Zeki Z. Kırmızı / 2019

Doğru, öngörülebilir yanıt her zaman en uygun yanıt mıdır?

Hayır. Doğruyla uygun arada bir örtüşür.

Doğruyla uygunu buluşturabileceğimiz bir yer var mı?

Şöyle soralım.

Bağlam bizi aştığında, kümenin ögesi olmaktan çıktığımızda, yeni yerimiz nasıl bir yerdir? Yer midir? Yersizlik, tanımsızlık olanaklı ve olası mı?

Ya da şöyle.

Yerleşik kurgu ve uzlaşım sarsıldığında bildiğimizden başka dille eylemeyiz demek, aslında bir şey dememenin en uydumcu (konformistyolu değil mi? Tüm başvurular, tüm anlamlandırmalar bir darbeyle parçalanmış ve sen ayak diriyorsun darbe öncesinin yatışkın, kanık, eski uzlaşım dilinde.

Yasadan, büyük küçük yasa ve geleneklerden, ilk uzlaşmadan ve çağrı yapmaktan bıkmıyorsun, göstermekten on emri. On emir mi biçimledi zamanı, yoksa zaman mı on emri? Hangi yerin ve zamanın on emri bu?

Yasa halı gibi altından çekilmiş, ikiye bölünmüş dünya, öteki yasa(sızlık) berikine musallat. Bitlenen ol kişi kendini bir an içinde bulduğu erkten ve fırsattan başlayıp her ana uygun yasaların yasası (Erk gücü biçimler yasayı, tarihin kuralıdır bu.) kılmakta ustalaşıyor git git ve öyle pervasızdır ve hep daha edepsiz, konuştukça sırıtkan, tepeden tırnağa bir yalan... En büyük, tek yasa benim demek gelmiş geçmiş en büyük yalandır.

Tarihin uzlaşması başlangıca, uzlaşma(sı)zlığa kol gücüyle büküldüğünde buna ya devrim denir ya karşı devrim. O zaman söyle, birini ötekine göre haklı çıkaran nedir ya da uygun kılan? Anlamlı soru bu.

Öyleyse doğru bağlamsaldır. Ama uygun için de aynı şey söylenebilir. Sorun bağlamların çakışma düzeyinde, oranında. Üstelik çakışmadan (yeni) uzlaşma da çıkar, çatışma da. Her ikisinin de nicelinin bir sınırı var, biz buna dayanma gücü, direnç ya da sabır diyelim.

Her anımızda kendimizi bir başvuruya (referans) bağlarız. Bağlar, hemen ardından çözeriz. Gün böyle döner. Bağlar çözeriz.

Bazen çember başladığımız yere iliklemez bizi. Açılı döngüyle kavkılaşır, kitinleşir, çoğu kez de gergedanlaşırız (Ionesco, 1959). Kaçırdığımız şey yakaladığımız bilindikten çoktur ya da az. Uçları iliştiremeyince ürkü, yılgı umutla kardeş yerleşir içimize. Neyimiz varsa onca korkar, onca umutlanırız.

Peki bağlamların doğru ve uygun bağlanışı, zamanlanışından söz edemez miyiz? Bağlamların da tarihi, dizileri, silsilesi (kanon) yok mu? Bir bağlam hem ön- hem art- gerektirmez mi? Her bağlam sonrakinin, üsttekinin öğesi (eleman) değil mi? Kim karar verir sıraya? Kimse diyeceksek tarih geriye doğru yazılır demektir bu. Yani yazılmadan yoktur tarih. Yazılınca olur ve aslında gelecek yordamı, öngörüsü, bildirisidir bir bakıma.

Tarihi ilerleten (İlerleme sözcüğünü sakınımla kullanıyorum.) artı birdir (+1). Bunun öteki adı karmaşadır (kaos) ya da bozunum (entropi). Türümüzcedir, pek insancadır, insana göredir dizileşme, gelişme, tarihleşme, hatta zamanlanma kavramları.

Irmak, içinde küçük ırmak döngüleriyle büyük dünya su çevriminin bir alt ve bir üst bağlamının türevi ve eşanlı diferansiyelidir. Irmağın içinde sayısız ırmak vardır ve daha büyük ırmağın ancak bir koludur ırmak.

Küçük, tikel yaşamlarımızı karartan şimdi buradaki yazgımız hem her şey hem de yazık ki hiçbir şeydir. Tüm şiirlerimiz, göz süzmelerimiz, cinayetlerimiz, afra tafralarımız, kurbanlığımızla... Anlam kasırgasına tutulan Ben, kasırgalar yaratabildiğini düşünebildi. İnsanbiçimcilikten (antropomorfizm) daha kötü bir sayrılığımız yok. En kötü insan buluşumuz ayna olmalı.

Nedir demek istediğim bu başı sonu tutmaz söz yığınıyla?


*

100 yıllık kurucu ulusal uzlaşmaya kökten bir darbe yapıldı bu ülkede, Türkiye'de.

Kurucu, ulusal, uzlaşma sözcüklerinin tümü de bağlamsal, yani tarihsel, dolayısıyla geçicidir. Saltık kuruluş, saltık ulus, saltık uzlaşma yoktur ama ancak bu ve benzeri aygıtlar yoluyla toplum tarihte yer aralayıp toplumlaşır ve uzlaşmanın niceliği, niteliği, üzerinde yükselen yapı ve öğelerinin ilişkilenme biçimleri, geçmiş ve geleceğe dönük çift yönlü toplumsal tasarın düşünsel ve uygulayımsal derinliği, gücü söz konusu geçici uzlaşmayı daha büyük bağlam içre ulus aşırı ya da ötesi izlencelere ular. Her geçici uzlaşma bir üst uzlaşma imasından esinlenme oranında uzlaşmadır ve geçerlidir, yani sürdürülebilir.

Uzlaşmanın gündelik toplumsal yaşamda karşılığı siyasettir. Siyaset varsa uzlaşma kendi sınırlarının bilincini yeniden üretir sürekli. Aşkınlıkla, açılanmayla genleşen uzlaşma eşitler dünyasına giden yola dönük yapılanır sürdükçe.

Uzlaşmanın biçimleri ve somut, fiziksel altyapısı, gerek ve yeter koşullarıyla ilgili değil bu yazı. Uzlaşma temsilin, temsil partinin, parti toplumsal sınıfın (yani bilinçli çıkarın) karşılığı ise siyasetin erimi, bağlamı içerisinde sayabiliriz kendimizi. Bunun kırılmasıdır devrim ve karşıdevrim. Siyasetin aralanması, bir tür siyasetsizlik, yeni siyaset atağıdır. Karşı devrimi devrim olmaktan çıkaran ve tarih dışı kılan şey de budur: karşı devrim yeni siyasal bağlamla değil, sıfır kümeyle, sıfırlanmış siyasetle, yani saltık siyasetsizlikle ilgilidir (sanki olanaklıymış gibi). Temsilin nicelik ve niteliği üzerinde de durmayacağız burada. Sermaye düzenlerinin en kusursuz demokratik siyaseti de (sınırlandırılmış temsil) siyasetin eksi biridir (-1) aslında. Günümüz küreselinde olanaksızlıktır bunun öteki adı. Yani yalan dörde katlanmıştır bir bakıma.

Öte yandan çapul, yağma siyasetsizliği tam da konumuzdur. Küresel yarışmada yaya kalan yerel siyasetler, hızla siyasetsizlik üretme konusunda delice bir yarışa girdiler bir ucunda ulusalcılık öteki ucunda dincilik ya da ırkçılık ya da tüm bunların yadsınması olarak (Ardçağcılık örneğin.) aynı altlıkta buluşan. Tüm bu kanat akımların önlerine konulan kemik izlenceler (program) küreselin önünde küyerel (bir anlamda yerel engellerin kaldırılması) çıkar pekinlemeleri, dar çıkarların kalıcılık arayışlarıyla ilgilidir. Görev (misyon) bellidir. Atılan kemiğe (pay), yerel ve geçici beyliğe karşılık uluslararası sermaye dolaşımının yerel bukağılarını yok etmek, en başta da her türden temsil edimlerini (ritüel), söylem ve kiplerini birer engel olmaktan çıkarmak. Yerel, dar alt kimlik çıkarlarının (ulusalcılık bile yerine ve zamanına göre bunun yani suçun bir parçası, ortağı ya da paydaşıdır küresel bağlaşımlara bağlanma, angajman düzeyinde) siyaseti yok eden olmazsa olmaz varlık sorununa dönüştürülmesiyle yaratılan körlük siyaset yapmanın geleceği kurma yönünde işlevini de olanaksız kılmaktadır. İlk yapılan birikmiş siyaset oyununun alışkanlıklarını, kurumsal ve kişisel tepki verme biçimlerini, bunların içinde yer alıp boy attıkları ulusal, kentsel, kırsal uzam ve zaman yapılarını dağıtmak, her fırsatta çekici indirip bir kalıcı simgeyi, anlatıyı, yerleşik temsiller oyununu (seçim de bunun bir parçasıdır) un ufak etmek. Önemli olan izlenecek yoldur. Çapulcu boş kafayı güden arkadaki kafa için bir dizi yordam ve bağıl uygulamalar çoktandır yine bir dizi izlenceye bağlandı ve dünya deney evinde arka arkaya sahnelenmektedir.

Yaratığın kendini hangi kılıkta gösterdiği ikincil bir konudur. İslamcı, ulusçu, neo'lu ya da neo'suz liberal ya da Matrix. Görü bulanıklığı her kezinde yeni aygıtlarla çoğaltılsa da, hatta son teknoloji ürünü gözlükler sunulsa da karartmak için görümüzü, odaklanacağımız şey her soyutlamanın arkasında duran somut ve tersinden her somutun (olgu) arkasında uzanan soyuttur. Soyutu somuta iliştirme çabasıyla yalana, ağa yakalanmamak bir ölçüde olası. Doğruyu uyguna belki bu uyanıklık, uykusuzlukla yaklaştırabiliriz. Bunun anlamı, yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi, çakışmayanı, kımıldatan aralığı kavramak. Birbirine denk iki seçenek kalıyor geriye. İki düzeyden militanlaşmak ve yapay aydınlatmaların sahnesinden uzaklaşmak. Soyutlamanın ve somutlamanın militanı olmak, hangisinden gelirse yalan (adı ister sürdürülebilirlik, ister insancalık, ister tarih bitti, ister pembe turuncu devrim, vb. olsun) ona kendi önerdiği bağlamın dışından vurmak. Yani eytişmenin (diyalektik) yasasını, eskideki yeniyi, yenideki eskiyle ilintilendirmek. Şudur demek istediğim. Bilinen ve ağırlıkla öyle yazılan tarih savaşa, direnişe yer verse de tüm bunlar egemenin bağlamları, anlatıları içinde ve üzerinden gösterildi ve yenilgiyle sonuçlandı. Ama tüm bu yenilginin içindeki yengiyi, atılan daha uzamış, büyümüş adımı görmeden olmaz. Bu bir yordam (strateji) ve bağıl uygulamaları (taktik) konusudur. Egemenle egemenin istediği gibi (yer, zaman ve koşulda) savaşılamaz. Bunun için açıklığı, dürüstlüğü, onuru yadsımak da hiç gerekmez. Egemenin istemediği yer, zaman ve koşuldur direnişin ve geleceğin kurgu masası. Bunun için dilden, alışkanlıklarımızdan, savaşı kavramlaştırma ve kavrayışımızdan başlayabiliriz işe. Sermaye, balık sürüsü gibi, spot ışıkları tuttuğu yere çekip tepelemektedir dünyanın yoksullaştırılmış emekçilerini. Tarihsel Leninist örneği kuram ama daha çok eylem kipinde geliştirmek, ele geçirilememek, kemiklerimizden birini, sonuncusunu dizgesel algının erişiminden kurtarmak, son sinir hücremizi teslim etmemek, algıya gelir gibi yaparken algıdan sıyrılmak altı doldurulacak başlıklar olarak sayılabilir. Eğer sınıf vb. kavramları ezilen emekçiler bile gülünç bir açıklama olarak görüp bir yere oturtamıyorsa meseleyi öncelikle bilinç(lenme) meselesi olarak yeniden ele almak gerekiyor. Kalın örtüyü, sisi pusu ne yapar nasıl üflersek kaldırabilir, doğal ya da tanrısal olmayan, asla olmamış denksizliği, eşitsizliği görünür kılabiliriz. Ne yaparsak kendimizden anladığımız şeyle az çok bağdaşır, bir hırsız, yüzsüz, yalancı vb. olmaktan çıkarız. Sanırım siyaseti önce yeniden eski düzeyiyle kavramak ama sonra bununla yetinmeyip bütünlüklü siyasallaşmayı her günümüz, her anımıza yedirmek gerekiyor. İnadına siyaset, inadına siyasallaşmak ve gelgeç egemenlerin siyaset dayatmalarının yani aslında siyasetsizlik dayatmalarının kör çarkından kurtulmanın bir yolunu bulmak.

Koşullarını düşmanın belirlediği savaş güdümlü savaştır, üstelik seni savaştığına inandırarak bir kez daha yenilmeni sağlar.

Gelin, düşmanın istediği gibi değil istemediği gibi savaşalım.


*

Hadi gelin, doğruyu uyguna ya da uygunu doğruya birebir çakıştırmak, eşleştirip saltık huzur içinde uykumuzu çoğaltmak yerine tutmayan, örtüşmeyen, açıkta kalan aralıklardan direnişi yükseltelim, direnişi yükseltmekle kalmayıp nasılına yoralım kafayı. Yakışığı, doğrusu, uygunu budur ayrı ayrı. Dünyayı kilit altına alıp kapı üzerine kapı vuranın oldu bittilerine kafa tutalım. Dik duralım. Her zaman doğru uygun değil ve uygun doğru olmaz, örtüşmez. Hatta şu bile söylenebilir: her zaman ne doğru doğrudur ne uygun uygun. Gerisini de varın siz düşünün.