Zeki Z. Kırmızı / 2023

Kırk-kırkbeş gün sonra ülkede cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimleri var, iki seçim bir arada. Seçim demek yanlış aslında, çünkü siyasal seçim siyasetin kentsoylu (burjuva) hukuk düzenleri içinde güvenceye az çok alındığı yerde, belli biçim koşullarıyla (şekil şartı) olur. Türkiye’de yirmi yılı aşkın bir süredir bana göre siyasetten hiç söz edilemez, edilmemeli. (Bir soru: Öncesinde olduğu söylenebilir mi?) Siyaset yapmak, çarpık da olsa bir temsili yaşatmak, anayasal çerçevelere olabildiğince uyum sağlamaksa o bu ülkede uzun zamandır yok. Siyasal erki ele geçirenlere ise bu konuda zerrece sözüm yok. Özünde darbe, karşı devrim sürecidir yaşadığımız. Hoş, Cumhuriyetin böyle kolay teslim oluşu da ayrı bir tartışma konusudur. Sorun belki de yukarıda değil aşağıda, halkın tepki verme yeteneği ve birikimindedir. Halk (her kim ya da ne ise), bilincini oluşturamadığı, taşımadığı Cumhuriyeti ortada dımdızlak bıraktı, sözüm ona temsilcisi haydi haydi…

Sorun yirmiyi aşkın yıl boyunca siyaset işliyormuş, seçimler oluyormuş, istenmeyen, tartışmalı sonuçlarına karşın siyasal düzen sürüyormuş gibi yapanlarda, böyle düşünen, konuşan, gelinen son saniyede geleneksel siyaset söylemini kullanabilme yüzsüzlüğünü gösterebilenlerde… Sözde siyasetçisi, yazarı çizeri, kanı (kanaat) önderi, sanatçısı şusu busu, demokrasinin d’sinin bile yüksek yüksek yargı kararlarıyla yerlerde süründüğü yerde bırakın demokratik seçimi, bir seçim olabileceğini düşünebiliyor.

Bana göre bildiğimiz anlamda bir seçim olmayacak bu. Ama bir şey yapılacak, belki gidip oy vereceğiz, kimimiz en azından, siyaset göstermelik de olsa yapılabilsin, diye. Yapılacak seçim kurgusunun arkası, açık ya da gizli gündemlerle nasıl dolduruldu, dolacak, doldurulacak bilemiyoruz. Seçim günü, sandık, vb. arkası sayısız kuşku ve sorularla dolu.

Siyasetin yine de yapılabildiğini ileri süren aymazlık yüzünden herkes, hatta siyaset yapan, yapmak zorunda kalan kişilerin de elleri kolları bağlı. Oyuna katılmadan artık olmayacak. Oyuna katılmak onursuzluk ama öyle bir yere getirildik ki katılmamak daha büyük bir onursuzluk. Neden böyle?

İnsan onuru (siyaset bana göre en büyük simgesel alanı) siyasetin egemenin öngörüleriyle biçimlenmesine izin vermeyen, vermeyecek bir onurdur. Egemen izinlerinin git git küçülen bağlamları, çerçeveleri içerisinde siyaset yerini ve zamanını yitirir ve o zaman onurun ayakta duracak yeri de zamanı da kalmaz. Onurlu bir seçim, davranış sergilenemez çünkü onu dik tutacak kaynaklar yok edilmiştir. Yalnızca kendi kendine mış gibi sürdürülür oyun ve elbette onur. Onurun hiçbir gerçek, somut karşılığı kalmamıştır, yankılanmaz. İyi de oy verilip seçilmedi mi tüm bu insanlar? Evet, ama neden seçildiklerine ilişkin sorumluluklarını günbegün harcaya harcaya tükettiler. Özü şu. Eğer siyaset yalnızca TBMM’de yürütülen yasama uğraşıyla sınırlanır, siyasetin yurdun genel yüzeyine, tek tek her yurttaşa ulaşması engellenir ya da böylesi bir yaklaşım kolayından benimsenirse dört duvar arasına tıkılı siyaset tutsak alınmış bir siyasete dönüşmek zorunda kalır. Demek ki temsili oluşturmak yetmez, temsil sürecini (temsil) eden ve edileniyle canlı, devingen (dinamik) tutmak gerekir(di). Siyasetin en az (asgari) düzeyi bu.

Siyaset yapmak aynı zamanda ister ulusal erki (iktidar) yönet ister siyasal örgütünü (parti), yapma ve yaptırma gizilgücünü taşıma bilincidir. Bir siyaset şöyle ya da böyle erki üstlendiğinde, Tamam benim işim bitti, artık sorumlu erki kullanan siyasettir, demek siyaset yapmaktan bir şey anlamamak, dışına düşmektir. Siyaset durma/karşı-durma sürecinin tümcül adıdır ve eğer devleti yöneten siyasal örgüt (parti) karşısında devletin dışında kalan siyasal örgüt (temsil) yapma ve yaptırma gücünden yoksun olduğunu, kaldığını düşünüyorsa anımsatmak gerekir ki, siyaset tek kale ayaktopu (futbol) gibi oynanamaz. En son kalan tek seçenekte, siyaseti yapmanın son belirteci, öteki siyaseti (erki yöneten siyaset) siyasetsiz bırakmak, yani aslında siyaseti kendisiyle başlatıp bitirme, yani toplumu siyasetsizleştirme art niyetini sıfırlamaktır. Oysa Türkiye’de siyaset(sizleşme), AKP yönetiminin siyaseti Türkiye’nin altından çekmesi biçiminde gerçekleşiyor. Bunu izleyen, bu siyasetsizleştirme sürecini siyasetin yeni görevi olarak üstlenen muhalefet (!) ise bu siyasetsizleştirme girişimini siyaset yapmak olarak gördü, buna göre kendini yeniden konumladı, dolayısıyla var olan siyaset(sizlik siyaseti) içeriğinden zemberek gibi boşaldı. Oysa siyasetsizleştirme girişimine karşı verilecek yanıt siyaseti daha ilkeler katında, gerekirse boşluk yaratma, iktidarı dayanaksız, muhalefetsiz, tek başına, yıkıcı niyetiyle baş başa bırakma pahasına en son siyaseti yapmaktı. Bu meydanı bırakmak değil bana göre meydana sahip çıkmaktı. Çünkü siyasetin biricik uzamı TBMM, parlamento vb. olamaz. Siyasetin ayrıca kutsalı olmaz. Bu nedenle AKP iktidarı, ülkeyi yönettiği süre içinde bir taşla birkaç kuş birden vurabildi. Ülkeyi siyasetsiz kıldı, muhalefeti onurlu siyaset yapma yeteneğinden yoksun kıldı, üstelik siyaset varmış, sürüyormuş gibi bir izlenimi, biçimlendirdiği muhalefet üzerinden gerçekleştirdi.

Tüm bunların, yani siyasal oyunun, böylesi karikatürize olmuş, içeriksiz biçimleriyle bir toplumsal gövdenin sürgit taşınması olanaklı mı? Elbette değil. Zaman içinde, çok da sürmez, bu ülkede ya da başkasında toplum hakiki ağırlıklarıyla kendi asal siyasal gündemi ve temsilini oluşturacak, en azından sınırlı kentsoylu temsil ve hukuk düzeni kurulacaktır. Bu yine de siyasetin gerçek anlamda bir demokratik siyaset olacağı anlamına kuşkusuz gelmeyecek ama hiç değilse bu yönde düşünce ve eğilimler, sınırlı temsili zorlayarak kendilerine yer açabileceklerdir. Şöyle bir yer: Bu siyaset yetmez, siyaset en aşağıda, tek insanı (yurttaş ya da siyasal insan, homo politicus) eşanlı olarak kendinin temsilcisi kılan aşamada gerçek anlamda siyaset olur. Tek insan siyasallaşmalı, kendini niye toplumun bir parçası olarak gördüğünü kavramalı, toplumdaki her işlevine dönük ayrı örgütünü yaratmalı, kendi tek varlığında çok kimlikli yurttaşı oluşturmalı, kendine ve herkese sürekli kullandığı temsilin geçiciliğini anımsamalı ve anımsatmalı. Yoksa kentsoylu demokrasisi bile ‘evrensel’ bir güldürüden (komedya) öteye geçmez.