür. Yapılmıştır. Zeytin, üzüm ve incir doğudan batıya Girit ve Yunanistan üzerinden İtalya ve Avrupa'ya geçmiştir.

Hehn'in çalışmasının bir bölümü (yayınlanan bu kitap).


*

Hugo, Victor; Seçme Şiirler, Ed. Veysel Atayman,

Bordo Siyah Yayınları, 2002


Yine Tozan Alkan. Dört dörtlük bir yapıt ve olağanüstü bir çeviri... Hugo'yu şiiriyle tanımak (evet, çeviriden tanımak) mutluluk verici.

***

Previn, Victor; Mavi Fener,

Türkiye İş Bankası, 2002


Baştan düşleme kaçan kurgusunu yadırgadımsada Pelevin'in yaklaşımını anladıktan sonra öykülerinden büyük haz aldım. Hele Nika, okurunu şaşırtmaya bayılan Previn için, hedefini 12'den vuran bir öykü.


*

Nabokov, Vladimir; Edebiyat Dersleri,

Ada Yayınları, 1988


Nabokov'un Amerika Üniversitelerinde verdiği edebiyat derslerinden Çehov üzerine olan üçü:

Küçük Köpekli Kadın (öykü), Çukurda (öykü), Martı (oyun).

Bence çok hoş olmakla birlikte önemli olmayan, kişisel değerlendirmeler... Sonuçlarına kuşkusuz katılıyorum.

*

Blake, William; Masumiyet ve Deneyim Şarkıları, Ed. Veysel Atayman,

Bordo Siyah Yayınları, 2002


Bence Blake'in büyülenme ve görmüş geçirmişin acılarıyla ilgili düşündürücü şiirlerini özellikle erişilmez kılan, hiç tanımadığım bir çevirmenin, Tozan Alkan'ın yetkin çevirisi. Yalnızca kaynak dil, erek dil egemeni değil yalnızca, şiir dili ve Blake egemeni de.

Olağanüstü.


*

Randall, William L.; Bizi ‘Biz’ Yapan Hikayeler,

Ayrıntı Yayınları, 1999


Randall'ın yapıtı çok boyutlu bir çalışma. Temel tezi, insanların yaşamlarının da birer öykü olduğu, kurmaca olduğu... İkna ediyor. Bunu varoluşsal(ontolojik) bir temelde yapılandırıyor. Ruhbilimi zengin bir malzeme kaynağı, yazınbilimi ve yazını ise analojik bir başvuru düzeyi olarak kullanıyor.

Yazınsal kurgu ile yaşamsal kurgu arasında (ihtiyatı da elden bırakmadan) benzerliklere, hatta özdeşliklere işaret ediyor.

Okunması gereken bir yapıt. Postmodernizme yolladığı eleştiriler ilginç.

Çevirinin diline gelince, tutarsız. Arapçayı,vb. Türkçe ile halvet etmeyi zenginleşme sananlar ve yutturmaya kalkanlar var. Ayrıntı Yayınevi gibi. Bu yayınevinin okurlara yutturmaya kalktığı daha nice herze var.


*

Saroyan, William; Tracy’nin Kaplanı,

Türkiye İş Bankası Yayınları, 1999


Zeyyat Selimoğlu'nun elinde tüm gücünü yitiren bu uzun öykü (yayınevi sorumlu aslında) Saroyan'a özgü, hoş, zekice, çarpıcı bir öykü. İçimizdeki kaplanı yitirmeyegörelim, neye döneceğimiz ortada.

Thomas Tracy'nin, Laura Luthy'nin ve sevgi demek olan kaplanın hikayesidir bu.’ (87).


*

Woods, Alan/Grant, Ted; Aklın İsyanı: Marksist Felsefe ve Modern Bilim,

Tarih Bilinci Yayınları, 2001


Yapıt iki ciddi ve Troçkist İngiliz bilim adamının, bilimin 20.yüzyıl serüvenine ve özellikle sağcı yorumlarına, evrimden genetiğe, matematikten fraktal geometriye, tüm temel konularda yönelttikleri marksist (diyalektik) bir eleştiri (polemik) olarak yorumlanabilir. Çok güçlü, parlak ve ikna edici bir söylemi olan yazarlar, eşsiz sayfalar (anlatım gücü açısından) ortaya koymuşlar. Bir bilim yapıtı değil, belki ondan daha önemli olarak (yöntemi tartışmaları nedeniyle) bir eleştiri yapıtı. Zevkli bir okumaydı.

1.Kısım, Akıl ve Akıldışı'da felsefe, bilim, din, diyalektik materyalizm, mantık ve diyalektik, irdelenmektedir.

2.Kısım, Zaman, Uzay ve Hareket’de, Fizikte kesinsizlik, Görelilik Kuramı, Termodinamik, Büyük Patlama kuramlarına eleştirel yaklaşımlar sözkonusu.

3.Kısım, Yaşam, Akıl ve Madde’de daha çok, yaşamın ortaya çıkışı, insanın ortaya çıkışı ve evrimi, aklın doğuşu, marksizmin evrim kuramıyla ilişkileri, genetik kuramları ince bir süzgeçten geçiriliyor.

4.Kısım, Kaostan Çıkan Düzen’de Marksizmin yakınlaştığı modern bilimsel kuramlara gönderme yapılarak Kaos kuramı üzerinde duruluyor. Bilimsel Yöntem, Yabancılaşma ve İnsanlığın Geleceği yorumlanıyor.

‘Matematik kültü "herşeyin sayılardan ibaret olduğu"nu düşünen Pithagoras'tan beri hiç bir zaman bugünkü kadar büyük olmamıştır. Ve tıpkı Pithagoras'da olduğu gibi, bugün de benzer mistik imalar sözkonusudur. Matematik sayılar dışınde  her türlü nitel saptamayı bir tarafa bırakır. Gerçek içeriği gözardı eder ve kendi kurallarının şeylere dışsal olarak uygular. Bu soyutlamaların hiçbiri  gerçek bir varoluşa sahip değildir.’ (147)

‘Madde hem atomaltı ölçekte, hem de uzayda sınırsızdır.’(200)

‘Beyinle çevre arasındaki bu diyalektik etkileşim olmasaydı, bireyin gelişimi basitçe genetik kodun emrinde olurdu. Bireylerin davranışları önceden kodlanmış ve en başından itibaren öngörülebilir olurdu. Ne var ki çevre, gelişimde belirleyici bir rol oynamaktadır. Değiştirilmiş bir koşullar dizisi bireyde çok belirgin bir değişime yol açabilir.’ (307)

‘Marksistlerin suçu, kapitalist toplumun toplumsal gelişmenin gerekleriyle çatışma içine girmiş olduğuna;  insan ilerlemesinin önünde katlanılmaz bir engel haline geldiğine; çelişkiler içinde bulunduğuna; ekonomik, politik, kültürel ve ahlaki olarak iflas ettiğine; bu hasta sistemin sürmesinin gezegenin geleceğini ciddi tehlikelere attığına işaret etmeleridir. Toplumsal servete sahip olanlar ve hükmedenler açısından bu fikirler "kötü"dür. Bu çıkmazdan bir çıkış yolu bulmak için gerekli olan şey açısındansa bunlar doğru, zorunlu ve iyidirler.’ (426)


*

Karaosmanoğlu, Yakup Kadri; BE 17: Hikayeler, Ed.Atilla Özkırımlı,

İletişim Yayınları, 1985


Maupassant etkileri taşıyan öyküler yanısıra, ısmarlama izlenimi veren öyküler de sözkonusu. Toplumsal sorunlara duyarlık, kendi kabuğundan çıkma ve sorumluluk duyguları belirginleşiyor. Kurtuluşun esintileri ve etkileri... Mayalanma sürüyor.


*

Karaosmanoğlu, Yakup Kadri; BE 4: Kiralık Konak, Ed.Atilla Özkırımlı,

İletişim Yayınları, 1981

Yakup Kadri'nin 1922'de yayımlanmasına karşın 1916-17'lerde yazdığı bir ilk ve şaşırtıcı roman.

Türk romanının bence önemli yapıtlarından, hala dil ve anlatımla ilgili sorunları olan (ama Halide Edip denli sorumsuzca değil) Yakup Kadri'nin bu denli gençken toplumsal-tarihsel dönüşümü yakalama ve tiplemede bu başarısı, kavrayış gücü ve bilincine bağlı olmalı. O çökeni ve çürüyeni, çürümenin yarattığı insan görünümlerini tıpkı Çehov gibi sezgisi ve birikimiyle kavradı. Batıya açık oluşu bunu kolaylaştırdı. Bir bakıma Musil'in Avusturya İmparatorluğu’nu kavrayışı gibi. Bazı bölümler kolay unutulamaz; fotoğraf ve sonbaharla ilgili sayfalar örneğin. Ama çok zayıf kalan, inandırcılığını yitiren bölümler ve kişiler de var. Yazarın duyguları zaman zaman devreye giriyor ve roman yara alıyor.

Ayrıca bir omurga sorunundan da sözedilebilir. Sanki roman bir noktadan sonra yazarından bağımsızlaşmış ve doğrultu değiştirmiş gibi... Şunu da söylemek gerekir ki, Yakup Kadri aslında bu romanıyla bir geleneği de (geçmişin züppe tipi, bugün yine batı hayranı züppe, ama yavaş yavaş yükünü de tutuyor tüccarlaşarak) sürdürmüş oluyor.


*

Karaosmanoğlu, Yakup Kadri; BE 2: Nur Baba, Ed.Atilla Özkırımlı,

İletişim Yayınları, 1981


Nur Baba da Kiralık Konak'la hemen hemen aynı yıllarda yazılmış, ama 22'de basılıyor. Yakup Kadri'nin arayış dönemlerinde mistik bir deneyimi (Bektaşi Tekkesine katılma) olmuş, bu roman işte bu deneyime yaslı. Onun sağlıksız bir gençlik dönemi olmuş bence. Taşıdığı değerler İstanbul çevresinde pek prim yapmamış ve bu arayışlar ortaya çıkmış.

Halide EdiPin tüm övgüsüne rağmen, bana kalırsa oldukça kötü bir roman Nur Baba. Madam Bovary'nin Osmanlı çeşitlemesi (versiyon) da denebilir. Yazarın amacı eleştiri olmuş, kurgu, anlatım tekniği, tipleme, olay örgüsü, yapı sağlamlığı vb. güme gitmiş.

Romanda nedensellik yasası işlemiyor, ayrıca işletmemek için bilinçli bir çaba söz konusu değil. İlgisiz uzun bölümler (Ziba Hanımın babası,vb.) romanı iyice bütünsellikten koparmış.

Bence Yakup Kadri’lerin handikapı romanlarını gazete ve dergilerde yayınlıyor olmalarıydı.

Türk yazınında en büyük tartışmalardan biri bu roman çevresinde olmuş, yazınsal nitelikten çok Bektaşi tekkeleriyle ilgili söylenenler gürültü koparmış.


*

Karaosmanoğlu, Yakup Kadri; Hüküm Gecesi, Ed.Atilla Özkırımlı,

İletişim Yayınları, 1999


Yakup Kadri 20. yüzyıl tanıklığını bir dizi romanla anlatmayı deniyor ve belki de yapıtının değeri buradan geliyor; canlı tanıklığından... Özellikle kendisini temsil eden tiplerin romanlar boyunca sürekliliği, 'somnambül' vb. sözcüklere inatçı tutku, yabancı, en çok da Fransızca sözcük, kavram kullanma sıklığı, batı Yunan ve dinsel mitolojilere gerekli gereksiz göndermelerden vazgeçemeyiş, ama daha önemlisi yaşadığı çağa sorunsal ve çatışkılı bakış açısından.

Anadolu'yu Türk yazınına; Makal, Baykurt'ların çizgisinde değişerek sürecek bir gelenek oluşturacak biçimde sokanlardan biri Yakup Kadri (diğeri ise Refik Halit. Tepeyran'ı, Nabizade Nazım'ı saymazsak.)

Halide Edip kendisini tüm romanlarına koymuş ama kendisiyle başedememiştir. Buna karşılık Yakup Kadri de romanlarının içinden geçer, hatta bakar, ama kendini roman dokusunu zedelemeyecek boyutlarda bastırabilmiş, bir yarı tip'e dönüştürebilmiştir.

Hüküm Gecesi, ikinci meşrutiyet sonrası İttihat Terakki dönemine gerçek ve kurmaca kişiler aracılığıyla tanıklık ediyor ve yazarın iyi romanlarından. Yapı sorunlarının üstesinden belki Panorama'da, Hep O Şarkı'da gelebilecek olan Yakup Kadri, henüz emekliyor bu romanda (ama daha sonra roman açısından daha kötüsünü de yazdı.)

Bu romanda, 1927'den (gelecekten) bakarak kahramanlarını geleceğe ilişkin önsezilerle yüklemesi yanlış olabilir, saltık yazın bağlamı açısından (sorunsal bağlamında değil).

Ya Ahmet Kerim'in iç burkucu sevi öyküsü...


*

Karaosmanoğlu, Yakup Kadri; Sodom ve Gomore, Ed.Atilla Özkırımlı,

Bilgi Yayınları, 1966


Avrupa'da sağaltımdan (tedavi) dönen Yakup Kadri, işgal altındaki İstanbul'a tanıklık ediyor. Tevrat'ın ünlü öyküsüne gönderme yapıyor. İstanbul insanı Sodom ve Gomore halkı gibi, ülkü ve inançlarını yitirmiş, herşeyi unutacak kerte zevk bataklığına dalmış, uyuşmuş ve günah içerisinde, işbirliği ve ihaneti seçmiştir. Ve buna bir genç çıkış yolu aramaktadır; bir yandan sürüklenir, diğer yandan diklenirken...Necdet.

Yakup Kadri'nin, okunması gereken iyi romanlarından.


*

Karaosmanoğlu, Yakup Kadri; Yaban, Ed.Atilla Özkırımlı,

Birikim Yayınları, 1981


Ulusal savaştan yengiyle çıkmış genç cumhuriyetin kurucu dinamikleri arasında köylüyü göremiyor 1932'de Yakup Kadri ve öfkeli... Her ne kadar köylünün ulusal savaşta işbirlikçiliğinden ulusal güçlerin temsilcilerine tepkisine, kesntisiz ve yüzyıllarca süren ve bırakılsa (tepeden inme devrimciliğe onay) daha da sürecek olan sonsuz uykusunda direnmesine kadar pek çok toplumsal davranışın arkasında yatan anlaşılabilir tarihsel toplumsal nedenlere karşın. Bu durum onu ilginç bir yerdeğiştirmeye zorluyor, savlarını pekiştirmede haklı görülemeyecek bazı vurgulamalara. Canlı ve etkili betimleme gücü devreye girerek, köylüyü yoksul ve meymenetsiz doğanın, yoksul ve meymenetsiz 'doğal' uzantısına dönüştürüyor. Sanki doğa da tüm belirişleriyle Yakup Kadri'nin tezlerini doğrulama işlevi yüklenmiştir, kurnaz genelleştirmeler yoluyla içsıkıntısı ve karamsarlığı pekiştiriyor. 42. sayfada şunu yazıyor:

Talim,terbiye iyi örnek, bunların hepsi geçici şeylerdir.Ve çevre değiştirmedikçe, insanın değişmesine imkan yoktur". Türkiye'nin yenileşme ve Batıcılık konusunda başarısızlığını da buna bağlıyan yazar, tezli romanlarına da önemli bir giriş yapmış oluyor Yaban'la. Aynı zamanda da tüm geçmiş metafizik yaklaşımlarını bir yana bırakarak, kaba maddeci bir çizgiye ulaşıyor.’(95).

Burada ise, yalnız gerçek; çıplak, çirkin, kaba, yalçın gerçek!...’ (47)

Yaban düş dünyasından çıkıp yavan gerçekle yüzleşen aydının ikileminde çatışkılı kurgusunu ve başarısını yakalıyor. Umutsuzluk noktasında, buluşma olanaksızdır ve hep yaban kalacaktır Ahmet Cemal. ‘ABD'li boş konserve kutusu gibi.’ (s.97).

Öte yandan yaban pek çok bakımdan ilk. Şeriatçı düşüncenin hammaddesini oluşturacak köylü kitlesi gelecek Türk yazınında yankımalarını bulacak, doğuracağı tiksinti duygularıyla.

Yakup Kadri'ye göre köylü ulusal bir sınıf ve güç değil. Ve yanıtını aradığı sorulardan biri de şu: peki bunlar ulusal savaşın temel gücü olmayı nasıl başardılar?

Ve çobana (Atatürk) sesleniyor yazar: ‘Bu sürüyü topladığın zaman ben ve bu köy sürünün içinde bulunacak mı?’ (148) Koyunlar onların yerel güdüleyicilerinin (işbirlikçi müftülerin, köy ağalarının, kasaba eşrafının, asker kaçaklarını koynunda saklayan zinacı kadınların, sofuların, softaların) (149) etkilerinden kurtulabilecek mi?

Gece, sanki bir günün ölüsü gibi...Ürpererek, başımı içeri çekiyorum.’ (166)

Yakup Kadri kendi dramını sergiliyor: ‘Sanki, kendi kendimi seyreden, kendi için oynayan bir aktördüm.’ (178).

Eğer bilmiyorlarsa kabahat kimin? Kabahat,benimdir. Kabahat, ey bu satırları heyecanla okuyacak arkadaş; senindir.’ (239).

Pek inandırıcı olmasa da Yakup Kadri bu sorgulamayı da yapıyor. O en önemli yazarlarımızdan, Yaban da en önemli romanlarımızdan... Nedeni yazınsal değil ve çok yalın: içten duyarlık, heyecan... O kendini sorunun içinde görmüş ve katkıda bulunmuş, Ahmet Mithat'ların Tevfik Fikret'lerin geleneğini sürdürmüştür.


*

Karaosmanoğlu, Yakup Kadri; Ankara, Ed.Atilla Özkırımlı,

İletişim Yayınları, 1983


Yakup Kadri'nin önemi yazınsallığı dışından gelen yine tezli bir anlatısı: Ankara. Üç bölümlü yapıtta ilk bölüm direnişin Ankara'sını tüm gerçekliği ve umuduyla, geleceğin serpilip geliştireceği değişik prototipleriyle yansıtıyor. İkinci bölüm ulusal gücün savaşın bitişini izleyen yıllarda nasıl yozlaşmaya ve sömürülmeye yatkın bir ortam oluşturduğunu, tetikte duran şer güçlerin nasıl değişik manevra ve taktiklerle iktidara oynadıklarını ve ulusal kahramanların da nasıl hızla dönüşebildiklerini anlatıyor (Yakup Kadri'nin temel sorularından biri). Üçüncü bölüm ise onuncu yıl düşünü, olumsuzlukları aşmış genç cumhuriyetin devrimci ütopyasını dile getiriyor. Yazarın yıllar sonra yazdığı önsöz hüzünlü.

Gölge tip Yakup Kadri'yi, Neşet Sabit olarak izliyoruz yine. Romanın kurgusunda ilginç olan, 'kadın'ın eksen alınışı, üç evliliğinin üç dönemi (bölümü) simgelemesi.

Ne yazık ki zamansızlıktan bu yapıtlar üzerinde uzun boylu duramıyorum.


*

Karaosmanoğlu, Yakup Kadri; Bir Sürgün, Ed.Atilla Özkırımlı,

İletişim Yayınları, 1983


Bir Sürgün, zamandizinsel (kronolojik) olarak bir geri dönüş Yakup Kadri romanında. Hüküm Gecesi'ni önceliyor. 1937'de yazılmış... Yazar Cumhuriyet'e bakmayı erteliyor ya da ertelemek zorunda kalıyor.

Doktor Hikmet, İzmir'de sürgündeyken biraz içsıkıntısı, biraz da rastlantıların etkisiyle Paris sürgünlüğüne geçiyor bir 'jöntürk' olarak...ve yalın, gülünç ve acı bir kişisel sürgün öyküsünün kahramanı oluyor.

Doktor Hikmet'in cesedi, toprak parası bulunup verilemediğinden Paris'in umumi kuburlarından birine gömüldü.’ (307).


*

Karaosmanoğlu, Yakup Kadri; Panorama, Ed.Atilla Özkırımlı,

İletişim Yayınları, 1987


Panorama olgun Yakup Kadri'nin tüm birikimini ortaya koyduğu, cumhuriyet sorunsalını en geniş çevren (ufuk) içerisinde, toplumsal yaşamdan zaman ve uzamsal dağılım içerisinde kesitler alarak (örneği daha önce görülmemiş ve sonra da çok az görülen biçimde), kapsayıcı bir biçimde vermek istediği, yetkin bir roman.

Yazık ki baskı çok kötü (s.161, 167, 169, 450' de satır atlamaları var).

Roman tekniği bence çok etkileyici (batının nehir romanları ya da Dos Passos'un ropörtaj gerçekciliği).

Cumhuriyet nerede başarısız oldu, tökezledi? Bu insanlar, genç cumhuriyetin yurttaşları olmaya layık olmayan bu etkili ve yetkililer, nerden çıktı? Devrimci güçler nerede açık verdi?

İkinci Dünya Savaşı romanı da ikiye bölüyor (aslında 2 cilt). Polis devletinin, faşizmin Türkiye üzerindeki serpintileri, vb. ilginç bir biçimde bana Türkali'nin (teknik aynı) Güven adlı romanını anımsattı. Bir ayrımla; Yakup Kadri Marksizm ve komünizm konusunda belli önyargılar, koşullanmalar taşıyor, onun için olumsuz yansımaları var. ‘Marksist parti denilen karanlık doktrin laboratuvarı...’ (313).

CHPnin ve ondaki siyasal özün dönüşümünün daha iyi bir öyküsünü okuduğumu anımsamıyorum. ‘Mesela, Halk Partisi'ni, kendi koyduğu prensiplere herkesten önce kendisi ihanet etmiş olmakla töhmetlendiriyordu.’ (494)

Kemalist ateş ne zaman mı sönmeye başladı? Babıali'nin köşebaşları Ankara kadrolarına yerleşmeye başladığında.

70 yıllık cumhuriyeti diktatörlük olarak niteleyen günümüz kinci cumhuriyetçilerine de Yakup Kadri'nin yanıtı 1954 yılından geliyor, (Bkz. sayfa 500, vd.)


*

Karaosmanoğlu, Yakup Kadri; Hep O Şarkı, Ed.Atilla Özkırımlı,

İletişim Yayınları, 1987


1956 tarihli son roman, Yakup Kadri birikiminin pek çok bakımdan doruğu... Altın çağa dönüş, bir arayış, başlangıç arayışı romanı... Kiralık Konak'ın öncesine yerleşiyor. Boğazı, konak ve yalı yaşamını ve bir toplumsal öykünün hüzünlü bitişini izliyoruz bu küçük mücevherde.

İlginçtir Yakup Kadri'nin en az okunan yapıtları da bunlar: Panorama, Hep O Şarkı... İkinci ben anlatımlı bu romanında (ilki Yaban) kadın gözüyle olayları aktaran Yakup Kadri, o güne değin yapıtlarında görülmeyen enfes bir mizah tonu yakalıyor ve başarıyla uyguluyor. Yalnızca bu mizahıyla ve inanılmaz gerçeklik duygusuyla bu tarihsel aşk öyküsü, Yakup Kadri'nin ve Türk yazınının zirvesine oturuyor.


*

Karaosmanoğlu, Yakup Kadri; Anamın Kitabı, Ed.Atilla Özkırımlı,

İletişim Yayınları, 1983


Yakup Kadri'nin 5 ciltlik anılarının en son yazılmış, ama ilk yıllarını (çocukluk) anlatan bu yapıtı yazarı tanımak açısından ve canlı anlatımıyla ilginç.


*

Karaosmanoğlu, Yakup Kadri; Gençlik ve Edebiyat Hatıraları, Ed.Atilla Özkırımlı,

İletişim Yayınları, 1990


Yakup Kadri bu ilginç ve oldukça kişisel anılarında; Mehmet Rauf'u, Şahabettin Süleyman'ı, Refik Halit'i, Ahmet Haşim'i, Yahya Kemal'i, Cenap Şahabettin'i, Süleyman Nazif'i, Abdülhak Hamit'i, Tevfik Fikret'i, Abdülhak Şinasi Hisar'ı, Halide Edip Adıvar'ı  konu ediyor. Ayrıca Edebiyat-ı Cedide, özellikle Fecr-i Ati hakkında bilgi veriyor.


*

Karaosmanoğlu, Yakup Kadri; BE 15: Zoraki Diplomat, Ed.Atilla Özkırımlı,

İletişim Yayınları, 1998


Karaosmanoğlu'nun, Atatürk'ün zorlamasıyla başlayan diplomatlık serüveni çok ilginç tanıklıklar içeriyor, bunların başında da kuşkusuz 2.büyük savaş geliyor. Savaşın tam ortasında Avrupa'da olan yazarın anıları pek çok bakımdan önemli, öğretici. Diplomatlik mesleği hakkında görüşleri de yabana atılır gibi değil.


*

Karaosmanoğlu, Yakup Kadri; BE 16: Vatan Yolunda, Ed.Atilla Özkırımlı,

İletişim Yayınları, 1983


Karaosmanoğlu'nun anılarının milli mücadeleye katılma evresi Vatan Yolunda. Batı dünyası, jöntürkler, ittihatçılar, Ankara hakkında ilginç gözlemler ve görüşler var bu yapıtında yazarın, bana kalırsa anılarının Politikada 45 Yıl'dan sonra en ilginç cildi.


*

Karaosmanoğlu, Yakup Kadri; BE 13: Bir Serencam, Ed.Atilla Özkırımlı,

İletişim Yayınları, 1983


Karaosmanoğlu ile tanışmanın (köklü) zamanı gelmişti. Bir Serencam açık Avrupa etkileri taşıyan gencecik bir yazarın etki kaynağına göre romantik ya da gerçekçi öykülerini içeriyor. Sapkın tipleri ele alışı, tipleri karşısında hasta karşısındaki doktor gibi soğukkanlılığını koruması, beklenmedik ve çarpıcı bitişler, gelecek vaad eden bir yazarı muştuluyor(du sanırım). Bu öyküler 1914'ten önce dergi ya da gazetelerde yayımlandı. Refik Halit'den önce. Ama yine de arkasında önemli bir birikim vardı.

Baskın, Şapka, Nebbaş, Bir Kadın Meselesi ilgi çekici öyküler. Bir Tercümeihal bir prototip, türk yazını, Ömer Seyfettin'in Efruz Bey’i, Yakup Kadri'nin Necdet Bey’i vb. den önemli tipler geliştirdi.

20'lere doğru yazarın tutumunda toplumsallaşma eğilimleri uç veriyor.


*

Karaosmanoğlu, Yakup Kadri; BE 16: Politikada 45 Yıl, Ed.Atilla Özkırımlı,

İletişim Yayınları, 1984


Yazarın 2. Mecliste milletvekilliğinden başlayarak 1965 yılına kadar süren politika anıları İsmet İnönü ve CHPnin kişisel bir değerlendirilmesi sayılabilir ve son derece ilginç. Bence yozlaşmanın kökleri CHPye iniyor bu kesin, ama İnönü'ye iniyor mu, bundan pek emin değilim.


*

Kemal, Yaşar; Bir Ada Hikayesi 2. Karıncanın Su İçtiği,

Adam Yayınları, 2002


Yaşar Kemal o güçlü soluğunu, görkemli dilini çok kötü harcıyor. Kanıtlamak için yazması kötü. Düşüncesini son derece pragmatik bir yaklaşımla romanının önüne koyuyor. Roman yitiriyor bence. Hem de çok.

Bir süre sonra o güzelim dil bile öksüz çocuğa dönüyor.

Bakalım 3. ve 4. cilt neler getirecek.

Dünyada her iyilik unutulur, unutulmaz ya unutulur diyelim, hiçbir zaman, hiçbir insanın unutamayacağı bir güzellik var, o da bir insanın bir insandan gördüğü yürekten bir sevgidir.’  (218)

Savaştan geriye kalmış her insan sakattır, yarı ölüdür. Savaşmış her kişi savaştan önceki kişi değildir. Yıpranmış, sakatlanmış bir kişidir. O kişiler ölünceye kadar mutlu olamaz, o pis dünyayı unutmak için böyle, kaçacak ıssız bir dünya ararlar.’ (461)

Bu derin kardeşlikten, dostluktan sonra bu düşmanlıklar neydi? İnsanlar çektikleri acıda birleşiyorlardı da, yaşadıkları sevinçlerde, niçin bir araya gelemiyorlardı?  Savaş bitmiş, ölen ölmüş, kalan kalmışken, bu adanın bu güzel insanlarını binlerce yıllık yurtlarından bilmedikleri, görmedikleri başka diyarlara niçin, hangi hakla sürmüşlerdi?’ (479)


*

Kemal, Yaşar; Bir Ada Hikayesi 3. Tanyeri Horozları,

Adam Yayınları, 2002


Yaşar Kemal'in Bir Ada Hikayesi'nin 3.cildi...

Ada cenneti kuruluyor. Eh, bir cennette de herşey bu denli yinelenedurur.


*

Kopan, Yekta; İçimde kim Var,

Can Yayınları, 2004


Yekta Kopan'ın üzerinde durulmalı. Anlatısında kimi yenilikler dikkati çekiyor. Yağmur'u (kapsayıcı ve sarıcı olan) bir anlatı motifi olarak kullanmak, olay-yapı birliği, altın üçgeni bilinçli olarak kırmak, Gülsoy'da olduğu gibi Freudiyen takınağı değil baba-oğul'u eksene oturtmak, vb. ortaya yetkin bir yapı çıkarmasa da, son yılların pek çok romanına göre dürüst bir sorgulama etiğinden söz edebilir, bunun değerini vurgulayabiliriz.

Kopan genç olmasına rağmen güçlü yaşam sezgileri olan biri. Genel yabancılaşmanın bizim toplumumuza özgü duygusallık gelgitini bence yakalıyor, ama suyunu çıkarmıyor. Bu önemli. Alaturka, hatta arabesk bir romana güçlü malzeme olabilir.

Suna'nın öyküsü, bir de Rıza'nin anlatısı dikkat çekiciydi. Her karakterin kişisel damgasını vurduğu anlatısı romanı ifade açısından boyutlandırıyor.

Kopan arkasındakı kalıtı (Sait Faik, Orhan Kemal, vb.) iyi değerlendirecek gibi görünüyor.

Ayrıca romanı biricik kılan (Türk yazınında) bir başka özellik de sinemayla (Yeşilçam, Hollywood ve Yurttaş Kane-Orson Welles) arasında kurulan inandırıcı koşutluk... Kopan Welles'in 'hiçbir zaman bilinemeyecek olan’ yitiğin, Rosebud'ın peşindeki buruk, iç kanatıcı arayışını sağlam bir roman kurgusu içinde iyi yansılıyor.

İzlenmeli.


*

Bener, Yiğit; Eksik Taşlar,

Om Yayınları, 2001


Eksik Taşlar, Erhan Bener'in oğlu Yiğit Bener'in ilk romanı... Birbirini yitiren baba-oğul buluşması ilginç bir konu olabilir, ama bu roman için bence yetmediği kesin... Çünkü Bener yeterince inandırıcı değil... Mantığı çok zorlamaya gelmez. Tarık Ali'nin yerli sunumu, biraz da Eroğlu havası var. Bana göre değil.


*

Ecevit, Yıldız; Türk Romanında Postmodernist Açılımlar,

İletişim Yayınları, 2001


Bu yapıt da içerdiği sayısız doğrulara karşın bende düşkırıklığı yarattı diyebilirim. Nesnellik maskesi arkasında sanki genel bazı doğrular sıralanıyor, tavırsızlık bir noktadan sonra özsüzlük gibi algılanır oluyor.

Türk Romanında estetik devrimden (1980'den sonra) sözedebilmek için biraz daha beklemek gerek düşüncesindeyim.


*

Nadi, Yunus; Ali Galip Hadisesi, Ed. Nurer Uğurlu,

Cumhuriyet Yayınları, 2000


Yunus Nadi, ünlü Ali Galip Hadisesi'nde Ali GaliPin ipliğini belgelerle pazara çıkarıyor ve Ali Galip bana çok tanıdık geliyor. Doğrucu Cumhuriyetin gerçek kurucularının soyu ve ülküleri sürmüyor ama bugün ülkemiz Ali Galipler toplumu. Bunu nasıl becerdik bilemiyorum.

Acaba Aziz Nesin, Zübük'ü yazarken Ali GaliPi biliyor muydu?


*

Özden, Zafer; Film Eleştirisi,

AFA Yayınları, 2000

Ege Üniversitesinden Özden, film eleştirisindeki temel yaklaşımları özetliyor ve tür filmi eleştirisini ayrıntılandırıyor.


*

İpşiroğlu, Zehra; Alımlama: Yazın,

Papirüs Yayınları, 2001


İpşiroğlu’nun alımlama estetiği üzerine dizi yapıtlarından ikincisi: yazın alımlama.

p>

Ne yazık ki doyurucu ve yeterli bulamadım. Yalnızca Zehra İpşiroğlu'nun kişisel alımlama deneyimlerinin (üstelikte tartışmalı) bir sergilemesi olarak görüyorum kitabı.

Belli biçim, akımlara değer yüklemesi yapması (postmodernizm örneğin) bence önemli bir yanlış.


*

Zafer, Zeynep; Anton Çehov’un Öykü Sanatı,

Cem Yayınları, 2002


Akademik bir çalışma... Biraz düşkırıklığı yarattı diyebilirim. Çehov kahramanlarında bir yeri terk etme, yerdeğiştirme imgesiyle ilgili çözümlemesi ilginç.


*

Saba, Ziya Osman; Bütün şiirleri: Bıraktığım İstanbul,

Alkım yayınları, 2003


Ziya Osman'ın tüm şiirlerini böyle özenli bir baskıda görmek iyi oldu.

Okudum. Necatigil'e yol açan bu, küçük insanların ve onların buruk dünyalarının alçakgönüllü şairinden etkilenmemek olanaksız. Şiirlerinin işçiliği, yapısı, sesinden çok duygu yükünden...

Arada bir göz atmalıyım. Yazgısıyla buluşan, uzlaşan insanın tragedyası Saba'nın duruşundan okura bulaşıyor. Hüzün de burdan geliyor sanırım.


*

Saba, Ziya Osman; Konuşanlar Bir Hüzünle Sesinde. Ed. Tahsin Yıldırım, Kaan Özkan

Alkım yayınları, 2004


Ziya Osman Saba'nın öykü ve şiirleri dışındaki tüm metinleri. Önemli bir derleme. Benim özellikle ilgimi, kimi önemli yazarlarımızla ilgili değerlendirmeleri çekti.


*

Saba, Ziya Osman; Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi,

Alkım yayınları, 2003


Saba'nın tüm öykülerini derliyor yapıt.

Sanırım Yaşar Nabi, yazınımızın ermişi diyor onun için.

Kötü olamadığı için iyi olmuş biri mi acaba, tüm ermişler, yalvaçlar gibi belki de.

Ama sayrık, tutaraklı bir iyilik duygusu değil Saba'nınki. Daha çok bir yokülke (ütopya) bağımlısı. Yaşadığı umarsız yoksunluk (öksüzlük, yoksulluk, bırakılmışlık, acı, vb.) onu olmadığını, olamıyacağını derinden bildiği, bunun da zararsız ve zararsızlığı oranında acıtıcı, hüznünün doğrudan kaynağına dönüştüğü, bir yokülkeye tutsak kılmış.

İnananı olmayan yokülkenin ermişi Saba'ya kendinden vazgeçerek dile dönüşmekten başka bir seçenek kalmıyor bu durumda.

Tüm bırakılmışlıklara ve acı çekmeye razı biri. Kendini buradan çoğaltıyor ya da tersine, eksiltiyor. Hiç olmamış gibi olmak. Hiç yaşamamış gibi.

Öte yandan dile tutunmak da bir umuda işaret ve geçerli olan içinde yer tutma iradesi değil mi? Anne ve babada yıkıma uğramış Saba belki Galatasaray, arkadaş iteklemesi, çevre, İstanbul'dan kalkarak, dili kendine karşı, kendinin biricik kurtuluşu olarak seçebildi.

Bence Abdülhak Sinasi Hisar'dan daha tutarlı, daha iyi ve Proust'a daha yakın. Çünkü gizli, bastırılmış, dili tersini savlamış da olsa, kurma yönünde niyetler taşıyor.

Bu onu özgün bir yazar yapıyor. Yazınımızda öneminin altında yer almış yazık ki.

Öyküleri anı-öykü karışımı, özyaşamöyküsel ve ilginç bir biçimde de İstanbul'un öyküleri aynı zamanda. Sanırım Saba ile İstanbul arasında, anlaşılabilir nedenlerle, denizle balık arasindaki ilineksel ilişki var.

Saba'nın yaşamı, İstanbul tanıklıklarıyla aynı şey.

Üstelik Saba'da Tanpınar çalımı yok. Belki bu yüzden daha az çekici, gizli.

Son sözüm:

Saba bir gömü. Bulgulanmayı bekleyen o değil. Onun bulunduğu her yer, aynı zamanda doğru yer.

Yalınlığın erdemine inanmışlar onu aramalı.

İki öykü kitabı: Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi ve Değişen İstanbul bir araya getirilmiş.

Öykü seçmem olanaksız. Tümünden etkilendim diyebilirim.

Daha önemli bir şey var: Saba'nın duyarlığı. Ve ben onun çocukluğunda kendime ilişkin çok şeyler…ortak yanlar buldum.


*

Serdar, Ziyaüddin; Thomas Kuhn ve Bilim Savaşları,

Everest Yayınları, 2001


Bilim ve dünyamız yeni bir paradigmanın eşiğinde Serdar'a göre. Araladığı kapıda gördüğü şeye Post-Normal Bilim diyor. Önemli ve tartışmaya açık...


*

Livaneli, Zülfü; Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm,

Remzi Kitabevi Yayınları, 2001


Livaneli bu berbat romanında, bir zeka belirtisi gibi görülebilecek anlatıcı kurgulamasında özgünlüğü de heba ederek, bir çuval incirin... Ama ‘kabahatin büyüğü bende kardeşim!...