(Badiou, Balibar, Ranciére. Re-thinking Emancipation, 2006)
Nick Hewlett, Badiou, Balibar, Ranciére.
Zeki Z. Kırmızı / 2024
(Badiou, Balibar, Ranciére. Re-thinking Emancipation, 2006)
Nick Hewlett, Badiou, Balibar, Ranciére.
Zeki Z. Kırmızı / 2024
Hewlett, Nick; Badiou, Balibar, Ranciére. Özgürleşmeyi Yeniden Düşünmek (Badiou, Balibar, Ranciére. Re-thinking Emancipation,2006),
Çev. H. İlksen Mavituna,
Metropolis yayınları, Birinci basım, Mart 2018, İstanbul, 215 s.
Doğrusu ya çok da iyi tanımadığım üç Fransız düşünür hakkında derli toplu eleştirel bir okuma olan Nick Hewlett çalışması düşünce geliştirici. Belki biraz düşünürlerin yapıtlarını indirgeyici bir yoruma uğratıyor gibi görünebilir ama biraz. Ne yazık ki 2006 sonrası üç düşüncenin varsa evrimini (?) kapsamıyor.
Her üç düşünür de solda yer alıyorlar ama asıl tartışmalarını da sol bağlamın içinde yürütüyorlar. Geleneksel sol kuramın gelip dayandığı çıkmaz, tümünü ve başkalarını yeni kuramsal arayışlara, kimi kavramları (demokrasi, tarihsel olay, vb.) yeniden ele almaya, tartışmaya yöneltiyor. Kitabın alt başlığı da bu nedenle, ‘özgürleşmeyi yeniden düşünmek’ olsa gerek.
Girişte yapıtla yanıtını aradığı temel sorusunu şöyle dile getiriyor Hewlett: “Felsefi düşüncenin gücü, 21.yüzyılda dönüştürücü ve eşitlikçe amaçlar doğrultusunda nasıl kullanılabilir?” (13) Kendilerini ardyapısalcı (poststrüktüralist) akımın dışında gören düşünürleri konu yapmadan önce tartışmasının bağlam ve ölçütlerini (parametre) betimleyen yazar, ilkin Badiou’yu ele alıyor. Olay, Özne, Hakikat kavramları çerçevesinde bir değerlendirme yapıyor. Badiou için esas konu, événment (olaylar) biçiminde oluşan geniş kapsamlı değişimleri ve bunların sonuçlarını ortaya çıkarmaktır. 20.yüzyıl ana düşünce eğilimlerinden ayrı olarak varlıkbilimini (ontoloji) önceler Badiou ve onun varlıkbilimi matematiksel’dir. Ve Olay’ı doğası ve sonuçlarıyla kavrayabilmek için bir tür kümeler kuramına başvurmak gerekir. Felsefeye yüklediği ‘hakikat’ görevi öylesine özneldir ki “bu hakikatin tam olarak nerede başladığını söylemek olanaksızdır.” (53) Ayrıca olayların (ve öznelerin) yer aldıkları maddi alanlarda nasıl ortaya çıktıkları ve işledikleri konusu ile matematiksel varlıkbilimi arasında doyurucu bir bağı da kuramamış görünmektedir Badiou. Dolayısıyla dönüşüme ilişkin elle tutulur bir açıklaması yoktur gerçekte. Tarih dışıdır Badiou’nun Olay’ı. Olay, içinde saklı bulunduğu durumdan nasıl doğar sorusu yanıtsızdır. Öte yandan neden Olay’a bağlanıyoruz da sürece, bir dizi niyete bağlanamıyoruz. Ayrıca matematiksel varlıkbilimi ne dünyayı ne dünyanın değişimini açıklamaya yetmiyor. Bu düşünsel temel üzerinde Badio’nun tutarlı bir siyasal kuram geliştirememesi beklenir. Onun Platonik ve idealist etkiyle materyalist ve aktivist etki tanımları arasında çelişki vardır. Badiou’nun en önemli önermesinin ‘öznenin rolü’ne ilişkin vurgusu olduğu söylenebilir. Ama Marx’tan ayrı olarak Olay’ı bağlamıyla açıklamayan, bağlamı yetersiz bulan Badiou’nun tarih kavrayışı sorunludur. Bu durumda demokrasi, parlamento, liberal demokrasi, vb. konularında eleştirel köktenciliği havada kalır, ‘eylemciliğe’, ‘Olaycılığa’ takılılır.
Bir sonraki bölümde (Jacques Ranciére: Siyaset=Eşitlik=Demokrasi) Ranciére’i ele alıyor Nick Hewlett. Daha çok Althussercilik sonrası dönemini. ‘Duyulmayan sesleri dinlemek ve adsız kahramanları öne çıkarmak’ savıyla ortaya çıkan düşünürün düşüncesinin temelinde ‘dil’ bulunur. Söylem kavramını kullanır. Ona göre yazma eylemi bağımsız bir çözümleme değil, siyası bir karışma (müdahele), bir etkinlik (performans) biçimidir. (130) Siyasal düşüncesi özünde sıradan insan kitlelerinin toplumda bildik rollerinin dışına çıkmaları, başka bir yaşam hakkı savunmalarıdır (Halk ayaklanması). Polis, eşitsizlik ve adaletsizliğin geçerli olduğu yerdir. Karşısında, Polis’in düzenini tepe taklak edecek, hakiki siyaset yer almalı. Ama siyaset ‘az bulunur’ (ender) anlara kilitlenirse, bu anların dışında, arasında olan bitenlere ne diyeceğiz? O zaman ‘eşitlik ve demokrasi’ nasıl süreklilik olarak kavranabilir? Sonuçta aydınlanmanın ilerleme kavramından kopuş söz konusudur Ranciére düşüncesinde. Demokrasi, sınıf yapı ve kurumlarıyla değil Polis’le ilişkili (!) olarak kavranır ve yine tarih dışına düşülür. Ranciére şöyle diye getiriyor: demokrasi, bedenlerin dağılış düzeninin, alışılmadık bir kesintiye uğraması(dır). Hewlett, bölümü şöyle bağlar Badiou ve Ranciére’i kastederek: “İki düşünür de sahici siyaseti insan öznenin hayati önem taşıdığı bir süreç olarak görür. Bireylerin veya grupların siyasi aktivizmi olmazsa, (Badiou’nun tabiriyle) siyasi olay da olmaz. Ranciére’e göre, arkhė’nin mantığında bir kopuş siyasi öznelliği, yani sahici siyaseti doğurur. Öyleyse iki düşünür için de insanlar ancak ayaklanıp, yeni kurallar ve koşullar yarattıklarında ya da bunlara sadakat gösterdiklerinde özne olabilirler.” (146)
Sonraki bölüm (Etienne Balibar: Özgürleşme, Eşitliközgürlük ve Modernliğin Açmazları) Balibar’ın düşüncelerini tartışıyor. Diğer ikisi gibi Balibar da ne liberal ne postyapısalcı Hewlett’a göre. İnsan haklarını herkese uygulanacak ulusaşırı (enternasyonal) yurttaşlıkla ilişkilendirir. Ama iktisat, siyasal süreçte etkili olmaz. Ekonomi politik dışarıda tutulur. İnsanın özünde iyi olduğu düşüncesi kuramını zayıflatır. Ona göre siyaset ve şiddet iç içe geçmiştir. Dönüşüm anlayışı ‘sivil başkaldırı’ anlayışından taşmaz, sınırlı kalır.
Kitabı şu sözlerle bitiriyor Nick Hewlett: “Bu üç düşünür, Sartre ve Althusser’den beri görülen en angaje felsefi eserleri ortaya koyular. Belki de bugün onların şahsında şahit olduğumuz şey, önümüzdeki süreçte dalga dalga büyüyecek yepyeni ve siyasi açıdan çok daha kararlı düşünce sistemlerinin doğum sancılarıdır.” (191)