Kuyudaki Bilmece: O ile O

©Yazan ve Çizen: Zeki Z. Kırmızı

Power Point Seçeneği İçin Tıklayın

I

Kuyudaki Bilmece

Avucundaki çakıl taşına neredeyse tüm ömrünü verdi. Varlığını; avucu içindeki bu küçük çakıl taşının ya da sözlüklerde aransa da asla bulunamayacak som, kapalı, sıkı, ancak kendisi kadar olan sözcüğün açıklayabilmesi, açıklayamasa bile içinde böyle sezgili bir bilincin durduk yerde kendiliğinden oluşumuna yol vermesi, her zaman olmasa da ara ara onu ürpertiyordu. Sanki taşıyamayacağı, hak etmediği nesneydi, sözdü o. Sanki biri vermiş de, veren her an geri alabilirmiş gibi. Tedirgindi.

Ama artık yaşamının burasında, elinde olan şeyden (çakıl ya da o biricik söz ya da…adı dilimizin ucundaolandan), istemese de şimdi geçici efendisi olduğu bu varlık-nesne-sözden kurtulabilir, ondan vazgeçebilirdi. Çünkü şuna inanmamak elinden gelmez, yaşamının temel önermesi olan şu bilgiyi bundan böyle artık tartışamazdı:

Çakıl çakılaydı ya da sözcük sözcüğeydi.


II

Kuyudaki Bilmece

Çakıl çakıla ya da sözcük sözcüğe…

Böylece kuyu da yakına geldi. Hatta neredeyse çakıla (söze) geldi. Kuyu, üzerine, ömrünün en has/sas çekirdeğine, avucunda kapalı tuttuğu şey ne ise onun üzerine atladı, hep geldi, sardı ve içine aldı.

O’nunsa elinden başka hiçbir şey gelmezdi. Bu yüzden bıraktı kendini kuyunun içine . Sonra eğildi, kulak verdi, ömrüm, dedi, bakalım, nereden ses verecek? Bu sesi işitmeyi tutkuyla, yana yakıla, hem de ölümüne istedi, istedikçe kabardı kulağı, büyüdü, iyiden kulağa kesti.


III

Kuyudaki Bilmece

Ömrünü bu sese, anlamaya verdiğini şimdi biliyor, şimdi umut ediyordu. Ses gelecek; derinden, boğuk, belirsiz de olsa; aşk bu, böyle bir şey olmalı ve buna değdi, iyi ki böyleydi, iyi ki!..diyecekti. O zaman konuşmayı da sökecek, dili çözülecek, o zaman anlatacaktı kendi öyküsünü, ama daha önce değil.


IV

Kuyudaki Bilmece

Ses bir türlü gelmedi. Zaman kendini unuttu. Kulak, duymak istediği sesi… Unutmak kendini unuttu.


V

Kuyudaki Bilmece

Ses bir türlü gelmedi. Zaman kendini unuttu. Kulak, duymak istediği sesi… Unutmak kendini unuttu.

Ses yine de gelmedi. Taş ya da söz; aşkla, umut ve umutsuzlukla, öfkeyle, sonsuz düşüşünü sürdürüyor.

Taş düşüyor ve taş düştükçe kuyu derinleşiyor ve kuyu suyunu daha diplere, daha gerilere çekiyor.

Siz isterseniz, taş yerine söz deyin, buna aşk deseniz de olur. Ömrün bedeli, özeti, çağrısı, nedeni sayın onu. Ne derseniz odur.


VI

Kuyudaki Bilmece

Ses bir türlü gelmedi. Zaman kendini unuttu. Kulak, duymak istediği sesi… Unutmak kendini unuttu.

O, kuyuyu, kuyuya bıraktığı taşı, taşı taşlayan avucu, avucu avuçlayan teni, en son teni tenleyen kendini de unuttu.

Kuyu öyle derin, öyle dipsiz, öylesine gerekçesizdi. Bitmeyecek bekleyişin ta kendisi... Kuyu beklemeydi. Arada bir, içinde yol alan çakıla verirdi (verir vermez de geri almak üzere) uğursuz, karanlık düşüncelerini: Ben de O’nu beklemedim mi? Sesinin elmas sertliğini, genliğini, tutkuyla titreşimini.

İçime bırakacağı çakılı, çakılın sonsuz seyrini, kuzeyini.

Ben de kendi kuyuma verdim kendimi. Kuyuluğumun kuyuluğuna kestim.

Ben de bekliyorum. Bekledim.


VI

Kuyudaki Bilmece

O, orada. Dilsiz kuyunun önünde... O kuyunun, kuyu O’nun içinde.

Çakıl taşı düşüyor.

Ses yok. Yanıt yok. Yankı yok.


VII

Kuyudaki Bilmece

O da, kuyu da bir yanılsama, hiç.

Ya bekleyiş?.. Umut?

Ya aşk?

Kuyunun şifresi…

Neydi ki?


24 Aralık 2010

İstanbul


Adı Dilimin Ucunda, Pascal Quignard, Sel, 2005