Miller-Idriss, Chyntia
Zeki Z. Kırmızı
Miller-Idriss, Chyntia
Zeki Z. Kırmızı
Miller-Idriss, Chyntia; Anavatanda Nefret ((Hate in the homeland, 2020)),
Çev. Behzat Hıroğlu,
Ayrıntı yayınları, Birinci basım, 2023, İstanbul, 304 s.
Chyntia Miller-Idriss ABD’li bir bilim insanı, toplumbilimci. Çok önemli, güncel bir çalışması yıl içinde (2023) Türkçede yayımlandı. Anavatanda Nefret. Kitap günümüz dünyasında ABD odaklı olarak yükselen eşitsizlikçi şiddet, üstünlükçü sağ oluşumlara yoğunlaşıyor, söz konusu oluşumların bugüne değin yapılageldiği gibi nedenleri sonuçları üzerine kuramsal yargılar üretmek yerine daha eylemcil, etkili ve siyasal bir tepki vermenin olanaklarını araştırıyor. Nasıl savaşılmalı bu yükselen ‘sağ’ dalga ile? Bunlar çevrimiçi-dışı hangi ortam, ilişki, yapı, uzamlarda biçimleniyor ve hangi bağlantılar içinde güçlenebiliyor? Onlarla savaşmanın yetersiz geleneksel yöntemlerin dışında ve ötesinde bir yolu var mı, neler yapılabilir? Önce olguyu ABD özelinde yoğunlaşarak ama küresel göndermeler ve örneklerle birlikte küresel haritasını çıkaran Miller-Idriss, asıl ağırlığı bu eğilimle savaşım yöntemlerine veriyor. Kitabının son bölümleri ve sonucu bunları tek tek saptıyor ve birer önerme olarak tartışmaya açıyor. Yazarın ‘nefret suçlarına maruz kalanlara, ailelerine ve onların acısına ortak olanlara’ sunduğu çalışmanın yapısı şöyle:
Giriş: Radikalleşmenin Mekânı ve Zamanı
Sonuç: Kimin Anavatanı? Nefret Karşıtı Aşı
Kendisi, amacını Giriş’te anlatıyor: “Bu kitap farklı bir yaklaşıma sahip. Bu çalışmada, aşırı sağın neden ve nasıl radikalleşip büyüdüğüne odaklanmanın yanı sıra, radikalleşmenin nerede ve ne zaman gerçekleştiği sorusu üzerinde de durmamız gerektiğini öneriyorum.” (19) Ona göre aşırı sağı anlayabilmek için dört bağlamda ele alınmalıdır konu: 1) Hükümet ve demokrasi karşıtı uygulamalar ve düşünceler, 2) Dışlayıcı inançlar, 3) Varoluşsal yıldırılar (tehdit), 4) Kıyamete ilişkin düşlemler (fantezi). (20)
Kitap sayısız saptama, örnek olay ve gönderimlerle ayrıntılı bir çalışma olarak sürüyor. Ben sağın entelektüel dayanaklar oluşturması konusunu özellikle önemli buldum. Bir de sağ yükselişe karşı verilecek savaşımın uzak-yakıngörüsel (stratejik-taktik) önermelerini. Ana önermesini sonuç bölümünde yineliyor: “Neden bu denli bir aşırılıkçılık ve şiddete tanıklık ettiğimizi ve aşırı sağcı aşırılıkçı grupların destekçilerini nasıl örgütlediği ve mobilize ettiği hakkında sorular sormak elbette ki önemlidir. Fakat daha önce de belirttiğim zere, gençlerin, aşırı sağcı ideolojilerle nerede ve bilhassa ana akım ve gündelik alanlar ile mekânlarda bu ideolojilerle ne zaman karşılaştıkları hakkında da sorular sormamız gerekmektedir. Toprak ve aidiyet hakkındaki savunmacı fikirlerin nasıl da insanların ulus ve ülke üzerindeki sahiplik hissini ve kimlerin buralara ait olmaya layık oldukları yönündeki düşüncelerini şekillendirdiğini daha iyi anlamamız gerekiyor.” (277)
Cynthia Miller-İdriss’in Aynur Kulak’la yaptığı ve 19 Haziran 2023 tarihli Evrensel Gazetesi’nde yayımlanan söyleşiden birkaç alıntı yapmakla yetineceğim:
“Ancak sosyal medya ve sürekli genişleyen çevrim içi ekosistem aşırı fikirleri güçlendirmeye ve yaymaya yardımcı olan koşulları da yarattı. Algoritmalar genellikle daha müstehcen içeriğe ayrıcalık tanır; medya kuruluşları, okuyucuları kışkırtmak ve çekmek için “tıklama tuzağı” başlıkları kullanır. Sonuç olarak daha aşırı içerik ayrıcalıklı hale gelir. Bunlar, aşırı sağ fikirlerin daha geniş bir şekilde ana akım haline getirilmesini ve kabul edilmesini sağlayan şeyin bir parçası olmadığı, aynı zamanda belirli bir ana vatandan diğer ulusal bağlamlara yayılan ve bulaşan şekillerde gelen nefretle ilgili olduğu yönünde bir tartışma var.”
“Aşırı sağın yükselişini açıklayabilecek tek bir formül yok.
Genel olarak, aşırı sağa ilgi duyanlar ekonomik olarak en istikrarsız insanlar değil. Örneğin, işsiz olmak insanları aşırı sağa çekme olasılığını artırmaz. Ancak, işsiz bir ebeveynin olduğu bir evde büyümenin insanları aşırı sağa katılmaya daha yatkın hale getirdiğini gösteren araştırmalar var. Bu, daha büyük olanın gerçek ekonomik riskine değil, daha çok bir güvencesizlik duygusuna neden olduğu anlamına gelir. Bir risk faktörü olan gerçek haklardan mahrum bırakılma değil, daha çok bir şeyin kaybedilebileceği veya alınabileceği hissidir. Tabii ki, bir şeyin alınabilmesi için, kişinin ilk başta o şeye hakkı olduğunu hissetmesi gerekir. Bu yüzden bunu genellikle bir güvencesizlik duygusuyla bir hak kazanma duygusu olarak tanımlarım. Ve insanlar, kendilerinden neyin çalındığına dair sürekli bir propagandayla karşı karşıya kaldıklarında, nasıl maniple edildiklerini görmek kolaydır.
Eşsiz bir şekilde ilerleyen bir fikir ve fanteziler dizisi bu. Bu yüzden onu distopik olarak adlandırıyorum.”