Slavoj Zizek
Zeki Z. Kırmızı
Slavoj Zizek
Zeki Z. Kırmızı
Zizek, Slavoj; Şiddet (Violence, 2008),Çev. Ahmet Ergenç,
Encore Yayınları, Birinci basım, Şubat 2018, İstanbul, 203 s.
Zizek çok okudum, daha da okunacak kitapları önümde duruyor. Önemli bir düşünür olarak gördüğüm Zizek’in yaygın, güncel, halkçıl (popüler) yapıtları ağırlıkta ve sürekli gündemdedir. Nedeni onun kuramsal çalışma içeriklerini de içine kattığı büyük sarnıcı, havuzudur. Olgularını özgün yorumuyla attığı sarnıcından, aynı olgu-yorum gereçlerini kullanarak ve amacına uygun yaz-tak (modüler) yöntemiyle yeni amaç ve bağlamına uygun yeni bireşimler oluşturur. Bu nedenle değişik bağlamlarda Zizek olguları karşımıza döner döner gelir. Bu bir yanıyla yaratıcı bir yöntemdir ama sakıncası da yok değil. Daha önce bir yerlerde değinmiştim, kendisini her şeye maydanoz olma çıkmazına kilitlediği gibi kuramsal çerçevelerini atlayan okuru olguyu işine geldiği biçimde, yerel amacına bükme izlenimiyle baş başa bırakarak düş kırıklığına uğratır. Dolayısıyla Zizek okurluğu birkaç aşamalı özen, titizlik, dikkat gerektirir. Olguyla tepeleme dolu yazısı olgu tapıncaklı (fetişist) yazı değildir, böyle görmek büyük yanılsama olur. Onunkisi genel okurluğu ve yorumu katmanlara ayrıştırır, bu da aynı olguyu değişik düzey ve bağlamlardan yeniden okuduğu anlamına gelir. Bir yöntemsel yaklaşımdır söz konusu olan. Hoşuma giden yanı da özellikle budur (başka şeyler yanı sıra).
Günümüzdeki şiddeti anlamaya odaklandığı 2008 tarihli bu çalışmasına göz atarsak, o yıldan bu yana geçen yıllar çalışmayı hem daha önemli kıldı hem yeni sayısız örnekler kattı konuya ne yazık ki. (İki aydır İsrail Gazze’yi bombalıyor örneğin ve tüm canlılar, ayrımsız İsrail’in hedefinde.)
Öznel ve nesnel şiddet ayrımıyla başlayan Zizek, temel önermesini şöyle tanımlıyor: “(Ş)iddetle doğrudan yüzleşmenin doğası gereği mistifiye edici bir tarafı olduğu yönünde; şiddetli eylemlerin afallatıcı dehşeti ve kurbanlarla kurulan empati, ister istemez bizi düşünmekten alıkoyan bir tuzağa dönüşüyor.” (15) Şiddetin kurbanlarına saygı duyulacaksa, ‘şiddete dair varyasyonlara belli bir mesafeden bakan bir yaklaşım’ koşuldur. Yapılması gereken şey ‘imdat çağrısı yapmak yerine diğer imdat çağrısını, yani şiddetin üç farklı tarzı arasındaki, öznel, nesnel ve simgesel şiddet arasındaki karmaşık etkileşimi analiz etmektir.” (23) Toni Negri örneğinde ‘liberal komünistleri’ eleştiren Zizek, ‘hayırseverlik’ ve ‘liberal komünist köy’ tasarıları üzerinde durur. Böylesi ‘atonal bir dünyada’ nasıl bir cinsellik anlayışı egemendir? “Aptal hazlarının solipsizmini başkalarıyla paylaşmaya hazır bireylerden bir kolektif yaratan mastürbaton bu siber-uzam koordinatlarına kusursuzca uyan cinsellik…” (41) Zizek’e göre, “en katışıksız haliyle toplumsal-sembolik şiddet kendi zıddı gibi, yaşadığımız ortamın, soluduğumuz havanın doğal hali gibi görünür./ Korkan, şefkatli, şiddete karşı mücadele eden kırılgan liberal komünist ile öfkeden patlayan kör köktencinin aynı madalyonun iki yüzü olmasının nedeni de budur. Öznel şiddete karşı mücadele eden liberal komünistler, öznel şiddet patlamalarının koşullarını yaratan şiddetin sürdürücüleridir.” (43)
İkinci bölümde Korku kavramına odaklanıyor düşünür. Büyük ideolojik davalar düştüğünde insan için geriye yaşamın etkin bir biçimde yürütülmesi kalır. Bu da günümüzde öznelliğin korkunun temel bileşeni olmasını açıklar. Daha ilginci, yaşamın etkin çevriminde korkunun kaynağı herhangi başka bir insan değil, komşunun kendisidir (‘Komşu şey’). Stalin duruşmalarından (Bukharin, vb.) örneklerle açıklar tezini Zizek. Eisler’in (ürpertici) bakış açısını yorumlar. Yaşamsal etkinliği sürdürmenin koşulu nedir? Tanık olunan şeyi bir an önce unutmak. “Biliyorum ama bilmek istemiyorum, bu yüzden de bilmiyorum.” (58) Levinas, Sloterdijk eleştirilerinin ardından ekliyor: “Barışçıl bir ortak-varoluş için bazen bir doz yabancılaşma elzemdir. Bazen yabancılaşma sorun değil çözümdür.” (63) Yani, “beni başka bir öznenin sonsuz uçurumundan sonsuza dek ayıran ‘dil duvarı’ aynı zamanda bu uçurumu açan ve sürdüren şeydir: beni Ötede Olan’dan ayıran engelin kendisi Ötede Olan’ın illüzyonunu yaratır.” (74)
Üçüncü bölüm, günümüzde ‘kana bulanmış suların yükselişini’ betimliyor. Katrina kasırgası, New Orleans’ta yaşanan yağmalama (2005), Fransa’da varoş gösterileri… İlginç bir saptama yapıyor Zizek. Paris varoşlarında ayaklanma ile haber ve görüntüler karşısında ‘hermenötik itki’ dediği şeye, bu patlamalarda saklı olan daha derin bir anlam ya da ileti varmış duygusuna karşı uyanık ve dirençli olmak gerekiyor. Ayaklanmaların anlamsızlığı, onanması en zor şeydir. Aslında Lacan diliyle, passage a l’acte (konuşma ya da düşünceye dönüştürülemeyen, düş kırıklığının dayanılmaz ağırlığını taşıyan dürtüsel eyleme geçme durumu). Jameson’un ‘kognitif haritalandırma’ dediğidir (deneyimi anlamlı bütün içine yerleştirme becerisinden yoksunluk) söz konusu olan. Zizek’e göre “Kapitalizm anlamı total olmaktan çıkaran ilk sosyo-ekonomik düzendir: anlam düzeyinde küresel değildir (küresel bir ‘kapitalist dünya görüşü’ ya da tam bir ‘kapitalist uygarlık’ yoktur- küreselleşmenin bize verdiği temel ders kapitalizmin kendini Batı’dan Doğu’ya kadar Hristiyan, Hindu ya da Budist bütün uygarlıklara uyarlayabilmesidir): küresel boyutu ancak anlam-içermeyen-hakikat düzeyinde, küresel piyasa mekanizmasının ‘Gerçek’i olarak formüle edilebilir.” (80) Bu çerçevede, erkle (iktidar) ilişkisi yer değiştiren, dolayısıyla birbirlerinin yerine geçen Bilim ve Din ilişkisi de yeniden okunmalıdır. Bilim hakikati Efendi-Gösteren, yani iktidar olan bilgidir. Bugün Bilim dinin geçmişte sağladığı güvenliği sağlamaktadır. Din ise tersine, eleştirel alanlardan birine dönüştü. (82) Zizek’e göre köktendincilerin sorunu bizim onları aşağı görmemiz değil, kendilerini gizliden gizliye aşağı görmeleri. (85) Hele eşitlikçi siyasal doğruculuğumuz onları çileden çıkarmaya yetiyor. Sorun ekinsel ayrımcılık değil, köktendincinin zaten bizim gibi olması, ölçünlerimizi içselleştirmiş olması, kendilerini bunlara göre ölçüyor olmaları. Göçmenler konusuna giren Zizek, Batı ikiyüzlülüğünü imleyerek şöyle diyor: “Tek gerçek çözüm gerçek duvarı, Göçmen bürosu duvarını değil, sosyo-ekonomik duvarı yıkmaktır: toplumu, insanları çaresizce kendi dünyalarından kaçmaya çalışmalarına gerek kalmayacak şekilde değiştirmektir.” (99-100)
Yazar, dördüncü bölümü, Hoşgörülü Aklın Çelişkileri’ne ayırmış. Düşünce şu: “Bazen bir suçun doğrudan kabul edilmesi o suç için sorumluluk almamanın en etkili yolu olabilir.” (105) Bir dizi sorgulamadan sonra vardığı kanı, çağcıl Avrupa’nın en önemli kalıtının, ateizm kalıtı olduğu ve bunun yerinde artık yeller estiği. “Modern Avrupa’yı benzersiz kılan şey, ateizmin herhangi bir kamusal görev için engel değil, tamamen meşru bir seçenek olduğu ilk ve tek uygarlık olmasıdır. Bu kesinlikle uğrunda mücadele vermeyi hak eden son derece belirgin bir Avrupa mirasıdır.” (129)
Sonraki (5.) bölüm, İdeolojik Bir Kategori Olarak Hoşgörü kavramını irdeliyor. Ekinsel (kültürel) ayrımlar, üstesinden gelinemeyecek ayrımlar olarak doğallaştırılırsa ne olur? “Uygarlıklar çatışması tarihin sonundaki politikadır.” (132) “Tekil, koşullara bağlı bir yaşam-dünyasına dayandığımız, bu nedenle de bütün evrenselliklerin ister istemez bu yaşam-dünyasının rengini taşıyacağı ve bu dünyada yerleşeceği yönündeki klişe tersine çevrilmelidir. Hakiki keşif anı, dönüm noktası gerçekten evrensel olan bir boyut tekil bir bağlam içinde patlak verip ‘kendi içinde’ bir şeye dönüştüğünde ve doğrudan doğruya evrensel bir şey olarak tecrübe edildiğinde yaşanır. Kendi-içinde-evrensellik tekil bağlamın dışında ya da ötesinde değildir; o bağlamın içine işlenmiştir. O bağlamı içeriden bozar ve sarsar, böylece de tekilin kimliği tekil ve evrensel yönlere bölünür.” (141) Gerçek evrensellik tüm ayrımların ötesinde tüm uygarlıkların aynı temel değerleri paylaşması değil, ‘negativite deneyimi olarak, tekil bir kimliğin kendi kendine yetmezliği olarak ortaya çıkar (kendini gerçekleştirme).’ (145)
Altıncı bölümde İlahi Şiddet ne değildir diye soruyor Zizek. Ona göre bir şiddet eyleminin tanrısal (ilahi) olduğunu saptamamızı sağlayan hiçbir şey yoktur. “Bir eylemin ilahi doğasını garanti altına alan bir büyük Öteki yoktur.” (179)
Zizek’in çıkardığı üçlü ders ise şöyle:
İlk ders: Şiddeti kesinkes kınamak, ‘kötü’ bir şey olarak kargışlamak tam anlamıyla düşüngüsel (ideolojik) bir işlemdir, temel toplumsal şiddet biçimlerinin görünmez kılınmasına katkıda bulunan bir gizemleştirmedir (mistifikasyon).
İkinci ders: Gerçekten şiddetli olmak, toplumsal yaşamın temel parametrelerini şiddetle sarsan bir eylemde bulunmak zor iştir.
Üçüncü ders: Şiddetin, bazı eylemlerin doğrudan bir özelliği olmak yerine bağlamlar, etkinlik ve etkin olmayış arasında dağılmış durumda oluşu. “Günümüzde bizi tehdit eden şey edilgenlik değil, sözde etkinliktir, ‘etkin olma’, ‘katılma’ olup bitenlerin hiçliğini maskeleme itkisidir (…) Gerçekten zor olan şey geri adım atmak, geri çekilmektir (…) Seçmenlerin çekimserliği bu nedenle gerçek bir politik eylemdir: bizi günümüzün demokrasilerinin beyhudeliğiyle yüzleştirir.” (194)