Emanuele Coccia

Zeki Z. Kırmızı / 2021

Bitkilerin Yaşamı

Fransız düşünür Emanuele Coccia’nın (d.1976) Bitkilerin Yaşamı1 adlı son derece ilginç, önemli kitabını okudum. Son zamanlarda okuduğum en dikkate değer kitaplardan biri. Fransa’da günümüz düşünce ve bilim çevresinin ‘karışım’ kavramına yatkın olduklarını düşünmem için bir neden var mı? Yıllar önce yine bir Fransız bilim adamından okuduğum kitap (adını anımsamıyorum) örgensel (organik) bir dünya-evren tasarımı peşindeydi. Buradaki ‘metafizik’i, idealist düşünce geleneği içerisinde yorumlamadığımı hemen belirteyim. Kavram yeni bir ‘tümcülük’ anlamını güçlendirecek biçimde kullanılıyor. Yani çözümleyici (analitik) bilimin yöntemsel yaklaşımını sorunsallaştırıyor (belki ikinci ya da üçüncü bir dalga üzerinden). “Uzlaşmacılığın üniversitelere yerleşmesi, karşılıklı bir bilmezlik mekanizmasıyla ortaya çıkar: Uzman olmak, bir konu hakkında daha fazla bilgiye sahip olmak değil, diğer disiplinleri bilmeme yönündeki yasal yükümlülüğe boyun eğmiş olmak demektir.”-Dipnot, 23) Ayrıca insanın toplumsal-ekinsel bağlamı ve buna bağlı çözümsüzlük kendine çevreci (ekolojik), üretim inağından öte uzlaşımcı, dayanışmacı arayışları öne çıkarıyor ve çıkış noktası çözümü tür(ümüz)le sınırlamamak, böylesi insan odaklı tüm yaklaşımları eleştiriden geçirmek denebilir. Ben de benzer biçimde düşünmeye yatkınım ama bu bile bir siyasettir ve siyasetbiliminin yeni gündemlerinden biri olarak yorumlanmak zorunda.

Doğrusu “Dünyada olmak içe batmaktır,” (39), “Soluduğumuz hava başka canlıların soluğudur,” (59) gibisinden ürpertici bir dile başvuran düşünür insan imgeleminin bilimle ne ilgisi var türünden bir kuşku yaratıyor olsa da hemen arkasından yargımızın haksız olduğunu kavramamız gecikmiyor. Geleneksel bilim, sanat algımızın çevrenini epeyce zorladığı için imge dili öne çıkmış sanıyor, önyargımıza kilitleniyor olsak da, Coccia bunu hemen kırıyor, kendimizi tür odaklı koşullanmamızın ötesinde aşmamıza gerçekten destek oluyor. Türümüz başka sayısız tür ama öncelikle de bitki başlığı altında sınıflandırdığımız türlerin ardılı ve dünya (evren) önce, başlangıçta onlarca kurgulandı ve biz (insan) kendimizi kurgunun türevi olarak, yaşam ortamı (fasiyes) içerisinde kavradık. Ama açıklanabilir nedenlerle tarihi (zavallı tarihimizi) kendimizle başlatma konusunda ön aldık ve bunun için şiddete başvurduk. Dünya kurucu bitkinin (“Dünyanın maddesi bitkide [veya tüm canlıların bitkisel yaşamında] beyin haline gelir; madde, burada beyin gibi çalışır.”, 126), yaprağın, kökün, çiçeğin, göğün, güneşin yalın ve devingen, dönüşümsel, yaratıcı bilincini yok saydık. Yaprak, Kök, Çiçek aynı zamanda bu kitabın omurgasının üç ana omurunu oluşturuyor. Bu nedenle hemen belirtmeliyim ki bu kitabı okumanın önkoşulu, anlatısıyla kendini şişirmiş türümüze ilişkin tüm görüşlerimizin havasının alınması, engin (bitkisel) doğa içerisindeki küçük (mikro) yerimizin, küçüklüğümüzün kavrayışa çıkarılmasıdır. Ben buradaki yerleşik anlayışımızı altüst eden ‘hava katmanı’ (atmosfer) varlıkbilimi (ontoloji) ve tanımının özgünlüğü, ‘her şey her şeyin içindedir’ yargısındaki karşılıklılık, çiçekler üzerinden usun nasıl aynı zamanda cinsiyet demek olduğunun üzerinde durmayacağım. Bu özlü kitabı özetlemeye kalkmayacak, okunmasını önereceğim. Çünkü görüngemizi (perspektif) derinleştiriyor, özbeğenimizi (kibir) tartışıyor (“Bizim hayvan şovenizmimiz ‘bitki gerçeğiyle ilişkiye uygun olmayan bir hayvan dilinin’ ötesine geçmeyi reddeder.”, 6), dirimbiliminin tüm olumsallıklarını toplumbilimimize bağlıyor. Bir büyük türsel özeleştiri olarak anlaşılmalı…


*

Dünyada-olmak, transandantal bir içe batmayı deneyimlemektir. Nefes içe batmanın ilk kökensel dinamiğidir sadece, içe batma ise karşılıklı bir üst üste binme ve ayrılmazlık olarak tanımlanır. Biz bir şeyin ne kadar içindeysek o da aynı yeğinlikte ve aynı kuvvette bizim içimizdedir. Nefesi kaçınılmaz kılan şey ayrılmazlığın karşılıklılığıdır: Ne içine batmış olduğumuz ortamdan kendimizi sıyırmak ne de onu içimizden atmak olanaklıdır (…) Dünya bir yer değildir, her bir şeyin diğer her şey içine batma halidir; bu karışım, topolojik ayrılmazlık ilişkisini anbean tersine çevirir.” (81-2)


Kozmos -yani doğa- şeylerin temeli değildir; şeylerin karışımlarıdır, soluklarıdır ve onları birbirine nüfuz etmeye yönlendiren harekettir.” (86)


Böylece bütünlük (totalité) kapsayan ve kapsanan arasındaki tüm ayrımları geçersiz hale getiren radikal ve mutlak bir içsellik bağlantısı tanımlar. Çünkü her şey her şeydeyse, her şey başka bir şeyi kapsamakla kalmaz, bir şeyin başka herhangi bir şeyin içinde bulunması da gerekir ve ayrıca bu şey de kapsadıklarının içinde olmalıdır.” (86)


Cinsellik, katışıksız bir biyolojik olgu, yaşamın sırf yaşam olarak atılımı (élan) değil, bütünlüğü içinde kozmosun bir hareketidir: Gelişmiş bir üreme tekniği değildir, fakat şunun kanıtıdır: Yaşam, dünyanın kendisi aracılığıyla varoluşunu sürdürüp yenileyebileceği süreç olmaktan ibarettir. Çünkü dünya ancak yeni karışım formülleri icat ederek ve kendini yenileyerek varoluşunu devam ettirebilir. Cinselliğin içinde, canlılar kozmik mayalanmanın failleri haline gelirler ve karışım da varlıkların ve özdeşliklerin/ kimliklerin yenilenmesinin bir aracı haline gelir.” (131)


Spekülatif etkinliğin en radikal biçimi olurdu bu: Yerlere, biçimlere, uygulanma tarzlarına kayıtsız, türlü biçimlere girebilen ve sınırda bir kozmoloji.” (140)


Felsefe atmosferiktir, zira hakikat hep atmosfer biçimi altında var olur.” (142)


Bir film, heykel ya da pop şarkısı veya bir çakıltaşı, bulut ya da mantar da Saf Aklın Eleştirisi’yle, bir jeoloji incelemesiyle ya da bir dandy’nin yapmacıklı bir boş vermişlik içinde söylediği bir vecizeyle aynı yeğinlikte felsefi olabilir.” (143)


Kasım 2021


[1] Emanuele Coccia; Bitkilerin Yaşamı. Bir Karışım Metafiziği (La vie des plantes, 2016), Çev. Kağan Kahveci, Türkiye İş Bankası yayınları, Birinci basım, Şubat 2021, İstanbul, 144 s.