Margarete Buber-Neumann

Zeki Z. Kırmızı

1901-1989 yılları arasında yaşayan Margarete Buber-Neumann’ın 20.yüzyılın namlı anti-komünistlerinden biri olduğu, Kravçenko Yargılaması’nda2 tanıklığının da gösterdiği gibi, özgürlükçü (!), liberal Batı’nın olanca desteğini bir dizi eski komünist-yeni anti komünist aydın (!) örneklerinden biri olarak arkasına alan, savaş ve soğuk savaş döneminin karanlık kişilerinden biri. Buradaki sorunun, Sovyet (Stalin) döneminin hışmına uğrayanları anti-komünist yaftasıyla çöpe atmak olmadığını herkesin iyi anlaması gerek. Kullanışlı salak bile sayılmayacak, Margarete Buber-Neumann gibiler bana kalırsa daha kirli ve gizli ilişkilerin parçası. Bendeki izlenim bu. (Üstelik bu izlenimi Milena kitabının satır aralarından bile edinmek olanaklı.) Stalin rejimi bu tür insanları yalıtmak için ya sürgüne yolladı ya sınır dışı etti. Bir bölümünü de yok etti. Buber-Numann’a göre kendisi çağın iki korkunç diktatörünün ortak kurbanıydı. “1948'de Als Gefangene bei Stalin und Hitler'i Almanca ve İsveççe, ertesi yıl Fransızca ve İngilizce olarak İki Diktatör Altında: Stalin ve Hitler'in Tutsağı adıyla yayımlandı (1949). Arkadaşı Arthur Koestler'in dayatmasıyla kitapta hem Sovyet tutukevlerinde hem de Nazi toplama kamplarında geçirdiği yılları anlattı. Die Gazette, bu çalışmalar hakkında, ‘Batı Almanya'daki savaş sonrası kuşağı sarstılar çünkü Sovyet Gulag Kampları hakkında ilk kez ve ayrıntılı olarak haber kaynağı oldular,’ diye haber yaptı.” (Wikipedia, 26.03.2024) Aynı kaynak (Wikipedia), Buber-Neumann’ın kitabından komünizm ve Nazizm ile ilgili olarak şu alıntıyı da yapıyor: “Hitler'in kötülükleri ile Stalin'inkiler arasında, bence, yalnızca niceliksel bir fark vardır... Komünist fikrin, teorisinin zaten temel bir hata içerip içermediğini veya yalnızca Stalin yönetimindeki Sovyet pratiğinin orijinal fikre ihanet edip Sovyetler Birliği'nde bir tür Faşizm kurup kurmadığını bilmiyorum.

Yukarıdaki bilgiyi iki nedenle alıntıladım. İlki, Margarete Buber-Numann’nın biçeminin (üslup) de kendisini ele verdiği üzere aydın (!), yazar (!), siyasetçi (!) kimlik olarak genel anlamda güvenilmezliğini, dolayısıyla yalnızca 20. yüzyılın genel yorumu açısından değil, kendi yaşam çeperinin ve dolaylı ikincil tanıklıklarının da geçerliliğinin kuşku verici olduğunu vurgulamak. Dolayısıyla Milena Jesenska’yla ilgili tanıklığının çok sınırlı, hele Kafka’ya gönderimlerinin hiç dikkate alınmaması gerektiğini kavramak… Batı dünyası piyasacılığının kokusunu erkenden alan burnu Milena’yı bir kazanç yolu, kaynağı olarak kullanabileceğini düşündürtüyor insana. Çünkü, Milena hakkında yazdığı ve ilk 1963’te yayımladığı kitabının alt başlığı; kitabın Kafka’ya ilişkisi neredeyse sıfır düzeyinde ve Milena-Kafka bağlantısı da birkaç mektubun aktarımından ibaretken, ‘Kafka’nın kadın dostu’. Neden? Kitabın 10-15 sayfası, Milena’nın yaşamının sınırlı birkaç yılıyla bağlantılı olarak Milena-Kafka ilişkisine ayrılmış, diğer bölümler haklı olarak Milena’nın, bu 20.yüzyıl aydın insanının çalkantılı yaşamını sergiliyor ve Alman kampında Milena Jesenska’nın Buber-Neumann’a aktarımlarından oluşuyor. Uyanık yazarımız elbette 20.yüzyılın öne çıkan kadın kişilerinden birini konu yapmakla yetinmiyor, Jesenska’yı da safına çekip öyle göstererek, ondan da eski komünist-yeni anti komünist üretme çabasına girişiyor. Hoş, Jesenska’nın siyasal bilinci yaşadığı dönemin onu savurduğu yerlerde dürüst bir çağ ayını olarak bulunmaktan öte geçmiş değil. Buber-Neumann’dan bir şeyler öğrenmeye kalkışmasından belli.

Kaynağa başvurma konusunda ikinci nedenimse, Buber-Neumann’ın gizli amacının (çarpıtma ve algı yaratma) uzak (Franz Kafka) ve yakın olguyu (Milena Jesenska) sunuşu konusunda uyarmak. Bu yaklaşım kirletici bir yaklaşımdır, ama bu sözüm Kafka’yı ve Milena’yı en genel anlamda aklamaya (!) yetmeyeceği gibi, böyle bir niyetim de yok. Savaştan sonra Batı gerçekten büyük ekinsel-düşüngüsel (kültürel-ideolojik) bir devinimi, özellikle Avrupa’nın ünlü komünist aydınlarını etki altına alarak (CIA girişimleri ünlü ve belgelidir.) ve ayrıca iki blok arasında çıkar peşinde ikinci sınıf insanları özellikle kullanarak başlattı ve çok paralar harcandı. Bunlar üzerinde durmaya gerek yok ama Kafka yapıtına böylesi ellerden uzanmanın yanlış yollara bizleri taşıyabileceği de açık.

Şunu anlıyoruz. Milena için Kafka seçkin, özel bir insan ve onun yaratıcı gücünün çekimiyle sürükleniyor. Üstelik bunu içtenlikle yapıyor ama Kafka’nın beklentisi çok yönlü. Bir çocuğun ve gelişmiş bir düşünce yapısının karma beklentisi etkili, zeki, pırıltılı bir kadına yönelince Milena da umarsız, seçeneksiz kalakaldı ama bunalımı yine de kolay atlatmış denebilir. Bunda Milena’nın başarısından çok önceki kadın deneyimlerindeki başarısızlığından yeterince sonuç çıkarmış Kafka’nın Milena’ya daha gerçekçi ve olgun bir yaklaşım sergilemeyi sonunda başarmış olmasının payı var. En azından kendini yanıltmamayı bu kez beceriyor ve Milena, Buber-Neumann’a göre dişilik (cinsel) ve anne olma beklentileri nedeniyle çok üzülerek Kafka’yı bıraktı. Aslında Kafka’nın yalnızlığıyla yaralanmış ve çağırsa kendi yaşamını ateşe atmaya epeyce yatkın bir tinsellikle dolu olarak. Öyle sanıyorum Milena, Kafka’yı en iyi kavrayan ve onu aslında en iyi yönetebilecek kadındı. Göze alamadı, çünkü kendi kadınlığından ve kadınlık anlayışından vazgeçmesi gerekiyordu büyük olasılıkla. Max Brod’a (Kafka ölüm yatağındayken) ve ölüm sonrasında Kafka için söylediklerinde bunu, yani çıkmazını açıkça da dile getirmiş, kendini suçlamıştır.

Bu bilgiye ulaşmada Buber-Neumann’ın katkısına gelince bana göre hiç. Hani Milena’nın kampta ona anlattıklarını aktarsa önemli bir katkıda bulunmuş olurdu ama hayır. Yalnızca Milena-Kafka yazışmalarını okumuş, alıntılarla bölümü yazıvermiş. Oysa yayımlanmış Kafka-Milena yazışmalarını okumak yeterliydi tüm bunları anlamak için, Buber-Neumann’ın alıntılarına gerek yok sözün özü.

Kuşku verici nokta olarak, iki konuyu da belirtmek isterim. Buber-Neumann’a göre Sovyet rejimi (yanılmıyorsam 1943’te) Gestapo-Nazi rejimine teslim ediyor kendisini. Neden? İkinci bir konu, Ravensbrück Kampında Margarete Buber-Neumann’ın kuşku verici konumu. Çok rahat (tabii tutsaklık koşulları içerisinde). Ravensbrück öteki Yahudi kamplarından başka. Burada Alman kökenli solcular, aydınlar, rejim karşıtları, çingeneler, vb. kalıyor ve tabii çingeneler, komünistler gibi tutsaklar için durumun nasıl sonuçlanabileceği kestirilse de yazar ve benzeri kişilerin (belki antikomünist olmaları nedeniyle) durumu hiç fena sayılmaz (anlaşıldığı kadarıyla). Zaten Milena değil ama Buber-Neumann savaşın sonunda kamptan sağ çıkıyor. Nasıl? Keşke ileride ne işlev göreceğinden bağımsız olarak kamptakilerin tümü ve elbette Milene Jesenska da kurtulabilse ve yaşasaydılar.


[1] Buber-Neumann, Margarete; Milena (Milena,Kafkas Freundin, 1963), Çev Sıdıka Orhon, AFA yayınları, Birinci basım, Eylül 1991, İstanbul, 248 s. (74-92), Fotoğraflı.

[2] Kravchenko'nun daha az bilinen anıları, Avrupa'da en çok satanlar arasında yer almasına rağmen, 1950'de yayınlanan Adaleti Seçtim, esas olarak Fransa'daki "yüzyılın davasını" kapsıyordu. Fransız Komünist haftalık gazete Les Lettres Françaises tarafından Kravchenko'nun karakterine yapılan bir saldırı, Kravchenko'nun bir Fransız mahkemesinde suç atma (iftira) davası açmasıyla sonuçlandı. Yüzlerce tanığın yer aldığı genişletilmiş 1949 davası "Yüzyılın Davası" olarak adlandırıldı. Sovyetler Birliği yargılamada taraf oldu. Kravchenko'nun eski işdaşları onu bir hain, bir casus ve hesabına para geçirmekle suçladılar (…) Kravchenko'nun avukatları hem Sovyet hem de Nazi toplama kamplarından kurtulan ve Büyük Arınma (temizlik) sırasında öldürülen Alman Komünist Heinz Neumann'ın dul eşi Margarete Buber-Neumann da aralarında Sovyet tutsak kampından kurtulan tanıklar sundular. Yargı sonuçta Kravchenko'ya haksız suçlama yapıldığına karar verdi ve Kravçenko’ya yalnızca simgesel bir ödence verilmesine karar verdi. (Kaynak, Wikipedia, 26.03.2024)