Brian O’Connor

Zeki Z. Kırmızı

Brian O’Connor; Adorno (Adorno, 2013),

Çev. Soner Soysal,

Alfa yayınları, Birinci basım, Ocak 2022, İstanbul, 264 s.


İrlanda University College Dublin Felsefe Bölümü’nde öğretim üyesi (doçent) olan 1965 doğumlu Brian O’Connor’un Adorno üzerine çalışması derli toplu, eleştirel bakışı sınırlı tutulmuş bir çalışma olarak iyi bir çeviriden (Soner Soysal) okundu. Oldukça yalın ve dizgeli bir yöntemle, Yaşam, Toplum, Deneyim, Metafizik, Özgürlük ve Ahlâk, Estetik başlıklı bölümlerde Adorno düşüncesinin genel resmi çiziliyor, her bölüm ayrıca özetleniyor.

Önemli birkaç yapıtını okumama karşın hiç buluşamamış biri olarak Adorno’nun 20.yüzyılın önemli ve kurucu düşünce bileşenlerinden biri olduğunu, her ne denli çağının çok iyi kavramsallaştırma girişimlerinden biri gibi görünüyor olsa da bana göre yüzyılı önemli ölçüde ıskaladığını, daha kötüsü izinden giden daha tutarsız yaklaşımlara da öncülük ettiğini söyleyebilirim.

*

Theodor Wiesengrund Adorno 1903-1969 arasında yaşadı. Önemli yapıtlarının birçoğu Türkçede yayımlandı. Dünya Yazını (okumaninsonunayolculuk.com)Çıkış noktası şuydu: felsefe eğer mutluluk olasılığına katkıda bulunacaksa kendisinin yerleşik örneklerine (model) karşı durarak çıkmalıydı yola. Felsefesinin temel eleştirisi (kritik) ve çıkmazı da bu çıkış noktasında yatıyor işte. ‘Özgün deneyim olasılığı’ (‘saf öznellik alanı’) gibi yine yerleşik (ama ne idüğü belirsiz) bir kavramlaştırmaya başvurması hemen tüm 20.yüzyıl düşüncesinin (örneğin, Adorno’nun kıyasıya eleştirdiği Heidegger) ortak kara deliği değil mi? Benjamin’i okuyan Adorno’nun yönelişi, tikelliğin göz ardı edilişinin yalnızca yöntembilimsel bir sorun olmadığı, tam anlamıyla düzgüsel (normatif) bir sorun olduğuyla ilgiliydi. Onu rahatsız eden şey ‘soruşturmayla onaylanmamış hiçbir şeyin kabul edilmezliği’ değil, “gerçekliğin onu açığa çıkaran soruşturma biçiminin karakterini edinmesidir.” (33) Yani yöntem bir noktadan sonra gerçeklik üretir. Bu yargı çok çekici gelse de birçok yanlışı, eksik varsayımı içinde taşıyor bana kalırsa.

Dizi(ler kuramı) Adorno’ya göre, nesnenin tikelliğine yaklaştırmıyorsa tartışmalıdır (Bkz. ‘Takımyıldız’ kavramı ve Walter Benjamin). Bilgi-nesne özdeşliği yanlış bir genelleştirmedir, vb., Adorno’nun belirtik yargılarına birkaç örnektir yalnızca. Eytişim (diyalektik), bakış açısı önermedikçe, bakışaçısızlığına yol verdikçe geçerli bir ayrımsama yordamıdır. Onun ‘negatif diyalektik’inin özü budur. Bu kez eytişimi Hegel’e karşın yeniden ayakları üzerine diken odur sanki.

Adorno toplum kuramına göre olgulara anlamları toplum verir, ’bireye verili dünya’mevcut ve süregiden biçimi içinde, bir bütün olarak toplumun etkinliğinin bir ürünüdür.” (47) Dolayısıyla, toplum, bir bütünlük olarak, olgucu (pozitivist) herhangi bir yöntemle kavranılamaz bir nesnedir. Olgunun arkasındaki toplumsal bütüne yaklaşamayan her anlama çabası düşüngüseldir (ideolojik). “Adorno’nun projesi tam olarak, sadece toplumsal bir bütünlük olduğunu değil, ancak etkisi kendisinin çeşitli uğraklarına işaret eden toplumsal bir bütünlük olduğunu göstermektir. Yorum, bu etkinin karakterini ortaya çıkarmalıdır.” (65) Kuram (yorum), toplumu anlamlandırmayı sürdürür. Geliştirdiği aşkınsal (transandantal) toplum eleştirisinin yetersizliğinin ayrımında olan Adorno, ‘toplumun içkin eleştirisi’ kavramını geliştirir. İçkin eleştiri aşkın eleştiriyi düzeltir. “Sonuçta toplum bir bütün olarak görüldüğünde, onun temelde çelişkili olan özyapısı (karakter) ortaya çıkar. Onun usdışılığı (irrasyonellik), eytişimsel (diyalektik) olmayan düşünceye algılanmaz olarak kalır. Düşünürün yöntemsel derdi, ‘eleştirinin, eleştirilen konuma yabancı bir bakış açısı benimseyemeyeceği’dir.

Adorno’nun en önemli eleştirisi, çağdaş toplumda insan deneyimi olasılıklarının sınırlandırılması. (Sanki tüm toplumsal veri, deneylikten geçirilebilirmiş gibi…dolayısıyla bence kof bir genel yargı.) Ona göre felsefe, deneyimin gizilgücünü (potansiyel) kavramalı ve böylelikle deneyimin toplum-tarihsel var olan biçimlerine yönelik eleştiri yöneltmeli. “Önemli felsefi çalışmalar, Adorno’ya göre, bize içinde özne ile nesne arasında bir gerilimin olmadığı, ancak içinde, bununla birlikte, bu gerilimin kaçınılmaz biçimde görünür hale geldiği bir deneyim kuramını, çok kapsamlı bir şekilde sunmaya çalışmış olan felsefi çalışmalardır.” (85) Deneysel boyut, kavramın nesneyi, önceden düşündüğümüz ya da umduğumuz gibi kapsamadığının ayrımıdır. Kavramlarımızın yetersizliğinin deneyimi, temelde, bir çelişkinin deneyimidir. Kendini düzeltme dinamiğiyle deneyim yalnızca özne üzerinde bir dizi sonuç yaratmakla kalmaz, nesne de her kezinde yeniden, artan kapsamlılıkla daha anlaşılır olur. Konu çerçevesinde Hegel ve Kant’la epeyce tartışır Adorno. Hegel’in olumlu, dizge güdümlü eytişimine karşıt olarak, kendi düşüncesini ‘negatif eytişim’ olarak adlandırır. Deneyim konusundaki temel bağlılıkları Kantçı-Hegelci konumda bulunur. Onun eytişmeli deneyim kavramının ayrımı, özne-nesne dolayımının dönüştürücü niteliği. Deneyim dolayım aracılığıyla gerçekleşen bir dönüşümdür. İrdeleme kaçınılmaz olarak özdeşlik-özdeşsizlik tartışmasına gelir dayanır. Adorno ikincisiyle (özdeşsizlik) özdeşleşmiş bir düşünürdür tersinmeli (ironik) düşünürsek. Onun ‘özdeşlik’ kavramına karşı çıkışı yönsellik (yönelimsellik değil) içerir, özneden nesneye yönelen özdeşlik tanımlaması indirgemedir çünkü. Tek yönlüdür. Çünkü özne-nesne dolayımında oluşan şey, doğru bir yargıda bulunma sürecidir. (108)

Dördüncü bölümü Adorno’nun ’Metafizik’ yorumuna ayıran O’Connor, Adorno için özdeşsizlikçi düşünme olanağının metafizik sığamızla (kapasite) ilgili olduğunu belirtir. Geleneksel metafizik girişimini köktenci biçimde yeniden kavramsallaştırmıştır. Konu bilgibilimsel (epistemolojik) değildir. Şeyleşmece koşullandırılmış bir dünya içinde tikelliğin durumunu açığa çıkarmakla ilgilidir. Bölüm içinde Heidegger’in metafizik yorumunu eleştirir. Metafizik bir süreklilik tezine indirgenemeyeceği gibi tersine, yani bir süreksizlik tezine de indirgenemez. Dolayısıyla Adorno’nun metafizik önermesi bir ‘özdeşsizlik metafiziği’ önermesidir. Özdeşsiz düşünce şeyleşmeyi aşar, ama saltık ötekilikle karşılaşma anlamına da gelmez. “Onun metafizik karakteri, ilkesel olarak bizim deneyimimizin dışına düşen herhangi bir şeye referans içermez.” (133) Haklı olarak, hiçbir Saltık (mutlak), içkinliğin izlekleri ve ulamları (kategori) dışında bir şeyle tanımlanamaz, demiştir. Yaklaşımı bu olunca, ‘anlam bulmak’ çabası düşüngüleşmeye (ideoloji) yatkın bir çabadır ona göre. “Adorno için, bu durumda metafizik düşünme, birinin tikel nesnelerle alışılageldik ilişki kurma biçimlerini sadece bir aşkınlık uğruna aşmaya yönelik bir çaba değildir. O, özdeşlik ve dışlamaya bağlılık tarafından bilinçsizce üretilen şiddete bir tepkidir. Metafiziğin sadece siyasette değil ama bizden başka olduğunu varsaydığımız şeyle olan her türlü ilişkimizde direnmesi gereken şey işte bu düşüncedir. Sadece unutulmuş tikellikle olan ilişki aracılığıyla, diye savunur Adorno, metafizik deneyim gerçekleştirilebilir.” (138)

Çıkış noktalarına bakılırsa Adorno düşüncesinin aktörel bir tartışmaya (özgürlük, vb.) gelip dayanması beklenir. İşe özerklik kuramı eleştirisiyle başlar. Ona göre özerklik çağdaş dünyada düşüngüsel bir ıra edinir. Yani sahici bir özgürlük değildir. Daha çok bireyin kısıtlanmış özgürlüğüdür. (142) Dizgenin sürmesini sağlar bu da. Özgürlük kavramını Horkheimer’le birlikte Aydınlanmanın Diyalektiği’nde ele alır. (1944). Ona göre özerklik düşüncesi, kentsoylu (burjuva) toplumun gereksindiği ve sürekliliğini sağladığı özgür bireysellik çeşitlemesinin kuramsal bir anlatımına dönüşmüştür. Yani, özerklik düşüngüsel bir düşüncedir. Özgürlük kavramını tinçözümsel bağlamda temellendiren Adorno, ‘eskil (arkaik) itki’ diye bir kavrama başvurur. Özgürlük, eskil itki anısından beslenir. Saf deneyim sayılmasa da ‘ego’nun öncesinde yatan anlamlı bir insan güdülenmesi olarak görür eskil itki’yi. Usavurum ve gerekçelendirmeye önceldir. (Tüm bunlar Adorno dizgesinin belki en zayıf halkaları.) O’Connor soruyor: eyleyenden itkileri bastırmasını istemeyen, bunun yerine usa uygun eylemlere öncelik tanıyan, tutarlı herhangi bir özerklik kavrayışı var mıdır? (158) Adorno bu soruyu yanıtlamaya çalışmıştır. Tabii özerklik bir direniş yordamına bağlanır. Töre (ahlak) düşüncesi Auschwitz olgusundan ayrı kavramlaştırılamaz. O törellik düşüncesini sıklıkla direnişle ilişkilendirir. Ona göre ‘koşulsuz buyruk’ (Kant) biçimci bir araç değildir. Adorno, düşünmenin törel itkinin üzerine yükseltilmesinin neden olduğu bir edimsel sığa yitimini inceler. İtkisel törel eylem düşüncesi, ‘kendiliğinden ve kesin eylemler’ önerir.

O’Conner’a göre, “Adorno, estetik modernizmin eşsiz filozofudur:” (183) Onun en çok değer verdiği yapıtlar, bütüncülük karşıtı, ısrarcı uyum aracılığıyla dile gelen zorlayıcı uzlaşmalar olarak gördüğü şeylerden sürekli kaçınan şeyler, biçimindedir. O’Conner Adorno’nun estetik düşüncesini anlatırken önce Mimesis kavramına odaklanır. Mimesis (Tıpkılayıcı yaratıcılık) toplumsal bütünlüğün şeyleştirici usçuluğunun tümüyle yok ettiği ‘dünyayı yeniden üretmenin mutluluğunu’ içerir. Sanat neden bu işlevi üstlenir, sorusunun ayrıca doyurucu bir yanıtı yoktur. Bölümde Adorno için estetik kuramını örneklediği iki ad öne çıkar: Baudelaire ve Kafka. “Baudelaire’in şiiri, şeyleşmeyi ve metalaştırmayı, onları temsil etmeksizin ifade eder.” (196) Kafka üzerine çalışması ise ‘Notes of Kafka’ (1953). Adorno’ya göre, tarihsel süreç Kafka’nın yapıtında ‘şifreler’ olarak bulunur. Yazar özelliğiyle Kafka, aslında saf bir estetik etkinlikle ilgiliydi. Benjamin’in yorumuna katılır: Kafka’nın yapıtı, yaralı (hasarlı) meseller (sürekli karmaşık değişmeceler, çözülemez değişmeceler) ortaya koyması anlamında yaralı. “Kafka’nın eserinin yorumunun şifresi, der Adorno, çalınmıştır.” Her yapıt şifreyi çözmeye çağırır ama hiçbiri izin vermez. “Adorno, Kafka’nın eserlerini, şeyleşmiş yaşamın mimetik ifadesi olarak, daha doğrusu, ‘çürümekte olan kapitalist bir toplumsal düzene ilişkin şifreli bir mesaj’ olarak karakterize eder.” (198) Yapıtların biçimleri toplumsal gerçeklerin biçimlerini açığa çıkarır. Üstelik bunu gerçekliğe (realizm) yönelik herhangi bir girişimde bulunmaksızın yaparlar. Yansız bir toplumsal bütünlük yanılsamasını yıkar Kafka. Toplumsal deneyimi tam anlamıyla negatif biçimde gizemsizleştirir, yani o, şeyleşmeden bağışık (muaf), yeni bir dünyaya ilişkin herhangi bir şeyi imlemez. İmge olarak herhangi bir yokülke (ütopya) sunmaz. Adorno’ya göre Kafka’nın gerçekçiliği budur. Bir yerde şöyle yazar: “Estetik davranışı, egemen rasyonalitenin ölçütlerine göre irrasyonel olarak etiketleyen şey, anlatının, araçlardan çok hedefleri takip eden bir ratio’nun tikel özünü ifşa ediyor oluşudur.” (211-2) Sonuçta sanat, giderek daha az toplumla uyum içinde bir etkinlik olur. ‘Toplumun toplumsal bir anti-tezi’. (216) Sanat yapıtının öz-amaçlılığı, benzerlik (Schein) ve yanılsamadır (Illusion). Ve yine Adorno’ya göre, ‘artık deneyimlenemediklerinde’ sanat yapıtı eskilleşir (arkaik). (225)

Son bölümde O’Connor, Adorno düşüncesinin izini sürenlere değinir. Habermas en önemlilerinden biridir. Habermas’ın öğrencisi, Albrecht Wellmer, Axel Honneth, tabii yine çok önemli bir ardıl: Jacques Derrida.