(Modernism. The Lure of Heresy: From Baudelaire to Beckett and Beyond, 2007)
Gay, Peter
Zeki Z. Kırmızı
(Modernism. The Lure of Heresy: From Baudelaire to Beckett and Beyond, 2007)
Gay, Peter
Zeki Z. Kırmızı
Modernizm. Sapkınlığın Cazibesi. Baudelaire’den Beckett’e ve Ötesine,
(Modernism. The Lure of Heresy: From Baudelaire to Beckett and Beyond, 2007)
Çev. Sibel Erduman,
Everest Yayınları, Birinci basım, Eylül 2017, İstanbul, 621 s., Resimli.
1923 Berlin doğumlu tarihçi ve Freud uzmanı Peter Gay, daha sonra ABD yurttaşlığına geçiyor ve 2015 yılında, 92 yaşında yitiriyor yaşamını. Aydınlanma, Weimar Cumhuriyeti, Freud üzerine çalışmaları, yayımladığı 25 kitabı arasında öne çıkanlar. İzleyebildiğimce Türkçemizde Modernizm dışında iki çalışması daha yeni yayımlandı: Weimar Cumhuriyeti1 ve Romantikler Neden Önemlidir?2. Okuduğum kitabı Modernizm3 ise sondan bir önceki kitabı.
Modernizm4 üzerine genişletilmiş bir genbilik (ansiklopedi) maddesi olarak da görülebilirdi bu kılavuz kitap, eğer yazarı kişisel deneyim ve dahası tartışmalı siyasal görüşlerini işin içine katmasaydı. Hemen belirtelim, kendisi Önsöz’ünde (2007) “Yaptığım seçimlerde politik görüşümün, en azından bilinçli olarak, beni yönlendirmediğinin altını çizmeliyim,” (s.16) diyor. Ama üçüncü bölümde tam da bunu yapıyor öte yandan. Yine de yararlı, derli toplu, hafif (olumsuz anlamda değil), kendi içinde tutarlı, çağcıl (modern) sanatı ana çizgi ve örnekleriyle önümüze getiren bir çalışma olarak belli bir okur kitlesine salık verebileceğim bir kitap. Daha doğrusu, modernizmi belirlenmiş, sınırlı bir bağlam içinde ele alan, kavramaya çalışan bir okur yaklaşımı için gerçekten kılavuzluk yapabilir, ayrıntılarda yitip giden sayısız şeye (olgu, kişi, kurum, akım, vb.) karşın. Kuşkusuz Peter Gay kaba çizgilerle yetinmek zorunda kaldığı için kınanamaz. 600 sayfa içerisinde yaptığı bir tür kayra (mucize) sayılmalı. Çünkü kitabın kapağı kapatıldığında, 19.yy. ikinci yarısından 20.yy.’ın sonlarına 150 yıllık tarihe sığan Modernizm anlatısı sanki avucumuzun içindeymiş gibi bir duygu çok da uzakta kalmıyor.
Modernizm başlıklı giriş bölümünde hem kavramla ilgili kendi tanımını, yaklaşımını dile getiriyor Gay hem de derli toplu bir Modernizm tanımı yapıyor. Modernizm tarihsel anlamda tanımlanabilir, koşullara, eğilimlere bağlanabilir, bir tarihsel bağlama ilişkilendirilebilir, her ne denli sınırlar yer yer bulanıyor olsa da.
Aynı önsözde, yaptığının bir sınıflandırma (kataloglama) işlemi olmadığını, ‘modernizmin tüm akım ve önde gelen figürlerini(n)’ ekin (kültür) içindeki varlıklarını incelemek ve olabilirse tek bir kültürel bütünlük içinde tanımlamak olduğunu, Freud’u büyük önemine karşın kapsam dışında bıraktığını belirtiyor.
Ben kitabı özetlemeyecek, bir iki noktaya değinerek geçeceğim. Yapıtını iki kavram ve modernizm ölçütü (kriter) üzerine oturttuğunu baştan öne sürüyor, ilki ‘sapkınlığın çekim gücü’, ikincisi de ‘kendini incelemeye bağlılık’, kendini bir nesne olarak gözlemlemek. (26) İlki için bir ölçüt denebilir mi, kuşkuluyum. Ama Peter Gay sıkça gönderme yapsa da tarihin sınırlarını toplumbilimi, tinbilimi, vb. öteki kavrama biçimlerine taşırmamaya çabalıyor. Aslında tarihsel yordamının biraz böyle kapsayıcı, bütünlüklü bir yordam olduğu kanısındayım öteki çalışmalarına bir göz attığımda. Tabii çağcıllığın yanlış okumalarına, onu yaratan iklime ya da tarihsel önkoşullara değinmeden olmazdı. Belki de kitabın düşünsel açıdan en önemli bölümü giriş bölümüdür desek yanlış olmayacak. Yanlış okumalara bir örnek olarak, birçok modernistin demokrat olmasına karşın modernizmin demokratik bir devini olmadığı yönündeki Gay görüşünü verebiliriz. Haklı olduğu açıktır. Ona göre modernizm ikili bir tinsel kurtuluş sağladı hem yüksek ekin (kültür) tüketicileri hem de üreticileri için. “Belki de değer verdikleri en büyük yanılsama, tüm yanılsamaların üstesinden geldiklerine dair inançlarıydı. Ama gelecek nesil onları nasıl yargılarsa yargılasın, en iyi örneklerde, kendilerinden daha uzun yaşayan ve bizden daha uzun yaşayacak olan eserler bıraktılar.” (53)
*
Kitabın birinci bölümü (Kurucular) ayak sesleri duyulan çağcıllık akımının kurucu yol açıcılarını ele alıyor. Burada özellikle öncelenen sanatçılar başta Charles Baudelaire (şair) olmak üzere, Edouard Manet (ressam), Théophile Gautier (yazar), Oscar Wilde (yazar), ‘ParisOnuncu Yıl Sergisi’, izlenimcilik, Claude Monet (ressam), Paul Durand Ruel (çağcıl sanatçı yapıtlarının alsatcısı), Alfred Lichtwark (müzeci). Bu ana kişiliklerin ötesinde daha birçok önemli adın da kurucular bölümünde geçtiğini bilmemiz gerek.
Kitabın ikinci büyük bölümü: Klasikler. Sanat dalları ayrı ayrı işleniyor bölüm boyunca. Peter Gay öncelikle (ve biraz da işin doğasına uygun olarak) resim ve heykel sanatını öne alıyor. Burada örnek olarak seçtiği sanatçılar ve kavramlar; portre sanatı, Vincent Van Gogh, Paul Gauguin, James Ensor, Edvard Munch, Lovis Corinth, Ernst Ludwig Kirchner, ‘Köprü’ devinimi (Almanya), Max Beckmann, Vasili Kandinsky, Kazimir Maleviç, Piet Mondrian, ‘dada’, ‘gerçeküstücülük’, René Magritte, Joan Miró, Salvador Dali, tek kişilik orkestra Pablo Picasso, Marcel Duchamp, ‘taklit-karşıtlığı’, David Smith, Henry Moore, Barbara Hepworth, Vladimir Tatlin, Constantin Brancusi.
İkinci altbölüm düzyazı ve şiire ayrılıyor ve burada ele alınan sanatçılar: Virginia Woolf, Edouard Dujardin, Knut Hamsun öncülüğünde Henry James, James Joyce, Virginia Woolf, Marcel Proust, Franz Kafka, T. S. Eliot.
Üçüncü altbölüm dans ve müziğe ayrılmış: Öncüler olarak Richard Wagner, Claude Debussy, Gustav Mahler’e göz atıldıktan sonra çağcı sanatçı olarak Arnold Schönberg, Igor Stravinski, Edgard Varése, John Cage, dansçılar olarak da George Balanchine, Sergey Dhiagilev inceleniyor.
Mimari ve tasarımda çağcı (modernist) öykü Walter Gropius’la başlıyor. Frank Lloyd Wright, Ludwig Mies Van der Rohe, Le Corbusier, Josef Hoffmann, ‘bauhaus’ üzerinde duruluyor.
Tiyatro ve sinemada ise, Henrik Ibsen, Alfred Jarry’yle başlayan açılış August Strindberg, George Bernard Shaw, ‘Alman dışavurumcu tiyatro’, George Kaiser, Carl Sternheim, ‘tamamen modern tek sanat: sinema’ alanında ise D. W. Griffith, Sergey M. Eisenstein, Charlie Chaplin, Orson Welles büyüteç altında.
Kitabın üçüncü bölümü Bitişler. Bu bölümde Peter Gay çağcı düşünce ve sanatın bitiş evresini ve yerini bıraktığı yeni anlatım biçimlerine göz atıyor. Egsantrikler ve Barbarlar adlı alt bölümde ‘Modern-karşıtı Modernistler’i ele alıyor önce. T. S. Eliot’a dönmesi gerekiyor bu yüzden. Sonra Charles Ives (müzik), Knut Hamsun (yazar), Barbarlar: Hitler Almanyası ve yakılan kitaplar, Barbarlar: Stalin’in Sovyetler Birliği, Barbarlar: Mussolini’nin İtalya’sı (fütürizm) ele alınıyor genel olarak. Zurnanın zırt dediği yer de burası. Faşizmi Sovyet düzeni (Stalin) ile öylesine rahat, tasasız eşitliyor ki dar kafalı Anglosakson akademik (entelektüel) bakış açısının bildik hortlağı yine yırtıktan uzanarak gına getiriyor. İlkel (Batı-kapitalist) tarih bakışının belirtgen (tipik) ve yavan örneklerinden biri daha diyor insan ister istemez. Sorun Stalin eleştiri yasağı ya da aklama, paklama sorunu değil, kimse yanlış anlamasın. Burada yöntembilimsel büyük bir yanlış yapılıyor ve dolayısıyla tüm taşlar da birlikte yerlerinden oynuyor: “Aslında 1920’lerin sonlarında siyaset bilimciler ve gazetecilerce kullanılmaya başlayan kritik sözcük ‘Totaliterlik’, kısaca iki rejimin, bütün karşılıklı düşmanca söylemlerine karşın özünde kardeş ve inanılmaz derecede benzer olduğunu beyan eder. Elbette iki rejim de yıkıcı güçlerini, avangard sanatçıları devletin belirlediği çizgiye çekilmeye ve estetik muhalefetin kalanını da sessizliğe zorlamakta kullandı. Sınırları içindeki modernistler üzerinde etkileri tıpatıp aynıydı: zorunlu boyun eğme ve iş birliği veya sessizlik, hatta belki de ölüm.” (460) Arkadan şöyle diyor Peter Gay: “Elbette Sovyetler iktidara gelince, esas olarak yabancı ziyaretçilerin gözünü boyamada avangard tabloları kullanacak kadar bilgiliydiler.” (463)
Ölümden Sonra Yaşam mı? başlıklı ikinci alt bölümde 1945 sonrasına odaklanıyor tarihçi. Gunther Grass üzerinde ayrıntılı duruyor. Tabii Jean-Paul Sartre, Samuel Beckett, Eugéne Ionesco, ‘absurt tiyatro’, ‘fransız yeni romanı’, Nathalie Sarraute ve oradan ABD’ye (bir pratik zekâ çağına) sıçraması: ‘soyut dışavurumculuk’, Jackson Pollock, Hans Hofmann, ‘pop art’, Andy Warhol, Roy Lichtenstein, ‘başarı’, Gabriel Garcia Marquez ve Frank O. Gehry’nin Bilbao’daki Guggenheim Müze binası. Peter Gey girişte olduğu gibi bu son bölümde de kendi kişisel deneyimine başvuruyor, doğrudan gözlemlerini aktarıyor.
Kitabın 551-621 sayfaları arasında ayrıntılı ve içeriğe uygun açıklamalı bir kaynakça (Bibliyografya Denemesi) veriliyor ki önemli, değerli. Bunu da belirtmiş olalım.
[1] Peter Gay; Weimar Cumhuriyeti (Weimar Culture: The Outsider as Insider,1968), Çev. Eren Buğralılar, İletişim y. Birinci basım, Ocak 2023, İstanbul, 246 s.
[2] Peter Gay; Romantikler Neden Önemlidir? (Why the Romantics Matter, 2015), Çev. Kerime Dalyan, Yapı Kredi yayınları, Birinci basım, Ağustos 2023, İstanbul, 112 s.
[3] Gay, Peter; Modernizm. Sapkınlığın Cazibesi. Baudelaire’den Beckett’e ve Ötesine (Modernism. The Lure of Heresy: From Baudelaire to Beckett and Beyond, 2007), Çev. Sibel Erduman,Everest Yayınları, Birinci basım, Eylül 2017, İstanbul, 621 s., Resimli.
[4] Yazılarında Modernizm karşılığı Çağcıllık sözcüğünü kullanıyorum ama burada kitabın genel havasına uyma gereği duyduğum için Modern ve türevi sözcükleri kullanmayı yeğliyorum ne yazık ki. Zzk.