Zeki Z. Kırmızı / 2021

AÇIKLAMA: Bu yazı 2020-2023 arası dünyayı ve ülkemizi kasıp kavuran Covid 19 salgınında ve Şubat 2023 Türkiye-Suriye Güneydoğu depreminde bilim insanlarımızın davranışları gözlemlenerek yazılmıştır (31 Mart 2023). Halkının aydını olabilen bilim insanı hemen görülüyor ama çoğunluğu oluşturan ötekiler de… Pis, kirli ülke siyasetinin maşası olan, sözde bilim kurullarına koşturan sağlık ve yerbilim insanlarının halkının düşmanı siyasetlerle iş birliğini çok iyi anlayabiliyor ama asla onaylamıyoruz. Aydın olamamış bilim insanının en kötü örnekleri gözlerimizin önünden uygun adım geçtiler, egemenlerin öngördükleri yerlerde, zamanlarda ve biçimlerde… Bundan utanç duymamak için bir neden göremiyorum. Diğer örneği oluşturan bilim insanları ile nice onur duyuyor olsak da…

 

Doğrusu ya yapılmaması gereken bir tartışma, sorulmaması gereken bir soru bu. Çoktan bitmiş bir tartışma olmalıydı, en azından Batı dünyasında. Oysa Derrida’nın dediği gibi hayalet, bana kalırsa hortlak geri dönüyor. Üstelik yalnızca Marx’ın hayaleti de değil, bilinçaltına bastırılmış tüm insanlık safrası, çeri çöpü birlikte.

Oppenheimer Olayı’ndan beri güncel tartışmaların da ortasında, giderek büyüyen ama büyüdükçe görünmezleşen bir sorun varlığını yoğunlaşarak sürdürdü. Asıl soru şu: Bilim, insanı kuşatan öteki yaşam alanlarından nereye değin bağımsız olabilir, olmalı mı? Bu tür tartışmaları yaparken ilk unuttuğumuz şey, bir insanı toplumsallığı içinde kuşatan tüm yaşama alanlarının aynı şeyin (durum, oluş, ilişki, vb.) ayrıştırılmış yöntemler, kavramlar, tanımlar, yargılar ve dillerle dışavurumundan başka şey olmadığı… Gerçekte yönteme dönüşen şey; bir bakışın, algı açısının yanlışlanamadığı ve o açıda kalındığı sürece geçerli açıklama olmasını sürdüren varsayımsal ilke. Çünkü bana göre bilim de bütüncül varoluşun dışavurumlarından, anlatımlarından biri. Kendine özgü araçları, söylemi (retorik), genelleştirme yordamı, yasalama biçimleri olan, nesnesiyle bağdaşık kalan ya da kalmaya çabalayan ve bu bağdaşıklığı bir yandan da sürekli sorgulayan, tarihsel anlamda geçici bağlamsal bir uzlaşma… İnsanı kuşatan yaşam katmanlarından, bunların iç içe geçmişliğinden, aslında toplumsal öznede tüm bu katmanların şimdi burada bireşimlenmesinden, gündelik yaşamlarımızda ayrıştırma (soyutlama) dillerine gerek duymadığımızdan söz etmek sorunu çözmeyecek. Çünkü tüm uzmanlaşmış çoklu anlatım biçimleri gündelik yaşamlarımızı doğrudan değil oldukça dolaylı bir biçimde etkiler. Çoğu kez de günü yaşamak, çevirmek için bilime, güzelduyuya (estetik), aktöreye (etik), vb. onların yüzlerce yılda süzülmüş kavramlarına, anlamlandırma biçimlerine hiç başvurmayız. Kurulu toplumsal yapılar içerisinde uzmanlaşmayı geçici olarak tartışma dışında tutarsak, sorun yine de çözülmüş olmuyor. Aynı insan hem insan hem bilim insanı, sanatçı, vb.’dir. Üstelik uzmanlık da geniş bir yelpazede karşıt olmasa bile oldukça ayrı nicelik ve nitelikleri kapsar. Öylesine ki bilimi uzmanlaşmanın doruğuna taşımak çok yanlış çıkarımlara yol açabilir. Çünkü bilim uzmanlaşma süreçleriyle yakından ilgili olsa da onun sonul çıktısı olmanın çok ötesindedir. Burada bunu imlemenin derdindeyiz.

Bazen yerli yersiz, gündelik yaşamla özelleştirilmiş, hadi eksikliğine karşın uzman sözcüğüne başvuralım, uzmanlaşmış anlatım yordamları beklenmedik biçimde buluşur, bir araya gelir, kesişir, birbirlerini de çarpıtarak, bozguna uğratarak etkileşirler. Toplumun yapılanma biçimi, ekinsel birikimine bağlı olarak bu etkileşimlerden iyi ya da kötü sonuçlar kaçınılmazca doğabilir. Elif böylesi durumlarda genellikle mertek sanılabilir, üzerine depreme dayanıksız koca koca yapılar çıkılabilir. İndirgenmiş, halkçıllaştırılmış (popülizasyon) bilim kendisiyle birlikte öznesini de aşağıya çeker ya da doğallıkla tersi. Hatta yaşam deneyimlerimiz ikincisinin, bilim öznesinin güncel dalgalara kapılıp insan yanıyla halkçıllaşma uğruna simgesi olduğu bilimi gözü kara biçimde harcadığını bolca örnekliyor. Ama süreç çift yönlü çalışır. Kısa dönemli olumsuz etken güncele bir nedenle1 özne bozunumu olarak katışır, bu aşamada öznenin yaptığı bilim(sel çalışma) öznesiyle birlikte battıkça batar. Yani önce süreçler dışarıdan karışmalarla eğilip bükülür, sürecin çıkara dönük yamulması öznesini de şu ya da bu ölçekte yönlendirir, dahası yamultur. Sonuçta bilim adamı deyip geçemeyiz. Önce bilimin konusundan (nesne) başlamalıyız tartışmaya ama konu (nesne) çarpıtmaları özneyi aklamaz ve üzerinde durmak istediğim şey de tam bu. Güncel (ardçağcı, postmodern) karmaşanın (kaos) neden bilim, sanat, aktöre, vb. yordamlara (disiplin) ilişkin kavramları bozmakla işe başladığı çok açık değil mi? Öte yandan ne bilim yalıtık uzamda yapılıyor ne de bilim insanı soyut bir kişi. Gündelik yaşamını herkes gibi bir dizi seçimle yürüten biridir o. Bir aydın mı? Hayır. Belli bir bilim dilinin parçası olması, bu alanda yetkilendirilmesi onu aydın yapmaz. Çünkü aydın, insanı yukarıda söylediğim gibi kuşatan, iç içe işleyen çok sayıda bağlamı kendi özelleştirilmiş bakış açısı denli öteki katmanların bakış açılarına açarak, açık tutarak, dolayımlayarak, bilimini diğer anlatım, dışavurum yollarıyla bireşimleyen ve tek bireyi en genel bağlamı içinde bilen değil, kavrayan kişidir ve de bu nedenle örneğin gündelik seçimleriyle bilimsel önermelerini simgeleme düzeyleri (şimdi burada) çelişemez. Ne demek bu? Eğer bilim insanı aynı zamanda aydın ise kendi soyut bilim evreninin tüm girdi çıktılarıyla öteki insan etkinliklerinin tümünde yankılandığını, bilimsel önerme, yargı ve deneyiminin siyasetten tinbilimine, ekonomiden aktörel seçimlere dek öteki tüm katmanlarda yansılar, izler oluşturduğunu, oluşturması gerektiğini bilen, düşünen kişidir. Sözün özü bilimini toplumsal bağlama oturtması gerektiğini bilir ve ancak zaten o zaman teknisyen olmanın ötesine geçip bilim adamı ve giderek aynı zamanda aydın olur. Demek ki amacımız bilim insanını aydın insan olmaya taşımak, hatta ayrı düşünülemeyeceğini ısrarla önermek. Her insan aydın olma gizilgücü (potansiyel) taşır, taşımalı. Uzmanı, herhangi bir toplumsal iş göreni küçümseme gibi bir seçeneğimiz yok bu çerçevede ve bilim insanı ayrıcalıklı değil elbette. Ama var olan yapılar içerisinde, Türkiye gibi bir ülkede örneğin, kendini adına eklediği bilimsel sanlarla (unvan) bir yerlerde gören, toplum önderliğine, aydınlatan yetkili olarak atayan kişilerin ne yaptıkları, neye hizmet ettiklerini anlamalarını bekliyor değiliz, açık konuşmak gerekirse. Biliminin gereğini yapmakla yetinen ve kendini ‘pis iş’le 2 görünmez kılıp aklayan, biliminin düşüncesiyle, daha doğrusu genelde düşünceyle (felsefe) buluşmayan, bunu boş uğraş sayan, sözde bilimine aktörel, güzelduyusal, siyasal, tarihsel, toplumsal, vb. çevrenler (ufuk) açamayan bilim adamı en uygun araç, aygıt (aparat) olmaya giderek daha yatkındır. Ondan bilimini şu ya da bu güdümleyici niyet ve gerekçelerle isteyenlere; Ben bilimimin gereklerine karşı sorumluyum, gerisi beni ilgilendirmez, bunu tartışmam, diyerek yaklaşan bilimcinin, doğrucu (!) savunmasının nasıl güzellikten, doğrudan, iyiden, aslında bilgiden koptuğunu, biliminin altını oyduğunu bilmek zorundayız.

Bilim insanını aydın olmaya, toplumunun aydını gibi davranmaya çağırıyoruz ve sanatçı ve diğerleri gibi tıpkı, bilim insanının da iki seçenekli yol ayrımında durduğunu yeri gelmişken belirtmek istiyoruz. İki tür siyaset söz konusu. Biri, dünyanın kaynaklarını zorunlu ve en az tüketirken daha çoğunu üretmeyi düşleyebilen, ortak yaşamı eşitlemeye dönük siyaset, öteki ise dünyanın kaynaklarını küçük bir azınlık uğruna tüketen, bunu yaparken de dünyayı hep birlikte yok oluşa sürükleyen eşitsizlikçi siyaset, yani bugünün egemen dünya ve ülke siyasetleri. Biz bilim insanı, bir bilimsel kavrayışı simgeleyen donatılı kişi olarak uzmanlığımızı hangi siyasetle bağlayacağız, dolayısıyla hangi sanat, hangi aktöre, tarih, siyaset, gelenekle? Bu soruya vereceğimiz yanıt, eğer bilim insanı isek (ki kuşkuludur bilim insanlığımız tüm öğrenim bitirme belgelerimiz, bilimsel sanlarımıza karşın) bizi aynı zamanda aydın yapacaktır ya da tersine eşitsizlikçi gündemin, güncel siyaset hırsızlarının erketecisi…


[1] Bu nedenleri anlamak, çözümlemek hiç zor değil, çünkü gölgesi para etmeyen ağacın kesilmesi gerektiği, yararsız olduğu anamalcı dünyada bilim de özgürce, özerkliği içinde yapılamaz, alım satımın nesnesi, metası olmaktan kurtulamaz. Konusu nesneleşen, metalaşan bilimin öznesinin süreçten (yabancılaşmış) nesne, meta olarak çıkmaması ise olanaksız… Zzk

[2] Eyal Press; Pis İşler (Dirty Work, 2021), Çev. Deniz Keskin, Metis yayınları, Birinci basım, 2023, İstanbul, 321 s.