Şiir yitik noktalama iminin boşluğunda, henüz yazılmamış sözcükte, şiir görünümünün arkasında
giderek derinleşen yoklukta, şiir, bakın, kusurda.
Şiir kusurda, ancak kusurla…
Şiir bu(radaki) değil öyleyse. Yazı da. Önümüzde duran ne ise o değil…
Var olan değil, çünkü hiçtir anımsatan. Hiçliktir özlediğimiz. Tutkumuz, sevdamız hiçedir asıl.
İyi şiir olsa olsa hiçi görünür kılabilendir. Aşkı aşkla oyan, yontan, kütleyi alan, akıtan... Eksiği, kusuru da bundan gelir.
Bizse aşkla, kusur için, hiç için yola çıkanlardanız. Bulaştığımız şey (hadi dil olsun adı) geçer gider.
Geriye yine boşluk kalır. Adın(ın) ne önemi var. Dilimizin ucunda olduğunu bilelim yeter.
Bir de, bir gün belki onu anımsayabilmek olsun umudumuz.
En iyi hiçlik yontucularına bin selâm…
Gel De Gör
İtiraf et kokumu unutabilmek için delirdin
Gittin kayın yapraklarının altına
Gizlendin
Kalçalarında kamaşan güneşi
Kaç yerinden öpmem gerektiğini
Hadi söyle bilmediğini
Yanmıyorsun değil mi
Göğüslerin saklı öpülmemişlikten mutluymuş
Dudaklarının çoğalmadığını
Aşkla açılmadığını ağzının
Hadi söyle
Bedenin tutuşmazmış güya
Susar bir daha uyanmazmış şafağa
Okşadıkça avuçlarım
Gel tırnağın teleğinle
Ruhunu bırak bedeninle gel
Öpülmemiş yeri kalmamak nasıl şey
Gel-
De gör
Mendil
Herkesin kapı duvar olduğu yerde
Tükendim çaldığım kapıların önünde
Kapılar aynalara bakardı
Aynalar zamanla kana bulandı
Seher vakti eşiğine bıraktığım mendiller
Günle beraber tutuşup yandı
Başka Ses:
Cek Caklı Şiir
kırpık sesler makinesi metroda
umudunu bugün de erteleyecek
o kanatlanmış uçarcasına
bu basamaklardan inecek
o gün onun sesi çok büyük olacak
evet bütün bunlar olacak
ağzındaki kayıtsız gül sesini
bir defada atacak delikten içeri
soğuk metal kaynaşmalar olacak
sesi daha küçük seslerle karşılanacak
makinanın içi kıyılacak
aşk olsa olsa böyle bir şey olacak
ılık nefesiyle yaklaşınca
bütün bozukluklar şangırdayıp sevinç içinde
dökülecek avucuna
sesler tükenecek metro istasyonunda
biri gelip sökmeden çünkü biri gelip sökecek
güzün kızıl alevleri aynasında yüzerken
makina dizecek üst üste sözcükleri
yükseltecek biraz daha yükseltecek kuleleri
*
ne yalan söylemeli çünkü gelmedi
ama inadı inattı
hayır kabul etmeyecek başka sesi
Susarak
Susmak kapıya vurmaktır:
Kimdir çağıran anıları?
Ve susarak yanıltabilirsiniz bütün kırlangıçları.
*
Dünyayı birazdan sis basacak,
Zamanın kanatları yok, görüyorsunuz.
Ağzınızda sessiz, karanlık bir kuyu…
Susarak suyu biçer,
Özlemi ürpertirsiniz.
Susmak kapıda:
Kırılacak bu kalp. Bilmezsiniz.
*
Çınar toplar gölgesini,
Çınar toplayarak gövdesini…
Susacak. Harfler siliniyor, kimse dur diyemeyecek.
Çalıyor işte kapı!
Çalıyor hâlâ, kendi sesini boğmuş…
İşitiyor musunuz?
Ölüler Ülkesinde Şen Gemici
bugün ülkemin kraliçesi sensin
başını şöyle bir savurdun ve yaşamım
evrenin ışıksız burçlarından
yeniden koyuldu yola
bugün denizi sen taşıyorsun
bir elin laciverte batmış güneşi arıyor
diğeri meryem'in merhametiyle
siliyor denizlerinin yıkadığı
yaslı gözlerimi
bugün yaşamı yükselt diye konuşsam
anımsa diyeceksin bana susup, sessiz
kemiklerin soğuktan titreştiklerini
eski şarkıların kırık sözlerini
ve çok uzak gömütlüğünü kentin
ötelerden çağırdım seni bugün
geldin becerikli güzel ellerinle
sofrayı kurdun ekmeği koydun
hoş geldiniz, dedin bütün şen gemiciler gibi
basıp bağrına sevgili ölülerimizi.
Yoksun Ömrüm
Dudaklarının tuzundan yoksun ömrüm
Seramik düşleri gören yazısız kil gibi
Bekliyor ağzından dökülecek sesi.
Benim bu yoksun ömrüm
Kenetlenmiş dudaklarının arasından
Kendi kışına düşüyor.
Soluğunu esirgediğin,
Unutuyor tadını
Dilin.
Ömrüm ağızsız kalmış,
Bir ekvator kuşu.
Üşüyor.
Tenimde Kalan O Zaman
Dudağını yüzümde unutmadığın gece
Bitse ne olur ya da bitmese
Adı bir öyküde kalan
Yol uzundur kirpiklerim kar
Atlarının rüzgârını çözdüğün an
o olsun der sesim yar yukarı yar
sudan geçtim evden geçtim benden geçtim
kime kaldım böyle yadigar
Gözünün menevişlerini toplasam bir avuç
İçimdeki kuyu kendine nar
Adının sıcak damgasıyla yanmış ağzım
Yokluğunu bir de böyle anımsar
Kimseye kalmam ben kimseye
Cebimde mendilin var
Dekolte ya da Duygusal (Sentimental) Bilim ya da
Evrimin Silinmiş Yaz(g)ısı Üzerine ya da
Biliyorsunuz Değil Mi?
birbiri ardından düşen günleri yıllar izleyecek
güz yaprakları gibi biliyorsun
bir gün bir ay bir yıl derken yaşlı gözlerimin gördüğü
başka dünyaların başka senleri olacak
senin de geçenin ve düşürdüklerin ve yaşama çizgin
senin de bir yerçekimin olacak ruhunu kapatan ve dekolteni
ve sonra bir yüz yıl da geçecek
köprüden kim geçti kim düştü bilmeyecek kimse
kimin göğsüne başımı dayamak istedim ömrümce ve delice
adım yalnızca onunkinin yanında anılsın
kimi avutmak istedi kalbim uğruna güm güm vurup davuluna
ve güz yine gelecek
çok gecikmeyecek kış
üşüdüğümüzü çocuklarımızın çocukları bilmeyecek
çünkü bugün uğruna yaşamaktan vazgeçilmiş aşk
yüz yıl sonra hiç ama hiç anımsanmayacak
birhan keskin'in söylediği gibi 'garip tuhaf aslında'
çünkü bugün yaşayan hiç kimse yüzyıl sonra yaşamayacak
yani genel olarak
yineliyorum bu bir kara bu bir umutsuz uyarıdır: dikkat! dikkat!
bugün olan (belkisi bile fazla) yarın olmayacak
yine de belki işe giderken her sabah
iyi günler demeden geçmediğim meşe ağacına
yüz yıl sonra ben olmasam da biri dokunacak
ve duvar üzerine tünemiş karga karlı soğuk o günde
aynı insanı aynı aşk içre aynı öyküde sayıp
bozmayacak istifini
ve kuşkusuz yüzyıldır yanıldığı gibi yanılacak
yanılgısını gaklayacak düşürecek ağzından
ve yine belki o gün bardakta suyun kabarıp taştığını
anımsamayacak hiç kimse
üzerinden yüz yıl geçse de
birinin eli birinin yüzüne dokunmak için yine yanacak
o el benim elim olmayacak ya
o yüz de senin yüzün
ve eğilip kulağına bıraktığım sözcüğün
bir zamanlar tutkuyla yeşerip kulak memende küpeleştiğini
(neyin üzerine istersen ant içerim ki) hiç kimse
ama hiç kimse umursamayacak
yüz yıl sonra gerçekten bir öykümüz olmayacak
çünkü biz olmayacağız bu kadar basit
bizi anımsayacak kimse de
ne karga ne meşe
senin dekoltenin uçurumuna yuvarlanan yüzler-im
sonra binler-im olacak
binler-imin içinde bir hücre çoğalacak
o hücrenin DNAsında geleceğin bilim adamı
belki yeni sanacağı bir şifre bulacak (belki)
yani aslında bildiğimiz aşk: evrimin silinmiş bir anı ya da yasası ne tuhaf
ama bu mutasyonun kaynağı
anlaşılan o ki asla anlaşılmayacak
ve milyonlarca yıl sonra (çünkü bu da olacak
milyonlarca yıl geçecek nedir ki )
aslında zaman diye bir şey yok
aslında zaman en kötü düş-ü(şü)müz
kötü çünkü tüm aşkları yağmaladığından
bir atom öteki atoma
herhangi bir atoma bakar gibi bakacak
çekirdeğindeki okunaksız şifreyi
tıpkı sirk soytarısının gülmesi gibi biliyorsunuz
sonsuz üstü sonsuz boşluğun anlamsızlığına
bombaşıboş salacak
Kendimin Konuğu
Bir damla yağmur damlasa yüzünden,
yeryüzünün acısı yatışacak,
Z ile başlayan sözcükler uslanacaklar
ve diğerleri, yani abecenin zencileri...
Diyelim toprak, İ'yle gerilmiş ip cambazı
sonra H: Halı altı cinayetleri
kan çanağı yuvalarımıza sinmiş, sinsi…
Ama ten de, tin de, ben, sen, o, biz,
mutlu bir S'nin sütüyle, bu hâlâ mümkün,
ısınabiliriz.
Çok şey olabilir:
Bedeli ödenmiş yaralar öpülebilir o zaman,
Öpülebilir bedeli ödenmişse bir yara.
Unuttuğun tüm sözleri bağışlasan dünyaya,
Çöl olmaktan vazgeçebilir hemen,
Çöküp dizlerinin üzerine,
Daha dün bağışlanmış yeni bir kral sesi,
bir çığlık olup yükselecek gökyüzüne, yükselebilir
365 gün artı 6 saat süreyle.
İçimin gergin tayları artık zamana takılmadan,
Açtığın yolda rahvan, dinmiş
Gölden su içmeyi öğrenecekler
F minör dolunay demlerinde gözlerini dikip,
Sen, desen bana, sen,
Çalsan kapımı gizli,
Konuğum yaparım kendimi.